Gen İşliyordu
Annemiz, babamız ve belki büyük annemiz ve büyük babamız, artık o her kimse, ondan milyon kere el değiştirmiş sonra bizim elimize gelmiş bir anahtar bir kapıyı açıyor ve ihtimaller kendini milyonla çarpıp göğe yayılıyor, sağımıza, solumuza, önümüze, arkamıza; biz onlara yıldız diyoruz. Sonra dünyanın en bilge mendereslerinin aktığı, niyetinden emin bir el bir yönü işaret ediyor. Parmağının ucundan şap şap damlıyor yüzyıllık damıttığı, ondan beslenip ondan beslediği ne ise o. “Buradan,” diyor, “yürüsene, buradan diyorum. Y’ol burası çocuğum.”. Titreyen elleriyle gülümseyerek bir avuç hikâye uzatıyor, çoktan yürünmüş ve ama güvenli olduğu var sayılan bir yolun hikâyesi bu. Geri kalan tüm yollar birden tadilata giriyor, önlerine bariyerler konuluyor, “Dikkat! Tehlikeli” yazıyor hepsinin önünde ve mecburi istikametle tanışıyor insan. Bir yönü göstermek isteyen, yol açmaya azimli parmaklar bilerek yahut bilmeden niyetinin bi o kadaaar uzağında haydut olup önüme iniyor, dört parmaklık yolumu kesiyor birden.
Oysa evren… genişliyordu ya hu.
Bir kürenin içerisinde müfredatı çoook önce belki sapienslerce belirlenmiş bir yola gidiyor ayaklarım. Ekseni sapmazdı ya bu kürenin, benden öncekilerde mesela sapmamıştı hiç. Küre işte yörüngece, bildiğince dönerdi. “Ama ben resim yapmayı seviyorum.” diyemezdin mesela, sözlüğünde bulamazdın bu sözcükleri. Sayılarla dolu çantanı taşıyamamaktı ömrün her çağında kazanımlar listesinin başı. Çantama baktım; annemin yüzü, babamın yüzü, eh bir de sipaninin ıscak yüzü vardı. Çantam ağır, çantam çer-çevreliydi.
Evren… genişliyordu ama.
Duvarımda asılı saatte gördüm ilk, sonra herkesin bağırdığı formal yasayı öğrendim: gün 24 kere bölünmüş nefis bir pastaydı. Bir masada “insan belgeseli” adlı bir projede bir ahuyu izlerken, bahçem bahar kokarken doyamadım çabuk bitti, pasta kalmadı. Başka bir masada yine, bir kadın en mahrem yerinden müsaadesizce hançerlenirken bereketlendikçe bereketlendi pasta çoğ-aldı. 24 eş parçaydı hani? Herkes böyle demişti? Eşdi, eşitti? Doğrunun dili sağca mı, solca mı; bir ahu evinde mi doğru, hırsızın uzattığı elde mi? Eşit neredeydi? Yoksa çantam gibi küçük müydü doğrunun da cebi?
İş bu ya evren… genişliyordu işte.
Vücudumda mesela yaradılış kabı dedikleri bir şey vardı. Ölçüyle ya aşağıdan ya yukarıdan, yukarıysa düğmeye, aşağıysa fermuara ev olacak paylar bırakılmıştı. Tam bu noktalarda fazlalığımız vardı. Söz konusu fazlalık ne ise teması o olan bir ad koydular bana, sormadılar da. E zaten soramazlardı, çünkü evimden bir ada sahip olmak için koparmışlardı, ben şaşkın koca gözlerle elmanın günahını taşıyıp bu yabancıları tanımaya çalışırken, onlar beni çoktan tanımışlar bana nasıl sesleneceklerine, ne giyineceğime, kendilerine ne diyeceğime, nasıl davranacağıma, nelerle oynayacağıma, kiminle evleneceğime, hangi işe sahip olacağıma falan karar vermişlerdi. İronik ki öteki taraftan hepsi hep bir ağızdan özgürlükten, seçim yapmaktan ve seçimlerinin iyi-kötü bedelleri üzerinden, abilerinden aldıkları siyaseti eve taşıyorlardı, önümü aydınlattığını düşündükleri led ışıklarını yoluma sağlı sollu çakıyorlardı. Böylelikle hiç seçmediğim seçimlerimin adı, geçmez alın yazım oldu.
Yaradılışça adım neyse onunla seslendiler bana,
Adem ya da Havva…
Cennet ya da elma…
Durdurulamıyor, evren durmuyor…
genişliyordu oysa.