Cahit BULUT
Türkiye’nin yetiştirdiği değerli profesörlerden birisiyle ‘Devlet Felsefesi’ üzerine bir söyleşi yapmamam istenmişti. ‘’ Devlet nedir, devlet nasıl ortaya çıkmıştır, devlet öncesi topluluklar nasıl yaşıyordu, üretim ilişkileri ile devlet yapılanması arasında nasıl bir ilişki var, Hegel ve Marks’ın devlet anlayışının karşılaştırılması, devlet ve yabancılaşma gibi, Sorulardan sonra Gramsci’nin Praxsist devlet ile Kartel devletin aralarında bulunduğu 12 soru yöneltmiştim. Değerli profesör soruların devletle ilgili bütün detayları kapsayacak nitelikte olduğunu bu sorulara cevap vermenin çok geniş zamanını alacağı; Gramsci, Praxsist ve Kartel devleti de ilk kez duyduğunu belirterek söyleşi yapamayacağını söyleyerek soruları geri çevirmişti.
Hocayı en samimi duygularımla kutlamıştım. Çünkü bilmediğini biliyormuş gibi televizyon kanallarında arz-ı endam ederek ağız dolusu konuşan o kadar gazeteciden profesöre insan var ki birilerinin gözüne girebilmek veya alçakları program başı para için kanallar arasında mekik dokumaktadırlar. Doğrusu bu insanların zaman ayırıp da üniversitelerde nasıl öğretim görevi, dekanlık ve rektörlük yaptıkları da benim için merak konusu! Üniversitelerde öğretim görevliliği ve yöneticilik zor bir iş olmasa gerek ki bolca zamanları oluyor, uzmanlık konuları olmadıkları halde hemen hemen güncel olarak değişen her konuda inceleme, araştırma yapıp analizlerde bulunabiliyorlar! Tartıştıkları konularda ne kadar hazırlıklı ve bilgi sahibi oldukları da ellerindeki gelişmiş cep telefonlarının internet sitelerine girip oradan okuma yapmalarından açıkça belli oluyor…
Kartel parti ve devlet hangi ölçülerde biliniyor diye siyaset bilimiyle az çok ilişkisi olan çevremdeki insanlarla da bilgi alış verişinde bulunmaya çalıştım. Hiç kimse ‘’ Kartellerin egemen olduğu partiler ve devletler. ‘’ demekten öteye gidemedi. Belli ölçüde haklı olabilirler de…
Önce ‘kartel’ den başlamak gerekiyor galiba. Aslında Cartel (kartel) Ortaçağ’da feodal devletlerin birbirlerine savaş açtıklarını gösteren yazılı belgedir. Latince olan bu sözcük aynı zamanda düelloya davet anlamına da gelir. Yani bir meydan okuma…
İşin özüne bakılırsa kartelleri de ekonomik alanda hem tüketiciye hem de hammadde üreticisine karşı bir meydan okuma olarak görmek olasıdır. Çünkü aynı emtiayı üretip, aynı hizmeti sunanlar kendi aralarındaki rekabeti ortadan kaldırarak veya bu rekabeti azaltmak amacıyla bir araya gelip tekel oluşturur veya daha önce oluşturulan tekelleri koruyarak tüketicilerin ekonomik seçeneklerini, özgürlüklerini kısıtlamayı amaç edinirler. Aynı zamanda sermayeleri yeterli olmayan zayıf şirketleri de ortadan kaldırarak tek başlarına piyasaları denetler duruma gelirler. Bu büyük şirketler kardan zarar etmemek için kendi aralarında anlaşarak üretmiş oldukları emtia fiyatlarını istedikleri gibi belirler.
Bu durumu basit bir örnekle somutlaştırayım. Diyelim ki bir ülkede A,B,C,D otobüs veya uçak firmaları olsun. Doğal olarak yolcular bu firmalardan hangisi daha ucuz bilet satıyor ve kaliteli hizmet sunuyorsa onu tercih edecektir. Bu da firmalar arasında rekabete neden olacak ve her firma yolcu kapasitesini arttırmaya çalışacaktır. Firmaların kendi aralarındaki bu rekabet karlarının düşmesine neden olacaktır. Bu A,B,C,D firmaları bir araya gelip ‘ Bundan sonra şu fiyattan aşağı yolcu ve kargo taşımayacağız, yolculara yiyecek ve içecek dağıtmayacağız, servis araçlarını kaldıracağız …’ deyip anlaştıklarında bir kartel oluşturmuş olurlar.
Bunlar devlet eliyle oluşuyorsa mecburi kartel, firmaların çıkarları gereği oluşturduklarına da serbest kartel denir. Her iki durumda da rekabet ortadan kalkıyor. Karteller ürettikleri ürünlerin ve satın aldıkları hammaddenin fiyatlarını ve şartlarını kendileri belirleyebilir, piyasayı kendi aralarında bölüşebilir, üretimin çeşidini ve miktarını belirleyebilirler. Diyelim ki Türkiye’de 100 tane iplik fabrikası var. Bunların temsilcileri bir araya gelerek ‘’Bu yıl pamuğa 3 liradan fazla fiyat vermeyeceğiz. Ürettiğimiz ipliğin fiyatını da 15 liradan aşağıya satmayacağız.’’ Diye bir karar aldılar. Pamuk üreticisi başka da alıcı olmadığından ürettiği pamuğu 3 liraya satmak zorunda kalacaktır. Dokumacı ve konfeksiyoncu da başka iplik satıcısı olmadığından ipliğin kilogramını 15 liradan almak zorundadır.
‘’Ben pamuğun kilosunu 4 liradan alacağım, ürettiğim ipliği de 121 liradan satacağım.’’ Diyen bir firma sahibi de ortaya çıkabilir. Kartellerin görevlerinden birisi de bu tür densizleri engellemek veya ticaret piyasasından silmektir.
Dünya çapındaki en büyük kartellerden birisi petrol üreten ülkelerin bir araya gelerek oluşturdukları OPEC’tir. 1973 yılında aldıkları kararla petrol üretimini sınırlamış, dünya çapında fiyatları da artırmışlardı. Bu durum Türkiye’nin de katıldığı Ürü vizyon şarkı yarışmasında Ajda Pekkan’ın seslendirdiği şarkının temasıydı.
Bankalar da para alıp satan kurumlar olarak kendi aralarında oluşturdukları büyük bir karteldir. Hani bir zamanlar ‘’ Aslında yok birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız.’’ Diye bir reklam vardı ya işte tam da bu kartel oluşumunu anlatıyordu. Bankalar kendi aralarında mudilerden topladıkları paralara ne kadar faiz vereceklerini, topladıkları bu paraları kime, %kaçla satacaklarını kendi aralarında kararlaştırarak kartel oluşturmuşlardır.
Bunların üretim, fiyat, satın alma, bölge, satış (büro), koşul kartelleri gibi değişik alanlarda faaliyet gösteren türleri vardı. Bunları tek tek açıklamak yerine kartellerin genel özelliklerini sıraladıktan sonra kartel parti ve kartel devleti anlayışına değinmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Birincisi kartel, meydan okuma özelliği taşır.
İkincisi, kendi aralarında rekabeti azaltmak ve giderek yok etmeyi amaç edinirler.
Üçüncüsü, üretimi denetlemek ve kârları en üst seviyeye çekmektir.
Dördüncüsü, benzer mal ve hizmet üreten yeni firmaların sektöre girmesini engellemektir.
Beşincisi, ya devlet eliyle (mecburi) ya da serbestçe oluşurlar.
Özetlersek ekonomik alanda tek belirleyici ve egemen güç kartellerdir.
Şimdi siyasal kartele atlayabiliriz.
Partiler belirli bir siyasal programı uygulayıp gerçekleştirmek amacıyla bir araya gelen kişilerin oluşturduğu örgütlerdir. Bunlar ya kitle ya da kadro parti özelliği taşıyabilirler. Ünlü sosyal bilimci Maurice Duverger bu iki parti yapılanmasına dayanan bir karşılaştırma yapılmasını önerir. Sosyal olaylar incelenirken de partilerin sosyolojik bir varlık olarak ele alır. Daha sonraları Lawson gibi bazı düşünürler M. Duvarger’in gliştirdiği parti anlayışını revize eder. Zamanla bu klasik parti tanımı ve anlayışı dışında yeni bir parti formu ortaya çıktı. Katz ve Mair’in tanımladığı bu partiye kartel parti. Devletin bu doğrultuda yapılanıp yönetilmesine de kartel devlet denmeye başlandı.
Kartel partinin en belirgin özelliği devlet kaynaklarının kullanılmasıyla ilgilidir. Kartel parti kendi gelişimi ve başarısı için vatandaşın ortak kaynaklarını kendi tabanına dağıtmak suretiyle devlet ve partiyi iç içe geçiriyor ve parti içi bir rant paylaşım sistemi oluşturuyor. Böylece en alt kesimdeki taraftarlarının dudağına da bir parmak bal çalarak onları memnun ederken aynı zamanda onları partiye bağlıyor ve seçimlere katılımı da arttırıyor. Ülke koşulları çok kötüye gitse de bir parmak baldan hoşnut olan taraftarlar partinin militanı durumuna geliyor, partinin başarası için elinden gelen çabayı göstermekten geri durmuyor.
Devlete egemen olmak isteyen partiler bazen tek başına kartel oluşturamazlar. Bundan dolayı birbirleriyle rekabet eden parti ve uzantılarını bir araya getirerek siyasi rakiplerini etkisiz bir duruma getirmeleri ve ortadan kaldırmaları gerekir. Zamanla birbirleriyle ağza alınmayacak laflarla amansızca rekabet eden, bir birlerini suçlayan partilerin çıkarları için iç içe geçerek veya dışarıdan verdikleri destekle oluşturdukları partiler de kendi aralarında kartel oluşturmuş olur. Bu oluşturulan kartel parti kendi birliğini koruyup geliştirmeye çalışırken kendine zarar verecek yeni yeni oluşumları da engellemeye çalışırlar. Zamanla iç içe olan, el ele beraber aynı yollarda yürüyenlerin yeni bir oluşum içine girdiklerinde nasıl suçlandıklarını, nasıl engellendiklerini ve siyaset sahnesinin dışına nasıl akıl almaz yöntemlerle atılmak istendiklerine tanık olmaktayız.
Kartel Parti vasıtasıyla kartel bir devlet oluşturanlar, kuvvetler ayrılığını da ortadan kaldırarak devleti tekelden yönetmeye çalışarak mecburi bir yönetim karteli oluştururlar. Farklı düşüncelere, bilim insanlarının düşüncelerine önem vermezler çünkü doğru da tektir ve onların tekelindedir. Hatta vatandaşın olan kaynakları devlet karteli eliyle kullanarak sözde bilim ve sanat, kültür çevrelerinden elle tutulur tarafı olmayan projeleri uygulayacak taraftarları da rahatlıkla bulabilmektedirler. Hangi kültür ve sanat olaylarının kime, hangi amaçlarla, hangi kaynaklarla , hangi maliyetlerle yapıldığının araştırılması bu konuda çok ilginç sonuçlar ortaya çıkaracağından eminim.
Basın yayın alanı da kartelin dışında kalamaz elbette. Birkaç basılı ve görsel medya kuruluşunun dışında medyanın ‘’ Sahibinin sesi ‘’ işlevini nasıl büyük bir başarıyla yerine getirdiğine tanıklığa gerek bile yok.
Kartel partinin en belirgin özelliklerinden birisi esas olarak eş, dost, akraba ve yakın aile çevresinin devlet kadrolarında geniş ölçüde istihdam edilmesidir.
Sonuç olarak gerek firmaların oluşturdukları serbest karteller olsun, gerek devlet eliyle oluşturulan mecburi karteller olsun hangi alanda olursa olsun rekabeti ortadan kaldırdıklarından ve sınırlayıcı oluşlarından dolayı gelişmeyi önleyici bir özelliğe sahip olmaları nedeniyle, birçok ülke anti-kartel yasalar çıkartmış ve bu yasalara uymayan firmalar cezalandırılmaktadır.