Ermeni meselesi konjonktürel bir konu değildir. Önümüzdeki dönemlerde de gündemdeki yerini koruyarak sık sık önümüze sürülecektir. Türkiye Uluslararası niteliğe sahip, dünya kamuoyunun alanına giren ve sonuçta ortaya çıkan hükümlerin büyük etkiler oluşturduğu temel konularda, sadece devlet kurumlarıyla değil, toplumun her kesimiyle çok yakından ilgilenmek zorundadır. Çünkü bu gibi konuların üzerinde tek tek durulması gereken değişik yanlar ve bunları doğrudan etkileyen sayısız faktörler vardır.
Bu çalışmada bahsi geçen döneme ait küçükte olsa birkaç tarihi bilgiyi kaynakları ile ilginize sunmaya çalışacağım. Bu vesile ile konu hakkında bilgi sahibi olmanızı ve Ermeni diasporasının siyasi emelleri uğruna yok saydığı tarihi bulguları göz önüne sermek suretiyle konunun anlaşılmasına küçükte olsa katkı vermek istedim. Bugün, maksatlı olarak gündemde tutulmaya çalışılan sözde Ermeni sorununun ne derece mesnetsiz olduğunu ve ne tür çıkar kaygıları ile ortaya atıldığını daha iyi anlayabilmek için, tarihsel gerçekleri görebilmek ve anlayabilmek büyük önem taşımaktadır.
Ermeni tarihçi Mikael Varadian’a göre;
“ Rus Ermeni’sine nazaran Türk Ermeni’si, Ermeni Kültürü, dili, tarihi, edebiyatı itibariyle çok güçlü ve hür idi… ” ( Mikael Varandian: Ermeni Harekâtının tarihi. Cenevre, 1914)
Bir diğer Ermeni tarihçi Oscanyan, Osmanlı Ermenileri hakkında şu tespiti yapmıştır;
“ Ermeni cemaati Türkiye’de günlük hayatın esasını teşkil etmiştir. Zira uzun süredir hizmetten ziyade idare etmeye alışmış olan Türkler, sanayinin bütün dallarını onlara bırakmışlardı. Bu sebeple Türkiye’deki bankerler, tüccarlar, makinacılar, hep Ermeni idi. Diğer taraftan onlarla Müslümanlar arasında his benzerliği ve menfaat birliği vardı… Ermeniler Türklere rahatça uymuş ve emniyetlerini kazanarak en nüfuzlu reaya olmuşlardır….” ( D. Oscanyan: The Sultan and his People. London, 1957, sf.353)
Alexander Powell, Türklerin hoşgörüsü ile ilgili olarak şunları yazar;
“… Haçlılar Filistin’de Müslüman esirleri keserlerken, İspanya’da engizisyonun dehşeti had safhada iken, Kromvel’in askerleri İrlandalı Katolikleri katlederken, Fransa Kralının emri ile Fransa’da Protestanların kökü kazınırken, bütün Avrupa ülkelerinde Museviler hesapsız zulüm ve vahşete tabi tutulurken, Küçük Asya’da (Anadolu) Müslüman, Hristiyan ve Musevilerin yan yana, tam bir dostluk içinde yaşadıklarını hatırlatmak yerinde olur.” ( E. Alexander Powell: The Struggle for Power in Muslem Asia. New York, 1925, sf. 120)
Felix Valyi de, Türk’ün adil idaresi ve hoşgörüsü hakkında şu tespiti yapmıştır;
“Müslüman yönetimin hoşgörüsü konusunda en mühim tanıklık, takibe uğrayan Hristiyanların ve diğer mezhep mensuplarının kendi dinlerini serbestçe icra edebildikleri Müslüman topraklarına iltica edişleridir. XV. Ci asır sonlarında takibata uğrayan İspanya Musevileri büyük bir topluluk olarak Türkiye’ye iltica etmiştir. Macaristan ve Transilvanya’nın Kalvenistleri, Transilvanya’nın Ünitarienleri, fanatik Habsburg hanedanının eline düşmektense Türklere gitmeyi tercih etmişlerdir. XVII. Ci asırda Sibirya’nın Protestanları, ümit dolu gözlerle Türkiye’ye bakmışlardır, din hürriyetini elde edebilmek için Müslüman idaresine memnuniyetle gireceklerdi. 1736 yılında Rus Devlet Klisesince takibe uğrayan ‘ Old Believers ’ mezhebine mensup kazaklar, Hristiyan kardeşlerinin kendilerine tanımadığı hoşgörüyü Türkiye’de bulmuşlardır…” ( Felix Valyi: Revolutions in Islam. London 1925 sf. 27-28 )
Talcott Williams ise şöyle demektedir;
“ Osmanlı mevzuatı ve yönetimi yabancı mezhep ve düşman inançların dini teşekküller kurmasında ve eğitimlerinde, Fransa’da mezhep ve inançlar konusunda bin yıldan beri tatbik edilen Galler’den kalma hürriyetten çok daha müsamahalıdır.” ( Talcott Williams: Turkey, A World Problem of Today. New York, 1922. Sf. 194 )
Van ve Erzurum’da Başkonsolosluk yapmış ve hatıratını Rus Genel kurmayına rapor olarak vermiş olan General Mayevski’ye göre;
“ Türkiye’deki Ermenilerin durumlarının dayanılmaz olduğuna dair şikâyetler, şehirlerde oturan Ermeniler için pek geçerli değildir. Zira bunlar her zaman her türlü hürriyetten istifade etmişler ve imtiyazlara sahip olmuşlardır. Ermeni köylülerine gelince, çiftçiliği ve suni sulamacılığı iyi bildiklerinden durumları Rusya’daki köylülerinkinden çok daha iyidir. Ermeni köyleri her zaman için Müslüman köylerinden daha zengin ve nisbeten daha hasılatlıdır…”
( General Mayevski: Les Massacres d’Armenia. Statistique des Provinces de Van et de Bitlis. Petersburg, 1916. Sf. 122 )
Gerçekler böyle olduğu halde, Türklerin Ermenilere kötü muamele ettikleri, baskı yaptıkları ve soykırım da bulundukları gibi asılsız iddialar ileri sürmek, iftirada bulunmak için, mantıktan uzak, vicdan ve hakkaniyet duygusundan nasipsiz olmak icap eder. Bu tür asılsız iddiaları kabullenmek ve desteklemek ise tarih bilgisinden mahrum olmanında ötesinde ön yargılı ve tek yanlı olmayı gerektirir.