ESKİ YUNAN MİTOLOJİSİNDE KADIN VE AŞK
Hasan Aydın
Eski Yunan mitolojilerinde, kahramanların tıpkı tanrılar gibi sevdikleri uğruna yaptıkları savaşlar, çekişmeler konu edinildiği gibi, ilk insani aşkın nasıl ortaya çıktığının da sorunsallaştırıldığı görülür. İlk insani aşkın ortaya çıkışı meşhur Pandora mitinde ortaya çıkar. Bu mit hem kadının yaratılışını hem de ilk insani aşkın ortaya çıkışını anlatır. Hesiodos’un anlattığı öyküye göre, zekâ ve ateş tanrısı olan Prometheus, insanlara vermek için gökten ateşi çalınca , ulu Tanrı Zeus ona kızar ve insanlara ceza olsun diye Pandora’yı yaratır. Pandora –pan (bütün), doron (tanrıların insanlara armağanı)- adını verdiği bu kadının içine her türden kötülüğü sokar ve onu, insanların başına güzel bir bela (kalonkakon, beautifulevil) olarak musallat eder. Öyküyü Hesiodos şöyle dile getirmektedir:
“Prometheus çaldı Zeus’un ateşini insanlar için,
Sakladı onu nartheks içinde.
Kızdı bulut devşiren Zeus, dedi ki ona:
İapetos oğlu, sivri akıllı kişi,
Seviniyorsun ateşi çaldın, beni aldattın diye,
Ama bil ki, dert açtın kendi başına da:
Çaldığın ateşe karşılık bir bela,
Öyle bir bela salacağım ki insanlara,
Sevmeye, okşamaya doyamayacaklar bu belayı.
Böyle dedi ve kahkah güldü insanların ve tanrıların babası.
Namlı şanlı Hephaistos’u çağırdı hemen:
Bir parça toprak al, suyla karıştır, dedi,
İçine insan sesi koy, insan gücü koy,
Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz tanrılara benzesin,
Bedeni güzelim genç kızlara.
Athena, sen de ona el işlerini öğret dedi,
Renk renk kumaşlar dokumasını öğret.
Nur topu Aphrodite, sen de büyülerinle kuşat onu,
İstekler, arzularla tutuştur gönlünü.
Yüz gözlü devi öldüren Hermeias, sen de
Bir köpek yüreği, bir tilki huyu koy içine.
Böyle dedi Zeus, onlar da yaptılar dediğini:
Koca Hephaistos, topal Tanrı hemen
Bir kız biçimine soktu toprağı.
Gök gözlü Athena süslü kuşağını salı verdi beline.
O canım Kharitler ve o güzelim Peitho
Altın gerdanlıklar taktılar boynuna.
Horalar bahar çiçekleriyle donattılar saçlarını,
Hermeias doldurdu göğsüne yalanı dolanı,
Uzaktan gürleyen Zeus’un oluyordu isteği.
Ses koydu içine o tanrılar kılavuzu
Ve Pandora adını taktı.
Pandora demek bütün tanrıların armağanı demekti,
Çünkü bütün Olymposlular insanların başına bela etmişti onu.
Tanrıların babası kurunca bu düzeni,
Epimetheus’a gönderdi Pandora’yı
Kılavuz Tanrı Hermeias’la.
Epimetheus unuttu Prometheus’un dediğini:
Zeus’tan armağan alma demişti ona Prometheus,
Alırsan ölümlüleri derde sokarsın demişti.
Armağanı aldı ve alınca anladı
Başına bela aldığını.
Eskiden insanoğulları bu dünyada
Dertlerden, kaygılardan uzak yaşarlardı.
Bilmezlerdi ölüm getiren hastalıkları.
Pandora açınca kutunun kapağını,
Dağıttı insanlara acıları, dertleri.
Bir tek umut kaldı dışarı çıkmadık
Kapağı açılan dert kutusundan.
Umut tam çıkacakken Pandora kapamıştı kapağı.
Böyle istemişti, bulutlar devşiren Zeus.
O gün bugündür insanların başı dertte,
Toprak bela doludur, deniz bela dolu,
Geceler dert doludur, gündüzler dert dolu,
Belalar başı boş dolaşır sessizce
Ölümlülerin çevresinde.”
Hesiodos’un hem Theogonia (Tanrıların Doğuşu) hem de ErgakaiHemerai (İşler ve Günler) adlı yapıtında uzun uzadıya anlattığı bu efsane, ErgakaiHemerai’deki bağlamıyla birlikte ele alındığında, köylülere insan emeğinin gerekliliği ve bereketi hakkında öğüt vermeyi, dünyada çalışma ve meşakkat sorununun nasıl ortaya çıktığını açıklamayı erekler. Açıklanmaya çalışılan sorun felsefi bir sorundur ; ancak yanıt mitolojik bir temelde ortaya konur. Mitolojik yanıta göre, başlangıçta sadece erkek türü vardır ve tanrılarla birlikte yaşamaktadır. Bu dönemde, erkeklerden oluşan insan türü için, çalışma ve zahmetin söz konusu olmadığı bir cennet hayatının yaşandığı bir altın çağ söz konusudur. Ancak insanların destekçisi olan Prometheus tarafından, boğanın tanrılarla insanlar arasında paylaştırılması ve tanrılardan ateşin çalınması ve insanlara verilmesi ile yeni bir süreç başlar ; özellikle çalma işine kızan Zeus, bu duruma bir ceza olarak Pandora’nın, bir diğer deyişle kadının yaratılmasına karar verir. İşte bu andan itibaren dünya, çalışma yükümlülüğünün olduğu, hastalık, acı ve kederlerin eksik olmadığı bir sahneye dönüşür ve altın çağdan bir uzaklaşma yaşanır. Bu motif, özü itibariyle İbrani geleneğindeki cennetten düşüş mitini anımsatmaktadır. Mitolojide kadının varlık nedeni, Prometheus’un cezalandırılmasına bağlansa da, ironik bir biçimde erkeğe tanrısal bir hediye (doron) olarak gönderildiği, erkeğin sevmeye ve okşamaya doyamadığı, erkeği kandırmak için güzel bir biçimde süslenmiş bir bela (kalonkakon) olarak sunulduğu görülür. Zeus, Prometheus’a, ateşi çaldın madem, ben de insanlara bir kalonkakon yollayacağım, der. Kalonkakon, güzel bela, musibet demektir. İnsanların yüreklerini ısıtan, izlemeye doyulamayan bir bela. Zeus, bu iş için demir ustası, heykeltıraş, topal Hephaistos’u görevlendirir ve ona su karılmış bir kilden ölümsüz tanrıçalardan farksız bir kadın yapmasını salık verir. Ona, parthenos biçimini vereceksin, der. Parthenos, evlenme çağındaki genç kız veya henüz çocuk sahibi olmamış, doğum yapmamış genç kadın demektir. Ortada sadece erkek türü bulunup kadın olmadığına göre, parthenos biçimi nereden kaynaklanıyor? O zamanlarda insanların dişisi yoktur, fakat parthenoi, yani tanrıçalar vardır. Sözgelimi, Athena, Artemis, Hestia güzel tanrıçalardır; yani tanrılar katında dişiler vardır. Hephaistos’a verilen görev, ilk insan parthenos‘u olacak bir kadın üretmektir ve bu insan parthenos’un ayırıcı özelliği de tanrısal parthenos’un, yani ölümsüz bir tanrıçanın görünümüne tıpa tıp benzemesidir. Hephaistos işini bitirince, Zeus, Athena, Hermes ve Aphrodite’yi çağırır; ona beyaz bir elbise, nakış işlemeli, ışıltılı muhteşem bir duvak verirler; Hephaistos’un imal ettiği, üzerinde bütün hayvanların tasvirleri olan ve bakanların tasvirleri gerçek zannettikleri bir taç giydirirler. Kısacası Pandora, dış görünümüyle, kıyafetiyle ve takılarıyla göz kamaştırmaktadır; etrafına kharis yaymaktadır. Kharis, zerafet, çekicilik, ışıltılı güzellik, ayartma anlamlarına gelmektedir. Kharis, Pandora’ya tanrıçalar tarafından bahşedilmiştir. Ayartmanın ve güzelliğin karşı konulamaz pırıltısı, yani kharis bahşedildiği sırada, Hermes onu canlandırır; ona insani yetenekler ve insani bir ses verir. Ancak onun sesi, peitho’ludur; yani büyüleme, ikna etme ve cezbetme özelliklerine sahiptir. Hermes bu kadına, aynı zamanda, köpek mizacı, yalancılık ve hatta hırsızlık huyu yerleştirir. Dış görünüşü açısından güzellik ve çekicilikle parıldamaktadır, ona aşık olmadan, arzulamadan, cezbe gelmeden bakmak olanaksızdır. Ancak dış görünümü iç görünümünün tam tersidir; çünkü köpek ruhu ve hırsız mizacı barındırmaktadır. Niçin köpek ruhu ve hırsız mizacına sahiptir? Jean-Pierre Vernant’a göre bu sorunun yanıtı, kendisine can verilen ve artık canlı bir varlık olan, erkekler gibi konuşan, dolaşan ve baştan çıkaran bu kadının Hesiodos tarafından bir gaster, yani bir karın olarak tanımlanmasında gizlidir. Nitekim Hesiodos, erkeğin yanı sıra doyumsuz iştaha sahip bir varlık yaratmanın Zeus’un kurnazlığı olduğunu belirtir. Bu varlık ortalama olmaya ve nefis terbiyesine tahammülü olmayan bir varlıktır; hem karnı hem de nefsi açtır ve doyurulmalıdır. Bu nedenle Hesiodos yer yer kadın için, sana gülücükler vermesi, dayanılmaz cazibesini sergilemesi senden hoşlandığı için değildir, senin ambarındadır asıl aklı, yani bir köşeye biriktirdiğin tahıldadır, der ve bir kadına güvenmekle bir hırsıza güvenmek arasında fark olmadığını belirtir. Kadın bir karındır, fakirliğe katlanmasını bilmez; her zaman bolluk ister, bu yönüyle, işçi arıların beslemelerine benzer. Doymak bilmez yeme iştahının yanı sıra doymak bilmez cinsellik gereksinimi de bulunmaktadır ve bu gereksinimi erkeklerden daha fazladır. Kadınlar her cinsel ilişkide erkelerden daha çok zevk alırlar; eğer aşktan duyulan zevk on parçaya bölünseydi, bu parçalardan dokuzu kadına, ancak biri erkeğe düşerdi. Hesiodos’un deyişiyle, kadınlar daha arzulu ve istekli, erkeler ise daha yavaştırlar. Sudan ve kilden yaratılan kadın erkeğin aksine nemli bir mizaca sahiptir; bu yüzden sıcak havalarda kurur ve sıhhatli hale gelir. Hesiodos, kadınların kocalarını ateşe, köseğiye başvurmadan kuruttuğunu hatta yaktığını iddia eder. Kadın kocasını yakar; çünkü yeme iştahını doyurmak için onu olabildiğince çok çalışmaya zorlar ve Yunanlıların gözünde genç ve erişkin erkek özsuyuyla dolu olduğundan, kocasının özsuyunu sağaltarak aynı zamanda cinsel gücünü de kurutmaktadır. Kadının erkeği kurutan ateş olarak nitelenmesi, Prometheus’un çaldığı ateşe bir karşılık olarak yaratılmasıyla ilişkili olmalıdır. Bu anlamda Zeus, ateşe karşılık erkeği kurutan bir ateş yaratmıştır. Prometheus’n uyarılarına rağmen adı üzerinde olayların gerçek yüzünü olduktan sonra anlayan Epimetheus, Pandora’yı görür görmez ona vurulur, yani ilk bakışta aşık olur ve böylece Pandora insanlar içine karışır ve Epimetheus’un eşi olur ve evine yerleşir. Pandora içine buğday, şarap, yağ konan, hatta daha eski zamanlarda evlerin bodrumunda ölüleri saklamak için de kullanılmış pişmiş topraktan yapılma kocaman küplerden birisini Zeus’un emriyle eve getirir. Küp kapalıdır; Zeus Pandora’ya emrettiğinde kapağı açmasını söylemiştir; kapağı bir anlığına açıp yeniden kapatması gerekmektedir. Pandora söyleneni yapar ve küpün içinden daha önce varolmayan hastalık, acı, ölüm, yaşlılık, yorgunluk, doğal felaketler gibi bütün musibetler dışarı çıkar. Dışarı çıkmadan kalan tek şey umuttur (elpis). Bu felaketlerin, Jean-Pierre Vernant deyişiyle, ilginç bir yönü bulunmaktadır; görülmezler ve duyulmazlar, her an insanın başına gelebilirler ve onları çaresiz bırakırlar. Buna karşın kendisi de güzel bir musibet ya da güzel bir şeytan olan Pandora, hem görülür hem de duyulurdur; zira erkekler gibi konuşmaktadır. Fakat onda görülen, ondan işitilen şeyler erkeği çekinmeye iteceği yerde baştan çıkaracak niteliktedir. Onun fiziksel görüntüsü, yani güzelliği her şeyi unutturur ve tatlı ve büyülü sözleri erkeğin aklını başından alır. Pandora miti, görünüşle gerçek arasında bir ayrım yapıp, kadını görünüşte güzel ve cazibeli ama gerçekte bela/şeytan olarak sunduğuna göre, bir erkek bir kadına aşık olup onunla evlenerek niçin ona tahammül eder? Hesiodos’a göre bunun üç temel nedeni vardır.
İlki, kadınlar bütün işlerinde erkeğe sıkıntı yaratsalar, iyiliğe karşı kötülük yapsalar da, yaşlandığı zaman erkeğin yalnızlığını paylaşırlar.
İkinci neden, mülkiyet sorununa odaklanır. Erkek ne kadar mal biriktirirse biriktirsin, evlenmemişse, yani çocuğu olmamışsa, ölüm gelip çatınca, hepsi yabancılara kalır. Yani kadınsız yaşayan erkeğin her şeyi, ölünce yabancıların olur.
Üçüncü neden ise, ölüme karşı ölümsüz olma isteğidir. Bu anlamda buğday sperma’sını/tohumunu saklamak, yaşam veren tohumu filizlensin diye toprağa gömmek, ateşin korunu sönmesin diye kül altında muhafaza etmek zorunda olan erkekler, çocuk sahibi olmak ve ölümsüzleşmek için kendi sperma’larını kadının gaster’inde muhafaza etmeye mecburdur.
İştahının yanı sıra, kocasının ekmeğini ve erkelik gücünü yutması sebebiyle gaster olan kadın, erkeğin ölümünü toptan bir yok oluş olmaktan yalnızca bu karın sayesinde kurtarması sebebiyle de gaster’dir. Kadının tuhumların ekildiği tarlaya benzetilmesi, Mezopotamya’ya değin uzanan kadim bir analojidir ve Yunanlılarda da rastlanır. Erkeğin bırakacağı tohum, kadın vücudunun kıvrımları sayesinde tıpkı buğday tarlasındaki tohum gibi filizlenecek ve erkek, Hesiodos’un deyişiyle, babaya benzer bir evlat sahibi olacaktır. Böylece erkek, kadının karnı sayesinde soyunu sürdürerek ölümsüzleşecektir. Bu ölümsüzlük motifi, felsefi düşüncede işlenerek derinleştirilecektir. Neden babaya benzer bir çocuk? Çünkü Antik Yunan anlayışına göre çocuğun oluşumunda annenin rolü sadece malzemeyi, Aristoteles’çi terminolojiyle söylersek maddi nedeni sağlamaktan ibarettir; bir şeyi o şey yapan biçimi veren yani biçimsel neden babadır.
Hesiodos, bir kadına yönelik aşkı ve onunla evliliği kader olarak niteler ve bırakın deli bir kadınla evlenmeyi, iyi bir kadınla evlenilse bile erkeğin kötü şeyler yaşayacağının altını çizer. Dostların eşleriyle gizli aşk ilişkileri kurmaya karşı çıkan ve kadına evlenirken para ödemeyi öneren Hesiodos, evlenme yaşını belirlemeyi de ihmal etmez; bu gelenek felsefi düşüncede de devam edecektir. O şöyle der:
“Zamanı geldiğinde evlen.
Otuz yaş civarı bu konuda iyi bir zamandır.
Kadın ise, geliştikten dört yıl sonra evlenmelidir.
El değmemiş bir bakire olursa,
Ona istediğin gibi davranabilirisin.
Bu nedenle, en güzeli tanıdıklarından biriyle evlen.”
Pandora’nın kutusundan çıkmadan kalan umut yani elpis’e gelince, öngörülen ancak emin olunmayan bir olay karşısında bekleyişi içermektedir. Olay mutlu bir olaysa ve beklentimiz varsa bu umuttur; ancak olay kötü, tehlikeli ise bu endişedir. Öyle anlaşılıyor ki, Pandora ile birlikte insan hayatı, hayvanlardan farklı olarak elpis’in güdümüne girmiştir. Elpis, hayvanlarda ve tanrılarda karşılaşılan bir şey değildir; sadece umut ve korkuları olan insanlarda görünür. Bu anlamıyla elpis, insanı tanrılarla hayvanlar arasına yerleştiren ontolojik bir ayrım da sunar. Pandora miti, bir bütün olarak kadını tüm paradoksal görünümüyle ortaya koyar; onu biçimsel açıdan yüceltir; ancak karakter olarak aşağılar; yine de erkeğin ölümsüz olması için ona muhtaç olduğunu göstermeye çalışır. Öte yandan mitteki kadına yönelik arzu, tutku, güzellik, umut gibi unsurlar, mitolojik gelenekte, kadının tüm olumsuzluklara rağmen bir aşk nesnesi olarak sunulduğunu ima eder. İzleğin emek ve çalışma bağlamında sunulması, örtük bir biçimde üremenin ve insanların çoğalmasının doğurduğu ekonomik sıkıntılara gönderme yapıyor olabilir.
Erhat (öl. 1982), Hesiodos’un hem Theogonia hem de ErgakaiHemerai adlı yapıtında uzun uzadıya anlattığı Pandora efsanenin, Ortadoğu, özellikle Sami kaynaklı olduğunu ileri sürmektedir. Benzer bir kanının Jaegar tarafından da dile getirildiği, özellikle ilk kadınla, günah ve kötülüğün dünyaya nasıl girdiği ile ilgili anılan mitte, Doğu’nun teolojik düşüncelerine verilen belli tepkilerin izlerinin sürülebileceğini söylediği görülür. Erhat’a göre, bu efsane, âdeta İbrani kökenli Adem ve Havva efsanesinin Yunan mitosuna aktarılmış bir kopyası konumundadır. Onca, kadını her kötülüğün, her dert ve belanın başlangıcında görmek, Yunan görüşlerine pek uymaz; nitekim Hesiodos’tan sonra bu efsaneyi işleyen pek olmamıştır. Yunan yazınında, Homeros şiiri ve onun dile getirdiği iyimser, gülümser dünya görüşü ağır basmış, karamsarlığı olduğu kadar kadın düşmanlığını da silip süpürmüştür. Erhat, bu mitin Yunan geleneğinde çok etkili olmadığını söylese de, Platon’un Devlet’inde kadına verdiği önemi son yapıtı olan Yasalar’da nispeten tersine çevirmesi ve Aristoteles’in kadını sürekli ikincilleştiren söylemi , yine komedya ve tragedyalarda kadını aşağılayan ifadeler onun Yunan kültüründe kadına bakışla ilgili olumlu yargısının ihtiyatla karşılanması gerektiğini düşündürmektedir. Kaldı ki, Yunan kültürü araştırmalarıyla ünlü Friedell (öl. 1938)’in deyişiyle söylersek, Eski Yunan toplumunda kadının yeri hemen hiç yoktur ve hayattaki asıl görevi evliliğe önce para sonra da çocuk vermek, ve kocasının oiko’sunu yani ev yaşantısını ve aile ekonomisini devam ettirmektir. Kadın düşünürler, hetairai’ler yani metresler ve fahişeler, nisbeten özgürdürler ve toplum içerisinde yerleri vardır; ancak hetairai’ler ile ilgili Perikles’in evlendiği Aspasia’dan yola çıkılarak farklı şeyler söylenebilirse de, genellikle sadece, bir gecelik aşk ve haz nesnesi oldukları anlaşılmaktadır. Apallodorrus’un deyişiyle, Antik Yunan’da zevk için metresler, her gün erkelerle ilgilensin diye cariyeler ve varisleri doğursun ve evdeki mülkü sadık bir biçimde korusun diye eşler vardır. Kadınlar, belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, kyreia yani erkek akrabanın himayesi altındadır ve kyreia’sı kadının evlendirlmesinde de gerçek söz sahibidir. Çoğu kez Atinalılar kadınlara ya da kızlara eş seçme hakkı dahi vermemişler, on beş yaşından itibaren erken yaşta evlendirmişlerdir. Genellikle iki kişinin birbirneaşık olması da söz konusu değildir; evlilik daha çok bir iş anlaşmasını andırmaktadır. Evlilik için kadının drahoma vermesi ekonomik ilişkiye gönderme yaptığı gibi, kadının nasıl erkek karşısında değersizleştirildiğinin ve aşağılandığının bir göstergesi olarak da yorumlanmaya açıktır. Yunan kültür tarihi araştırmalarıyla ünlü Friedell şöyle der:
“Demek ki, demokrasinin en aşırısı diyebileceğimiz Atina demokrasisi aslında egemen partinin uyguladığı oligarşik bir düzendi ve ne ‘insan hakları, ne de kadın erkek eşitliği’ bilirdi. Kadınlar ne seçebilir ne memur olabilir, ne siyasal toplantılarda ne de şenliklerde yer alabilir, hatta spor etkinliklerine bile ancak Sparta’da katılabilirdi. Kadınlar hayatları boyunca başkalarının velayeti altındaydılar, örneğin babanın, erkek kardeşin, kocanın, yetişkin oğlun. Buna karşılık, kocanın yalnızca kullanma hakkına sahip drahomaları vardı. Ev kadınları asla toplumsal faaliyetlerde bulunamazdı; bunlara ancak dansözler, flütçü kızlar, kadın düşünürler ve hetairalar katılabilirdi. Hetaira’lar ve kadın düşünürler aynı kefeye konurdu; çünkü hetaira’lar çoğunlukla akıllı ve eğitimli olurlar, kadın düşünürler ise, en azından dışarıdan bakıldığında, son derece özgür bir yaşam sürerlerdi. Thukydides’in eserinde Perikles şöyle der: ‘En saygın kadın, erkeklerin ne övgüsüne ne de sövgüsüne hedef olan kadındır.’ Özellikle de üst tabakalara mensup onurlu kadınlar harem yaşamı sürerlerdi. Sokağa yalnızca yaşlı bir kölenin, gynaikonomos’un (kadınlardan sorumlu görevli) eşliğinde çıkabilir, çarşıda görülmezlerdi bile. Oysa yoksul kadınlar çarşıda sıkça görülürdü, hem müşteri hem de tezgahtar olarak, fakat onlar bile atölyelerde çalışamazlardı. Kadına toplum içinde, bir kadının hizmetini gerektiren bir kurban ayininde rahibe olarak ya da şenlik alayı sırasında figüran olarak yer verilirdi, bunun dışında hayattaki asıl görevi evliliğe önce para, sonra da çocuk vermekti.”
Mitolojilerde, özellikle Homeros’un İlyada’sında Greklerin güzellik tutkusuna göndermelerle kadın güzelliğini yücelten ifadelere yer verilse, sözgelimi Troyalı yaşlı adamın Helen’in kuleye geldiğini gördüğü anda ‘yeryüzünde kim ayıplayabilir Troyalı ve Akhalı askerleri böylesi bir kadın yüzünden yıllardır acı çektikleri için’, sorusuna Helen’i işaret ederek ‘tıpkı ölümsüz bir tanrıça’nıngörünümüde o’, yanıtı verilse de , anlaşıldığı kadarıyla, Eski Yunan’da kadın gerek aşk yaşamında gerekse sosyal yaşamda yok denecek kadar az yer almaktadır.
Alıntı: Hasan Aydın, Mitos'tanLogos'a Eski Yunan Felsefesinde Aşk, Bilim ve Gelecek Yayınları)
Bilimsel Makaleler12 Ekim 2023 21:31
Bilimsel Makaleler05 Haziran 2022 16:16