ATATÜRK DÖNEMİ EKONOMİPOLİTİĞİ
Kemalizmin ekonomi politikalarını tanımadan, bu politikaların ürünlerini, sonuçlarını kanıt olarak görmeden, kavramadan ne Türkiye’nin bugünü/dünü ne de uluslar arası ilişkilerimizin dünü/bugünü anlaşılabilir. Yaşamakta olduğumuz sosyal yıkımlar, felakete varan ekonomik dağılmalar, uygulamaya konan politikalar; bu politikaların gerekçeleri; imfler, dünya bankaları vd. ancak Atatürk döneminin anlaşılmasıyla kavranabilir.
Kemalizmin ekonomik politikalarının özünü aşağıdaki beş açımlamada görebiliriz.
Bu dört nitelik bir bütün olarak siyasal düzlemde, cumhuriyetçi, laik, devletçi, halkçı, ulusalcı ve devrimci ilkelerle Anadoludaki ilk çağdaş devletin dokusunu oluşturmuştur.
Yeni kuşaklar yakın tarihimizin bilincine yabancı kalmaktadırlar. Belki de bunun böyle olması isteniyor. Gerici kadroların 1919’larda başaramadığını 1932’de üstesinden gelemedikleri şeriat devletinin temellerini şimdi onların torunları oluşturma çabası içindedir. Gericiliğin sadece geriye özlem olarak nitelenmesi yanlış olur. Tersine Doğu ile Batı arasındaki bir Türkiye’nin kendi iç sorunları ve çelişkileriyle ekonomik ve siyasal gelişmesine zaman ve kaynak ayırmasını güçleştirmeyi amaçlayan emperyalist dış odaklı politikaların içerdeki uzantılarıyla ilintisi olduğu akla daha yakın olasılıktır. (Ali Nejat Ölçen, Kemalizm’in Ekonomisi, 49)
Atatürk’ün nesnel dünya gerçeklerini bilimsel ilişkilendirme yöntemi ile kavrayıp, uygulaması (teori ve pratiğin uyumu) sonucu; önemi dünya ölçeğinde ve ulusal düzeyde stratejik oluşundan gelen alanlarda, devletin üretim araçları, üretim miktarı ve dağıtımını mülkiyetine alması (devletçilik) iki dünya savaşını, ayakta yıkılmadan atlatmasını sağlayan, Türkiye Cumhuriyeti’ni bugüne taşıyan temel güç olmuştur Devletin öncülüğünde özellikle doğal kaynakları üretime dönüştürmek ve bu alandaki girişimleri planlı ekonomik işleyişi ve kurallarına göre desteklemek çabası ülkemizde, birçok ürünün üretilip dışsatımını sağlamıştır.
Aydınlatıcı bir örnek verelim; 1 ABD doları, sömürgeden kurtulmuş bağımsızlığını kurmaya çabalayan Türkiye’de 1. 45 TL’di. Yani, 1 ABD doları, 1.500.000 TL değildi.
1920’de ülkemizdeki tasarrufların 542.500 TL, yerli bankalarda, 1.675.400 TL’sı yabancı bankalarda değerlendiriliyordu.
1934 yılına gelindiğinde, yerli bankalarda 55.732.900 TL; 12.786.300 yabancı bankalarda değerlendiriliyordu. Bu ters dönüş, % 32’den % 82’ye yükselen yerli bankalara güven, Kemalist ekonominin güven verici, üretken gelişimi ile ilgilidir.
Beş beyazlar olarak adlandırılan;tekstil, şeker, un, kağıt ve çimentoda durum:
1927 yılında Tekstilde dışalım 81 milyon TL’den 1932’de 19 milyon TL’ye inmiştir.
Şeker ve yan ürünler dışalımı, 1927’de 14 milyon; 1932’de 3 milyon TL
Un ve buğday 1927’de 0,9 milyon, 1932’de dışalım hiç yok.
Kağıt, 1927’de 5 milyon TL, 1932’de 2.6 milyon TL’ye düşüyor.
Çimento dışalımı, 7 milyondan, 1.4 milyona düşüyor.
Bu dışalım (ithalat) düşüşleri, kendine yeter bir ülke konumuna gelmeyi en iyi kanıtlayan ölçütlerdir.
Pamuklu dokuma, çay, prinç gibi tüketim mallarında 1923’de % 57 olan dışalım (ithalat) 1934’de % 19.4’e indiriliyor.
1924’te, savaşta tamamen kullanımaz duruma gelen demiryollarının yenileştirilmesi ve geliştirilmesi çabaları ile ülkenin doğusuna kadar uzanan bir demiryolu ağı meydana geldi. Bu sayede, birbirinden kopuk olan ekonomi alanları artık bağlantıya kavuştu. Alman, Fransız, İngilizlerin elinde bulunan demiryolu hatları kamulaştırılarak ulusallaştırıldı. Bu devletleştirme dalgası, uzun yıllardır yabancı sermayenin egemenliği altında bulunan ekonomik yaşamın öteki alanlarına da atladı. Madencilik alanında egemen olan Fransız ve İtalyan tekelleri; elektrikte Belçika şirketleri, Sanayi girişimlerinde İngiliz firmaları,; bankacılık alanında Fransız-Alman sermayesi ;Ticarette Amerikan ve İngiliz şirketleri devletleştirildi. 1940’ta yabancıların elinde sadece bir kısım ticaret şirketleri ile birkaç banka şubesi kaldı.
Ve buraya dikkat: bütün bunlar yapılırken, yabancı sermaye ülkemizi boykota yeltendi, bu boykotla yenemeyeceklerini ve sanayi kalkınmasını önleyemeyeceklerini anlayınca boykotu kaldırmak zorunluluğunu duydular ve normal ilişkilere yöneldiler.
Bütün bunlar gerçekleştirilirken, 1929-1943 arası ödenen Osmanlı dış borçları ve iki büyük bunalım ve savaş yıllarını da hesaba katmak gerek.
Planlı sanayileşme ile geliştirilen bu süreç; zamana göre, önceliğe göre, verimliliğe göre ilkeleriyle sürdürülür.
Bu üç ilke, planlamanın, merkezde masa başında değil, toplumsal ekonomik durumun çevreden, temelden alınan verilere göre planlanmasıdır. Öngören ve bu öngörüleri sanayileşmeye yönelten bir planlama anlayışıdır Bu bakış, bu yöneliş, bu yapılanış yerli ve yabancı birçok ekonomist, toplumbilimci, politikacıya göre ilk kez uygulanmaktadır. Bu da kemalizmin önemli bir yanı olan özgünlüğünün, Türkiye’ye göreliliğinin bir kanıtıdır.
Bu kanıt kendini yatırımlarda da göstermektedir. Planlara uygun olarak, fabrikalar kurulmaya, kurumlar, işletmeler yapılandırılmaya hızla devam edilmektedir. Başta dokuma sanayi olmak üzere, demir çelik üretimi,bakır sanayi, selüloz ve kağıt üretimi, suni ipek sanayi, cam ve porselen sanayi, kükürt üretimi, kimya sanayi birinci sanayi planında yer alan ve uygulanan alanlardır. İkinci sanayi planı ile de; sentetik benzin üretimi, Yunus balıklarının ekonomisi (özellikle yağ), alkoloid tesisi projesi, yaş meyve ve sebze sanayi, et sanayi, azot sanayi… [Daha fazla bilgi için, benimde bu yazıda çok yararlandığım, Türk Devrim Kurumu Yayınları’ndan çıkan, Ali Nejat Ölçen’inKemalizm’in Ekonomisi adlı yapıta ve JohannesGlasneck’in Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye, Onur yayınları, adlı yapıtlara başvurabilirsiniz.]