Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
Biraz Eğitim!

Biraz Eğitim!

Eğitim Bilimleri 14 Şubat 2020 23:57 - Okunma sayısı: 1.384

Cahit BULUT

Bilindiği üzere "Ne için eğitim?" sorusu cevaplandırılması gereken soruların başında gelir. Ayrıca "Nasıl bir eğitim?’’ sorusu da bir toplumun nasıl biçimleneceği ile direk ilgili bir sorudur. Toplumlar eğitimle biçimlendirilir veya biçimlendirilmiş toplum kültür ile varlığını devam ettirebilir. Kültürün öğretilmesi de yine eğitimle gerçekleşir. Hangi açıdan bakarsanız bakınız eğitim bir toplumun can damarıdır.

Öğretim, bir bilgi aktarma işi olarak tanımlanabilir, öznesi ise öğreticidir. Öğrenim ise herhangi bir meslek, sanat, iş için gerekli bilgi, becerileri kazandırma sürecidir, öznesi ise öğrencidir ve ömür boyu devam eden bir süreyi kapsar. Öyleyse eğitim öğretimin amacı, gerek maddi, gerekse entelektüel üretimi üst düzeyde yeniden gerçekleştirebilmektir.

Bilgi hiçbir zaman tam olarak aktarılamaz. Kaynaktan, bir kanal vasıtasıyla alıcıya aktarılırken bilgi, birçok nedenden dolayı kayba uğrar. Hiç kimse kaynak bilgisini %100 aktaramaz. Alıcı da eksiltil olarak aktarılan bilgiyi %100 olarak alamaz. Öyleyse bu alış verişte iki taraflı bir kayıp söz konusu. Üstelik bilgi kaynaktan hiçbir kayba uğramadan alıcıya aktarılsa bile yeterli olamaz. Önemli olan aktarılan bilginin üretken bir duruma getirilebilmesidir ki bu da bir eğitim sorunudur. Öyleyse nasıl bir yöntemle bilgi üretken bir güç duruma getirilebilir diye her bireyin ayrı ayrı kafa yorması gereken bir durumdur.

Ben, bu konuda Türk Dili Ve Edebiyatı derslerini eksen alarak bazı tespit ve önerilerde bulunacağım.

Bebekler doğdukları andan, soyut düşünce yetisini kazanıncaya kadar çevresindeki varlıkları tanımakla işe başlar. Büyük bir olasılıkla da ilk öğrendikleri sözcükler ‘anne, baba, nene, dede, abi, abla vb. ‘  sözcüklerdir ve onların temsil ettiği varlıklardır.

Daha önce yazdığım bir yazımda, dilin gelişim evrelerinden söz ettiğimden bu konuya yeniden girecek değilim. Vurgulamak istediğim öğretimin taa bebeklikten itibaren, insanların ilk önce yakın çevresi ile öğrenim ilişkisine girdiğidir. Öyleyse öğrenmede, yakından uzağa, bilinenden bilinmeyene, ulusaldan evrensele uzanması gereken bir süreç içerisinde konuları ele alıp kavratmaya çalışmak daha doğru ve mantıklı bir yöntem.

Oysa özellikle edebiyat kitaplarına baktığımızda, konuların ‘İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı’ adı altında başlatılıp, ‘İslamiyet’in Etkisiyle Gelişen Türk Edebiyatı’ ve  ‘ Batı Etkisiyle Gelişen Türk Edebiyatı’ olarak devam ettirildiğini görürüz.  Son bölümlemede günümüz edebiyatı kısıtlı olarak Cumhuriyet dönemi edebiyatı adı altına veriliyor. Son sınıf öğrencileri üniversite sınavlarına hazırlandıklarından dolayı da bu dönemi genellikle raporlarla geçiriyorlar ve  neredeyse Cumhuriyet dönemi Edebiyatına  yabancı kalarak mezun olup gidiyorlar.

Okuma alışkanlığı edinememiş, edebiyat zevki kazanamamış bir öğrenci ilk olarak dilini anlayamadığı İslamiyet öncesi Türk Edebiyatı ve ardından Arpça, Farsça sözcük ve terkiplerle dolu soyut, sanatlı, imgelerle dolu, anlaşılması ve açıklanması çoğu edebiyat öğretmeni tarafından bile tam olarak yapılamayan Divan Edebiyatıyla muhatap olmak zorunda kalıyor.

Oysa bilimsel yöntem, bilinenden bilinmeyene uzanmaktır. Edebiyat derslerinde de aynı yöntemin izlenmesi gerekir. Yani Türk Edebiyatı kitaplarındaki konular tersinden okutulup, konular arasındaki diyalektik bağ kavratılarak bu günden geriye doğru gidilmelidir. Çünkü ilk olarak İslamiyet öncesi ve Divan edebiyatı ile karşılaşan öğrenci konuları anlamadığı gibi onu ‘boş, işe yaramaz ‘ bir ders gibi algılamasına da neden olmaktadır.

Öğrencilerde okuma alışkanlığı ve zevkini uyandırmak da öğrencinin kendi yaşayan diliyle yazılmış, çağının edebiyatını öğretmekten geçer. Ders kitaplarına alınan metinlerin amacı da budur. Bu okuma alışkanlığı ve zevki öğrencilere aşılanabilirse Türk Dili Ve Edebiyatı dersi büyük ölçüde amacına ulaşmış olacaktır ve öğrenciler metinden hareketle metnin alındığı kaynaklara yönelerek onu okumaya çalışacaklardı. Kitaplara aktarılan metinler de özellikle seçilmiş ‘kuru, yavan ‘  öğrencilerin merakını uyandırmaktan uzak, içeriksiz metinlerdir. Oysa bir kaynaktan seçilen metinler hiç olmazsa genel bir bilgi aktaracak nitelikte olmalı ki, bir hiç olmasa liseden mezun olan bir kişi asgari düzeyde bir genel kültüre sahip olabilsin.

En büyük sorunlardan birisi de okullarda tam bir yıkıma neden olan ezberciliktir. Bu konuda en büyük sorumluluk öğretmenlerin omuzlarınadır. Hemen hemen bütün ders öğretmenleri kitaplardaki soruları veya çözümleyip, cevapladıkları ve öğrencilerin defterlerine geçirdiklerini, yazılı yoklamalarında cevaplandırılması gereken sorular olarak sormaktadırlar. Hatta bazı öğretmenlerin ‘yazılı kâğıdı’ dosyası var, her hangi bir zahmete katlanmadan on beş, yirmi yıl önce sormuş oldukları soruları, fotokopi makinasında çoğaltarak sınav yapıyorlar. Bu durumu fark eden öğrenciler çalışıp öğreneceklerine, sadece öğretmenin sorabileceği soruları tahmin ederek, cevapları ezberleme yoluna gitmektedirler. Oysa amaç öğrencinin ezberini ölçmek değil, okuyup dinlediğini nasıl anlayıp yorumladığını, problemin mantığını anlayıp anlamadığını ölçmek olmalıdır.

Özellikle edebiyat dersleri işlenirken onun ‘ toplumun aynası’ olduğu gerçeği çoğu zaman gözden uzak tutulmakta. Şimdi adını anımsayamadığım yazarın birisi  ‘ Bir toplumun şiirini incelemekle, o toplumun tarihini incelemeyi ‘ bir tutuyor. Bu durum roman için daha çok geçerlidir. Hikâye ve tiyatro için de… Bundan dolayı okutulan bir eserden, onun yansıttığı sosyal, kültürel, ekonomik, politik, psikolojik, estetik… Özelliklerine gidilecek yöntem kavratılamazsa edebiyat derslinin amacına ulaşılması düşünülemez.

Öyleyse bu vatan için güzel bir şeyler yapılacaksa, her şeyden önce öğrencileri ezbercilikten kurtararak bilgiyi üretken bir duruma getirmek gerekiyor. Bu konuda şöyle bir örnek vermek olasıdır. Bir jeneratöre yakıt koyup çalıştırdığınızda, yepyeni bir şey (elektrik) elde edersiniz. Öğrenciler kendisine aktarılan bilgiden hareketle bir şey üretemiyorsa veya verilen dokuz birimlik bir bilgiden kalkar onuncu birim bilgiyi elde edemiyorsa orada hiçbir üretim ve gelişmeden söz edilemez.

Öğrencileri öğrenmekten uzaklaştıran temel sorunlardan birisi de kendilerinden önce mezun olanların, eğitim ve öğretim gördükleri alanda bir iş sahibi olamamalarıdır. Elektrik, elektronik ve meslek liselerinin diğer alanlarından mezun olup da kendi alanı dışında-kebapçı çıraklığı gibi işlerde çalışan çok öğrenciye üzülerek tanıklık etmişimdir. Bu durumu gören öğrenciler sadece bir diploma almak için okula gelip gitmekten başka bir şey yapmıyor. Bu durum aynı zamanda öğrenciler arasında, öğrencilerle öğretmenler arasında da birçok sorunların doğmasına neden olmaktadır.

En önemli sorunlardan birisi de, gittikçe yok edilen sportif ve kültürel etkinliklerdir. Eskiden ‘kol’ şimdiki sistemde ‘kulüp’ adı altına etkinliklerin ismi var, bir öğretmene görev verilmiş, öğrenci listesi ve yıllık planı hazırlanıp ve onaylanmıştır ama bunların herhangi ciddi bir etkinlik gösterdikleri yok. Sadece teftişler için bir hazırlık var. Bir örnek vermek gerekirse daha önceki yıllara uzandığımızda bütün okullarda bir tiyatro eserini sahnelemek, o kul için bir onur meselesiydi, liseler arası tiyatro yarışması veya tiyatro şenliği düzenlenirdi; okullar içinde sınıflar, bölümler ve liseler arası sportif ve kültürel yarışma geleneğine giderek yabancılaşan bir sistemle karşı karşıyayız. Oysa bu kulüplerin hepsi öğrencileri hem sosyalleştirecek, özgüvenlerini arttıracak, bilgilerini geliştirecek etkinlik alanlarıdır.

Kısaca söylemek gerekirse Aristo’dan Russell’le kadar bütün filozoflar, eğitim derken, düşüncenin eğitimi demişlerdir. Düşünmeyi öğretemeyen hiçbir eğitim sistemi başarılı olamaz, istenilen sonucu veremez. ’Düşüncenin Eğitimi’ni de halkın kör inançlarından çıkar sağlamaya çalışan bir sistem ve sistemi idare edenlerden beklenemez.-malı,meli diyerek, ancak çeşitli kanallarda temennilerde bulunmaktan öteye gidemeyişimiz de bundan olsa gerek!

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Eğitim Bilimleri
EĞİTİM KAMPÜSÜ OKULLARI

Eğitim Bilimleri17 Kasım 2024 19:20

EĞİTİM KAMPÜSÜ OKULLARI

Kasım Ara Dönem Önerileri

Eğitim Bilimleri05 Kasım 2024 20:23

Kasım Ara Dönem Önerileri

Gelecekte Eğitim Sistemine Yönelik Stratejiler ve Öneriler-2

Eğitim Bilimleri01 Kasım 2024 14:01

Gelecekte Eğitim Sistemine Yönelik Stratejiler ve Öneriler-2

ÖĞRETİM SİSTEMLERİNİ YENİDEN Mİ PLANLAYALIM?

Eğitim Bilimleri31 Ekim 2024 11:46

ÖĞRETİM SİSTEMLERİNİ YENİDEN Mİ PLANLAYALIM?

OKULLARIMIZDAN ÖĞRENCİLERİ SOĞUTMA YÖNTEMİ OLARAK ÖDEVLER

Eğitim Bilimleri26 Ekim 2024 15:50

OKULLARIMIZDAN ÖĞRENCİLERİ SOĞUTMA YÖNTEMİ OLARAK ÖDEVLER

Milli Eğitim (Öğretmen Yetiştirme) Akademisi ve Sistem Yaklaşımı

Eğitim Bilimleri24 Ekim 2024 13:53

Milli Eğitim (Öğretmen Yetiştirme) Akademisi ve Sistem Yaklaşımı

Mesleki Ortaokulların Açılmasının Hukuki Bir Analizi

Eğitim Bilimleri22 Ekim 2024 01:48

Mesleki Ortaokulların Açılmasının Hukuki Bir Analizi

MEB, o konuda öğretmenlerin özgün fikirlerini sordu...

Eğitim Bilimleri09 Ekim 2024 10:39

MEB, o konuda öğretmenlerin özgün fikirlerini sordu...

Gelecek Eğitim Sistemine Yönelik Öneriler ve Stratejiler-1

Eğitim Bilimleri09 Ekim 2024 01:01

Gelecek Eğitim Sistemine Yönelik Öneriler ve Stratejiler-1

Ebeveynlerin Endişeleri

Eğitim Bilimleri01 Ekim 2024 22:48

Ebeveynlerin Endişeleri