Burada kriz sözcüğünü, temel amaçlarını yitirmiş amaç ve araçları arasındaki derin uyumsuzluğun acı sonuçlarıyla çırpınma halini ifade etmek için kullanıyorum.
Söz konusu olan eğitim ise eğitim daima sorunlar içerir. Eğitimin her alanı bu sorunları hem kendisi üretir, hem de dışarıdan almaya hazırdır. Dolayısıyla eğitimi konuşurken sorunları konuşuruz. Bu işin doğasıdır. Doğasında olmayan ise sorunların, yönetilemez hale gelmesi, bunun da ilerisine geçip krize dönüşmesidir. Elbette eğitim sistemindeki kriz, eğitim kurumunun, toplumun diğer kurumlarıyla olan ilişkileri nedeniyle sadece eğitime özgü bir kriz olarak yaşanması mümkün değildir. Eğitimin krizi çocuklarımız üzerinden evlere taşınır. Onlar üzerinden bir toplumun kendi geleceğiyle ilgili kriz halini alır.
Krizin Açıklanması
Üzerinde konuştuğumuz durumu ben kriz adlandırdım. Başkası Durkheim’in “anomi” dediği durum üzerinden de yaşadıklarımızı betimleyebilir, yorumlayabilir, açıklama çabasına girilebilir. Kriz kavramını tercih etmemin nedeni anomi durumundaki kurallar ve değerlerle ilgili karmaşanın burada olmaması değildir. Anomide özne bireydir ve esas olarak bireyin toplumla, grupla olan bağlarının kopması dile getirilir. Türkiye’de böyle bir durumun emareleri olmakla beraber toplumsal kutuplaşmaların yarattığı aidiyet ve değerler, bireyle grup bağlarını zayıflatmamaktadır. Zayıflayan sadece herkesi kuşatan, kapsayan kimlikler ve kurallardır. Bu da eğitim sisteminin var oluş nedeni olan hedeflerin anlamsızlaşmasına neden olmaktadır.
Bir eğitim sisteminin krizini organizmacı yaklaşım üzerinden kolayca açıklayabiliriz. Bir organdaki arızanın zamanla diğer organların işleyişini bozması, hatta krizi tetikleyen organ düzelse dahi diğer organların eskisi gibi olmama haline benzetebiliriz. Ancak böyle bir yaklaşım yaşadığımız krizi sadece karikatürize eder. Krizi tetikleyen gelişmeleri, bu sürecin işinde bulunan tüm bir toplumu ve onun üyeleri olarak öğretmenlerin, öğrencilerin, velilerin ve ders araç gereçlerinin, durumlarını, onlara sürecin içinde anlam sunan, anlamlandırmasını kolaylaştıran felsefeyi atlamış oluruz. Yaşananların içindeki çatışmanın çeşitliliğini görmeme durumumuz olabilir.
Geçenlerde BM Genel Sekreteri AntonioGuterres, 12 Ağustos Uluslararası Gençlik Günü nedeniyle yayınladığı mesajda, “Küresel bir eğitim kriziyle karşı karşıyayız” cümlesini kullandı. Açıklamanın tümüne bakıldığında onun değindiği kriz daha bireylerin eğitime erişimiyle ilgili sorunlarla ilgili. Oysa bizdeki kriz eğitime erişimle ilgili olmaktan çok eğitimin niteliğiyle ve sonuçlarıyla ilgilidir. Bu nedenle, eğitim dünyada da kriz içinde savunusuna kalkışmak ve yaşadıklarımıza olan odaklanmayı kırmak doğru bir yaklaşım değildir.
Krizi Kabul Etmek
Giriş mahiyetindeki bu değerlendirmeleri yapmamın nedeni eğitimle ilgili son dönemdeki tartışmalar üzerine düşüncelerimin dayanaklarını ortaya koymak.
Eğer bir eğitim sisteminin krizde olduğu tespitinde bulunuyorsanız, yapılması gerekenler baştan sona farklı olur. Ama böyle bir krizin olmadığı yönünde tespitiniz var ise ders sayılarını arttırmakla, azaltmakla, bu derslerin seçmeli olup olmamasıyla, ağırlığın hangi alanlarda olması gerektiği üzerinden bir tartışma başlatabilirsiniz. Bununla ilgili kararlar alıp reform paketi olarak sunabilirsiniz. Sonuçta bütün bunlar eğitimde yaşanan sorunlar karşısında gevezelik etmekten öteye geçmez. Aptallığın görünürlük ve belagat üzerinden kriz dönemlerinde daima müşterisi vardır.
Krizin Başladığı Yer
Krizin varlığını kabulle başladığınızda kaçınacağız ilk şey reform paketleri açıklamak olacaktır. Oysa nerede ise her yıl bir eğitim reformu paketi açıklanıyor. Oysa kendi eğitim tarihimize bakılsa, tarihin nerede ise reform çöplüğü haline geldiği görülecektir.
Tahmin ediyorum ki açıklanan reform paketlerini hareket noktası, motivasyonu 17 yıldır dibine kadar inilmiş olan eğitimde dinselleşme, kamu eğitiminin piyasalaştırılması değildir. Çünkü bu konuda yapılması gerekenler zaten yapılmıştır ve sonuçları da ortadadır. O halde girişimin nedeni ne olabilir diye düşündüğümde geriye sadece bu sistemin Türkiye içinden değil ama uluslararası alandan cilalanması olabilir. Yani nasıl olur da PİSA, TİMSS gibi sınavlarda ve eğitimle ilgili karşılaştırma içeren raporlarda birkaç puan yukarı çıkılabilir? Yapılmak istenenlerdeki arayışın bu olduğunu düşünüyorum. Bizim “ekonomik büyüklüğümüz dünya üzerinde 20. sırada, eğitimimizde 20. sıradadır” Görüyorum ki yeni yönetimde PİSA, TİMSS gibi sınavların, OCDE raporlarının hükmü yok söyleminin eğlendirici yanının fark edilmesinin derin sızısı hissedilmekte.
Eğer krizin varlığı kabul ediliyorsa, bunun sadece eğitimle ilgili olamayacağı da kabul edilmelidir. Eğitimin sorunları ancak toplumun diğer sorunlarıyla birlikte çözülebilir. Genel amacı toplumsal yaşama bireyi hazırlamak olarak belirlemiş bir sistemde önce toplumsal yaşamın genel görünümü ortaya konulur, onu düzenleyen ilkeler, kurallar, kurumsal yapılar analiz edilir. Böyle bir bakış açısı ise kaçınılmaz olarak Milli Eğitim Bakanlığını aşar.
Çıkış Yolu
Rahatlıkla söyleyebilirim ki eğitimde yaşamakta olduğumuz kriz, toplumsal, siyasal alanlarda yaşadıklarımızın eğitime taşınmış halidir. Krizin kaynağında sorunlar artarak devam ediyor. Toplumun eşitsizlikle, hukuksuzlukla işsizlikle boğuştuğu bir ortamda eğitim sistemi en ideal biçimde kurgulanmış dahi olsa istenilen sonuçları vermeyecektir.
Kabul edelim ki tek başına iyi, nitelikli öğretim, bir toplumun sorunlarını aşmasını sağlamaz, yalnızca yardımcı olabilir. Bugünkü haliyle Milli Eğitim Bakanlığının bunu dahi başarması mümkün değildir.