DİL ,SÖZCÜK ve DEMAGOJİ
Yeni bir eleştiri biçimi yöntemiyle karşı karşıyayız. Ölen birisinin kendinden sonra yaşamış olan birisini eleştirmesi veya ona seslenmesi yöntemi bu. Gerçi edebiyatta özellikle roman türünde ve kurguya dayanan diğer eserlerde değişik çağlarda yaşayan karakterlerin bir araya getirildiğini hatta sonralara ve öncelere seslenen romanların yazıldığına tanığız. Jules Verne eserleri ile Oryana Fallaci'nin '' Doğmamış Çocuğa Mektuplar '' eserini bu konuda sadece anımsatıp geçeyim. Roman, yazın eserleri arasında olanakları en geniş olan türdür.İstediğiniz biçimde kurgulayabilirsiniz. Bilimsellik iddiasında olan birisi, hele bilimsel bir makale yazıyorsa böyle bir yolu denemesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Örneğin Aristoteles'in Althusser'i eleştirmesi söz konusu olamaz, ancak bir Aristotelci olarak Marksist olan Altuhsser'in felsefi anlayışını eleştirebilirsiniz ,bunu da cesaretle yaparsınız.Düşüncelerini benimsediğiniz filozofu refarans gösterirsiniz,ondan alıntılar yaparsınız,eleştirmek istediğiniz filozofun veya taraftarlarının önüne koyarsınız..! . '' Hegel'in Marks Eleştirisi '' adlı makaleyi okuduğum zaman bunlar aklıma geldi. Bir filozofun kendinden sonra gelen bir filozofu eleştirmesine bilim dünyasında ben hiç rastlamadım.Çünkü bu bilim olmaz fantastik bir spekülasyon olur.Üstelik Marksizmin kurucuları olan Marks ve Engels Hegel'in yöntemini ayakları üzerine doğrultarak almış ve kabul etmişlerdir.
Hegel ve Marks zaman olarak rastlaşsalar da birincisinin ikincisini eleştirmesi söz konusu olamaz. Çünkü Hegel öldüğünde Marks henüz 12-13 yaşlarındadır. Öyleyse yazar Marks ile ilgili eleştirilerini demagojik bir dille Hegel'e yaptırıyor. Bu, aynı zamanda gelebilecek eleştirilere karşı bir savunma mekanizmasıdır.Bu karmaşık,demagojik dilin nedenlerini daha önceki bir yazımda genişçe ele almıştım.
****
Demagoji, Yunanca ''halk'' anlamına gelen demos ile '' kendine çekme,sürümek,yürütmek,liderlik etmek '' anlamlarına gelen agein'den meydana gelmiş birleşik bir sözcük.
Demagoji,ne yazık ki sığ düşünceye sahip,kendine aydın diyenlerin sıkça başvurdukları bir hastalık.Halkına,alıcısına yabancılaşmış laf cambazları,anadilde var olan yeteli sözcük yerine yabancı sözcükler kullanırlar,gerekli olmadığı halde terimlere çokça yer verirler,eş anlamlı sözcükleri sıkça bir arada kullanırlar...çekinmeden yalan söylemek,gerçekleri çarpıtmak,korku salmak,günah keçisi yaratmak gibi kontrol yöntemlerinin yanında;duygusal ve güçlü retorik,hakaret,alay,Projeksiyon,hasımlarını zayıf ve vefasızlıkla suçlamak demagogların belirgin özellikleridir. Bunları karizmatik birisinin ağzından büyük bir etki yaratır ve ''çobanvari'' bir yönetimin ortaya çıkmasına neden olur.
Demagojinin temelinde kendi saygınlığını arttırmak,bir kimseyi veya topluluğu kandırmak,kendini kabul ettirmek,taraftar kazanmak yatar. Yunanca'da önceleri '' Halkı çekip çeviren'' yöneticiler için kullanılan demagog sözcüğü, M.S. 5. yüzyıldan sonra Atina'daki ilk demokrasi denemesinden sonra olumsuz bir terim olarak kullanılmaya
başlamıştır.
Demagog,kopan fırtınada kayalara çarparak derin yaralar almış,batmak üzere olan gemide herhangi bir sorun olmadığını,her şeyin yolunda olduğunu; durgun,çarşaf gibi bir denizde parlak sözleriyle fırtınalar yaratıp yolcuları panikleten kişinin sıfatıdır.
Ekonomi dibe vurmuşken,işsizlik alıp yürümüşken,eğitim- öğretim sürekli gerilerken,dünyada itibarı yerlerde sürünürken ,içeride vatandaş açlıkla pençeleşirken halkı tam tersine inandıran kişidir demagog.
Dünya bir çok demagog tanımıştır.Yakın tarihte Hitler ve Mc Carthy en ünlüleridir.
Rahmetli Süleyman Demirel'e gazeteciler soruyor : Efendim, bizim komünist Bulgaristan'dan elektrik aldığımız söyleniyor . Demirel'in cevabı tam bir demagogun cevabı:
-Ne münasebet efendim ! Yazın biz onlardan alıyoruz,kışın onlar bize veriyor. Düşüncelerindeki tutarsızlık ortaya konduğunda '' Dün dündür,bu gün bu gündür. '' diyebiliyordu.
****
Dil canlı bir varlıktır.Toplumsal,ekonomik,kültürel değişime uygun olarak,anlam aktarmaya yarayan dil dediğimiz dizge de değişime uğrar. Bir insanın kendini veya bir anne babanın çocuğunun değişimini kolay kolay fark edememesi gibi toplum da dilinin değiştiğini kolay kolay izleyemez. Bu değişim anlatım aracında -işaretten konuşma ve yazı diline kadar -olduğu gibi,ses,şekil,anlam,cümle yapısı için de geçerlidir.
Günümüzde kullanılan ve yazı dili durumuna getirilen diller toplu yaşamanın,birlikte iş tutmanın ürünü olarak bir zorunluktan oluşmuştur,El - beyin ilişkisi bunda büyük rol oynamış ve kavramların oluşmasına neden olmuştur. Yansılama ve onomatope sözcükler ilk anlaşma araçları olarak kabul edilebilir. Örneğin toplu olarak yaşadıklarından maymunlarda yansılama dili oldukça yaygındır. Şempanze bir başka şempanzeden muz isteyecekse kolunu havaya kaldırır ve avucunu kapatır.
Yansılama olayını küçük çocuklarda gözlemlemek daha da kolay. Örneğin bir bebekler kendisinin kaldırılıp kucağa alınmasını istediklerinde kollarını havaya kaldırıp popoları üzerinde adeta yaylanma yanılsamasında bulunurlar. El -kol, yüz -göz, kafa ( Jest-mimik) hareketleriyle yaptığımız gel,git, kalmadı,hayır,olmadı,yazıklar olsun...anlamlarına gelen hareketler de birer yansılamadır.
Bütün dillerde onomatope,ünlem sesler ve sözcükler aşağı yukarı aynıdır.Onomatope sözcükler varlıkların çıkarmış olduklar ses veya sahip oldukları özelliklerin taklit edilmesidir diyebiliriz.Çocuklara gök gürlemesine çıkardığı sesten dolayı ''gürgürbaba'' denmesi gibi. Gürül gürül, şırıl şırıl, güm güm, düt düt, zırt zırt, vız vız,hırıl hırıl,horul horul, ışıl ışıl..vb gibi sözcükleri örnek olarak vermek fikir edinmemiz için yeterli sanıyorum.
Henüz konuşmaya başlayan çocuklara at,eşek,köpek,kedi,kuş,tavuk ,horoz...dediğinizde onunla yabancı bir dil konuşuyormuş gibi olursunuz ve çocuk sizi anlayamaz. Bundan dolayı '' miyav, hav hav,gıtgıdak,cikcik '' gibi onomatope seslerle iletişim kurmak zorunda kalırsınız çünkü onlarda soyut düşünme yetisi daha gelişmemiştir ve deneyimleri de buna olanaklı değildir.
''Ah ,of ,oh ,vay...'' gibi ünlemlerin de bütün dillerde aynı olması üzerinde düşünülmeye değer bir olay.
****
Günümüzde bir çok anlaşma dizgesi yok olmuş veya dünyanın bazı ülkelerinin bazı bölgelerinde arkaik olarak varlıklarını sürdürmektedirler.Çağımızda esas olarak bir konuşma dili ve onun kodlanmış biçimi olan yazı dilinden söz edebiliriz.Gerçi teknolojinin gelişmesiyle birlikte yeni anlaşma dizgelerinin ortaya çıktığını da görüyoruz. Örneğin bilgisayar dili...Belki de çağımızda konuşulan dillerin çoğu da zamanla yok olup gidecektir. İnsan denen tür kendi varlığını devam ettirebilirse veya kendi kıyametini koparmazsa anlaşabileceği, dünyaca konuşulan tek bir teknolojik dile doğru evrilecektir. Konumuz bu olmadığından sadece kafalarda bir soru çengeli olsun diye yazdım.
Dil, anlamlı yada görevli sözcüklerden oluşur. Bu sözcükler belirli kurallar dahilinde bir araya gelerek duygu ve düşünceleri ortaya koyan anlamlı dil birliklerini oluştururlar.Bu insanların,ulusların aynı zamanda dünya görüşüdür. Öyleyse dili : ''Anlam aktarmaya yarayan işaretler sistemi.'' olarak tanımlayabiliriz.
Böylece dildeki sözcükleri genel olarak ikiye ayırmak olasıdır.
1- Anlamlı sözcükler ( ad,eylem gibi )
2-Görevli sözcükler (ile ,ve,gibi,için,göre,kadar,dek,değin,denli,beri,karşın,karşı,üzere, ,gibi,ya,veya,gibi,dek,kadar..gibi)
Sıfat ( ön ad),adıl ( zamir ) gibi sözcükler de ad kavramı içinde değerlendirildiğinden ''anlamlı sözcükler'' kapsamına almak mümkündür. Örneğin 'sarı ' ve 'bir ' sözcüklerinden birincisi renk,ikincisi de rakam ismidir. Ama '' sarı yapraklar '' veya ''bir ağaç'' tamlamalarında sarı ve bir sözcükleri isim olmaktan çıkar ,kendinden sonra gelen adları niteleyip belirttiğinden sıfat ( ön ad ) özelliği kazanırlar.
Ayrıca adlarla özdeşlik gösteren '' bu, şu, o, bazı,kimi,çoğu..'' gibi sözcükler de kendinden sonra gelen bir ismin tamlayanı durumunda ise sıfat olur,bir isim yerine kullanılıyorsa adıl yanı zamir olurlar.
Bu açıklamalardan sonra '' Hegel'in Marks Eleştirisi'' diyen filozoftan aldığımız şu alıntıyı değerlendirmeye geçebiliriz.
''Her sözcük bir imdir,simgedir,bir nesneyi işaret eder.
Ayrıca her sözcük bir işaret değil,bir içeriktir.'' Yani,
1- Her sözcük bir imdir,simgedir.
2-Her sözcük bir nesneyi işaret eder.
3-Her sözcük bir işaret değil,bir içeriktir.
''İm '' TDK sözlüğüne göre anlamlı iz ya da davranış,,anlam yükletilen şey,belilik,iz, İŞARET,nişan gibi sözcüklerle karşılanmış, Aristoteles: ''Duyumun bir nesneye benzeyen varlık'' olarak belirtirken Descatrtes ise '' Zihnin ,şeylerden edindiği tasarım ya da düşünce.'' olarak tanımlıyor.
'' Simge '' sembol sözcüğünün eş anlamlısıdır.Bir düşünceyi ,bir kavramı belirten,onun simgesi,niteliği,amblemi olan İŞARET ,canlı varlık ya da nesnedir. TDK sözlüğünde de ''kararlaştırılmış belirli bir anlamı olan resim,harf,bitki hayvan gibi İŞARET (remiz) '' olarak tanımlanıyor. Örneğin bayraklar ülkelerin simgesidir,elementleri gösteren ( AU= altın gibi) harfler,adaleti temsil eden ''TERAZİ'' ...
Bu tanımlara baktığımızda im ve simgelerin derin anlamlar yükletilen semboller,işaret ve davranışlar olduğunu anlıyoruz. Oysa yukarıda da yazdığım ilgeç(edat)lerin herhangi bir anlamları olmadığı herhangi bir imge ve simge de değildir ve her hangi bir nesneyi de işaret etmezler. '' İle,gibi,ya,için..'' vb dil birlikleri sadece görevli sözcüklerdir ve sözcükler arasında anlam ilişkisi kurarlar. Bu ilişki amaç,neden-sonuç,benzetme,görelik,araç ilişkisi..açılarından olabilir.Bir iki örnekle somutlaştırayım :
''Karanlıktan aydınlığa,yokluktan varsıllığa çıkmak İÇİN çaba harcadık.'' Bu cümledeki büyük harflerle yazdığım ilgeç amaç ilgisi kurmaktadır.Yani çok çalışmanın amacı karanlık ve yoksulluğu yok ederek aydınlık ve zenginliğe kavuşmaktır.
'' Alevden bir pişmanlık gibi yiyorum kendimi.'' cümlesindeki '' gibi '' edatı benzerlik amacıyla kullanılmıştır.
İlgeçlerin yanında Türkçe'de görevdeş ögeleri ,anlamca ilgili tümceleri birbirine bağlayan salt anlamları olmayan bağlaç sözcükler de vardır.Her ne kadar Türkçe bağlaç kullanmayı gerektiren bir özelliğe sahip değil ise de '' ve,ya, ya da, ayrıca, da, de, ile,ki, ama, ancak,oysa ki,meğer, hem..vb. 'bağlaçların olduğunu da anımsatalım. Bu bağlaçlara da iki örnek vereyim.:
'' Perçemli Sokak'sız VE Aşık Merdiveni '' siz bir Oktay Rıfat düşünülemez.'' cümlesinde birliktelik,özdeşlik vurgulanmakta.
''Gülmezdi YA yine de her sabah bana aydınlık bir şeyler getirirdi '' cümlesinde ''ya'' bağlayıcı bir görev üstlenmiştir.
Bu örneklere baktığımızda ilgeçler ve bağlaçların tek başlarına:
1- İm ve simge değildirler.
2-Herhangi bir nesneyi işaret etmemektedirler.
3- İçerikleri yoktur ve kendiliğinden özge bir işaret değildir.
Aslında yazarından aldığımız şu tümce de kendisini olumsuzlaştırmaktadır :
'' Her sözcük bir işaret değil,bir içeriktir.''
Oysa yazar '' Her sözcük bir imdir,simgedir.'' derken onun bir işaret olduğunu en başından itibaren bize vermeye çalışmıştı. Her nedense sonradan sözcüğün bir ''işaret'' olmadığını bir ''içerik ''olduğunu bize anlatmaya çalışıyor. Eğer yazar bir sözcüğün hem '' işaret '' hem de '' İçerik '' olduğunu yani sözcüğün iki özelliğini birden vermek istiyorsa dilini ve imla kurallarını gözden geçirmesi gerekiyor. Öyleyse bu cümlenin şöyle olması gerekirdi:
'' Bir sözcük sadece ( yalnızca) bir işaret değil aynı zamanda bir içeriktir.'' Cümle değişik biçimlerde de oluşturulabilirdi.
Aslında dil bilimde sözcüğün ''İşaret'inden söz edilmez. Sözcüğün ŞEKİL ( Kök+yapım ekleri+çekim ekleri ) ve anlam bilgisin olan SEMANTİKten söz edilir !