“NİTEL” ARAŞTIRMA: YENİ BİR ‘ARAŞTIRMA’ VEYA ‘PARADİGMA’ MI?
Bizim gibi ülkelere aynı zaman diliminde pompalanan “moda yeni”lerin sinsice sokulan sonuncusu ve en önemlisi “nitel” denilen “şey”dir ve en önemlisidir; çünkü bilimi bilim yapan yöntemine doğrudan bir saldırı içermektedir. Bu konuda bugüne kadar, yazar çok şey yazdı ve söyledi (Erkuş, 2019’un sadece 4. Bölümü’ne bakmak bile yeterli); ama muhataplar nedense hep duvar oldular.
Hem bilimin tarihsel gelişimi hem de yöntemi konusunda ya gerçekten bilgisi olmayanlar ya da bilgisi olup da başka “şeylere” hizmet edenler tarafından ortaya atılan çarpıtmalar, görmezden gelmeler,hatta yalanlar vb, zaten bilim-bilimsel yöntem vb hakkında temeli olmayanları ne yazık ki avlamakta gecikmedi, çoktan tarihin çöplüğüne gömülen “idealizm” hortlatıldı. Geldiğimiz durum ortada…
Her şeyden önce “nitel” terimi yeni bir “bilimsel” “paradigma” için uygun değildir. Sayılara-ölçmeye karşı çıkacağız diye, “nitel” terimi kullanılıyorsa, “nitel” tam da sınıflama düzeyindeki veriler için kullanılır; konuştursanız da konuşsanız da sonunda içerik çözümlemesinin amacı bunları gruplamaktır. “Bilimde (pozitif) araştırmacının katkısı yok, birey hakkında derinlemesine bilgi edinilemiyor”un ve “davranışçılığa (onlara göre bu akım materyalist görüldüğü için) karşı çıkacağız”ın arkasına sığınılıp; bilişsel-duyuşsal özelliklere eğilinmediğine vurgu yapılıyorsa, psikoloji bilimi tarihi ve psikolojide ölçme tam da bu özelliklerin incelenmesiyle doludur ve bilişsel-duyuşsal ve davranışsal özelliklerimiz psikoloji biliminin varlık nedenini oluştururlar. Demek ki, “nitel” terimine, ölçme veya bilimcinin bilişinin kullanılıp kullanılmaması bir kılıf olamaz, geriye yöntemi(!) kalıyor.
Bilimi bilim yapan, ama doğrudan ama dolaylı olarak gözlenebilen olgulara dayanması ve ölçmedir; bunları çıkarırsanız, geriye metafizik “üfüttürmeler” kalır. “Nitel”cilerin sanki kendi tekellendirindeymiş gibi “bizim yöntemimiz gözlem-görüşmeye dayanır” demeleri de tam bir ironidir; gözlem ve görüşme, zaten olgulara dayanır, olgu olmayan bir şey gözlenemez ve görüşülemez ki… Olguyu sadece, fen bilimlerinin fizik nesneleri ve özellikleri sananlar, elbette ki insanların konuşmalarının, davranışlarının, kutucuk doldurmalarının, yazmalarının ve yazılarının birer olgu olduğundan da bir haber olacaklardır. Zekâ da, kişilik de, psikolojinin inceleme konusu olan tüm değişkenler (adı üstünde) de birer olgudurlar. “Bilimsel (pozitif) çalışmada, araştırmacı katı ve araştırmanın içinde değil”miş! Araştırma problemini bulan kim, problemi incelenebilecek denencelere (hipotezlere) dönüştüren kim, denenceleri test etmeye en uygun yöntemi, düzeneği oluşturan kim, en uygun veri toplama yöntem ve tekniklerini kullanmaya karar veren kim, hangi istatistiksel tekniğin kullanılacağını bilen ve sonucun ne anlama geldiğini yorumlayan kim? Doğrusu öne sürülen argümana gülmemek elde değil. “Ama biz görüşme yapıyoruz” derseniz, merak etmeyin o görüşmeleri psikologlar yüzyıldan fazla zamandır yapıyorlar, hem de her türlüsünü; yapılandırılmış, yarı yapılandırılmış, yapılandırılmamış… Ankete karşı çıkıyorlar ya, oysa anket tam da yapılandırılmış yazılı bir görüşmedir! Sadece, “biz katılımcıların serbestçe konuşmalarına olanak sağlayan derinlemesine görüşme yapıyoruz” derseniz, eh onu da psikologlar yapıyorlar, ama bunda da konuşulanların sınıflama düzeyinde ölçmeye dönüştürülmesi gerekir; aksi halde her konuşan ve dinleyen, öznel-yanlı, pek çok karıştırıcı değişkenin yer aldığı tam da bir kaosun içinde boğulur! Ölçmesiz bir bilimsel paradigma ol(a)maz. İçerik “çözümlemesi”yle nitel verilerin frekansını çıkarıp, test etmeden de yorum yapılamaz; “biz sadece denence (hipotez) üretiyoruz” demek de bilimsel olmaz. Fizik bilimciler dahil, tüm araştırmacılar çalışmalarına denenceyle başlamak durumundadır; onları test etmezseniz sadece sizin “fikirleriniz” düzeyinde kalırlar. “Biz kuram geliştiriyoruz” da anlamsızdır; zaten tüm bilimsel-görgül çalışmaların arkasında bir kuram vardır ve üstelik “gömülü kuram” nedir bilmeyen fen bilimcilerinin de pek çok kuramı (mekanik, görelilik, kuantum vb) vardır; önemli olan bu “fikir” düzeyindeki kuramın geçerli olup olmadığını test etmektir. “Test etmek bizi ilgilendirmez” derseniz, o zaman da bilimle bir ilişkiniz yok demektir; binlerce insan kahvehanelerde akşama kadar bir yığın “fikir” üretip duruyor…
“Nitel”cilerin, ne yazık ki bilimi gerçekten bilmeyenlere yönelik olarak pek çok çarpıtma, görmezden gelme gibi yollara başvurduklarına tanık olunmaktadır. Bilimciler (pozitivistler) “evrende bir düzen vardır ve değişmez”, “bilimde (pozitivizmde) kesinlik vardır” diyorlarmış. Bu uydurmalara karşı, sadece “hiç de etik değil” demekle yetinelim. Evrenin değişmezliği görüşü bilime değil, dogmatiklere aittir. Bilim tam da bu dogmatiklere karşı savaşla ortaya çıkmış ve var olmuştur. Yaradılışçı görüşe göre evren (hatta Dünya, çünkü evrenin merkezi olarak yerküremiz görülüyordu) 6 günde yaratılmış ve nasıl yaratıldıysa öyle devam etmektedir. Ortaçağ’a damgasını vuran bu görüş, kolay yıkılmamıştır; yıkan da “değişimi” gözleyen, gören, savunan Copernicus, Kepler, Erasmus, Bruno, Galilei gibi ilk öncülerdir. Newton’ın mekanik görüşü “nitelciler” tarafından en çok sarılınan bir dayanak olmaktadır. Hemen belirtelim, Newton modern fiziğin kurucusu olmasına rağmen, bir simyacıydı ve ‘Tanrı’nın mükemmeliğinin (doğaya yansıdığını düşünüyorlardı) matematiğini’ arayanbir kişiydi; bilim-bilimci sözcüğü kendisinden 200 yıl sonra (1833) ilk kez kullanılmaya başlanmıştır. Evren değişmez değildir, değişir; ancak “iki hidrojen atomuyla bir oksijen atomu bir su molekülünü oluşturur” gibi değişmez yasalar ile değişimin nedenlerini bulmaktır önemli olan. Bunlar da zaten bilimin temel hedefidir. Çünkü, bilimin çalışma amaçları önce olayı betimlemek, sonra olayı oluşturan nedenleri/ilişkileriaçıklamak, açıklanan ilişkilerden hareketle ne olacağını kestirmek ve asıl önemlisi ve nihai amacı da açıklanan ilişkilere dayanarak olayın gerçekleşmesini veya gerçekleşmemesini kendi kontrolümüzde sağlamak(denetim)tır. İlaçlar, psikoterapi teknikleri, motor, elektriğin çalışması vb bu nihai amacın ürünleridir. Evet bilim tam da “göreli düzeni, işleyiş yasalarını ve değişimi” anlamaya ve açıklamaya çalışır. Bu fen bilimleri için de sosyal bilimler için de böyledir. “Nitelciler”in karşı çıktığı o “pozitif” bilim var ya, denence testlerinde iki ucu açık (eksi-artı sonsuz) bir integral aralığındaki belirli olasılıkları (Alfa “hatası”) kullanır; durağanlığın değil tam da değişimin göstergesi olan olasılık ve açık integraldir ve hiçbir bulguda da kesinlik yoktur. Ne yazık kibilim için öne sürdükleri, ne yaptığını bilenler için birer iftiradan ibarettir, ne yaptığını bilmeyenler için ise cehalettir!
“Nicelciler ölçeklerle çok sayıda kişi hakkında karar veriyorlar, biz ise birkaç kişi ile çalışıyoruz ve onları daha iyi ‘anlamaya’ çalışıyoruz” argümanı da bilgiden yoksundur. Çalışılan (denek/katılımcı) kişi sayısı problemin doğasına ve ne bulmak istediğinize bağlıdır. Psikolojide tek denekli deneysel çalışmalar da vardır, tek katılımcılı psikolojik görüşmeler de… Ölçekler, bir kişi için de çok kişi içinde gerekiyorsa kullanılır.Üstelik ölçeklerin, “nitelciler”in konuşturarak asla ulaşamayacakları özellikleri ortaya çıkaran ve kişinin profilini gerçeğe yakın çıkaran pek çok alt ölçekleri de olabilir. Yine, ölçek gerekliyse kullanılır; bir deneysel çalışmada sağlıklı-sağlıksız denekler ayrımı bile bir ölçme işlemidir. Bu arada, ölçeklerin, derinlemesine görüşmeden çok daha derindeki özellikleri ortaya çıkaran bir gözlem araçları olduğunu da belirtelim.
Bir başka iddiaları, “bilim = deney inancı”dır. Evet, her şeyin bir nedeni vardır ve örtük olarak merak edilen de bir şeyi ortaya çıkaran nedenler, değişkenler arası ilişkilerdir; ancak buna karşılıklı ilişkiler de (ne demekse, “karşılıklı nedensellik” değil) dahildir. Nihai olarak nedensel ilişkileri bulma (açıklama; “nitelciler”in öne sürdüğü açıklama bu değil, fikir üretmedir), elbette yukarıda belirttiğimiz denetim (kontrol) olanağı sağlar, ancak her problem de doğası gereği nedensel çalışmaya uygun değildir. Örneğin, Suriye’den göç edenlerin göç etme nedenlerini incelemek için “haydi onları geri gönderip tekrar savaş çıkartalım ve öyle inceleyelim” diyemezsiniz, ancak olup bitmiş bir olaydan sonra onlara sorarak olası nedensel algıları saptamaya çalışabilirsiniz. Ancak, Skinner’in bir güvercin veya bir fare üzerinde üstelik deneysel çalışmalarla bulduğu öğrenme ilkelerini, elde kayıt aracı insanlarla derinlemesine görüşerek bulabilmeniz de olanaksızdır!Demek ki problemin doğasıdır, çalışmanın nasıl yürütüleceğini (ve hatta katılımcı/denek sayısı bile) belirleyen. “Nitelci” yayınlarda “bilerek” söz edilmeyen bir başka konu ise, deneysel çalışmaların dışında, konuya uygun olarak kullanılan korelatif çalışmalar ve bunların pek çok tekniğinden ve betimsel çalışmalardan nedense hiç söz edilmemesidir. Bunun nedenini, okuyucularının/ öğrencilerinin o kitapları yazanlara/derslerini verenlere sormaları çok bilgilendirici olabilir!Üstelik, bilimde çalışma türleri ve teknikleri içinde en çok yer kaplayan bu korelatif ve betimsel çalışmalardır.
“Nedensellik, kuantum ile birlikte ortadan kalkmış”mış. Atom altı parçacıkların hareketinin makro dünyaya genellenme saçmalığını bir yana bıraksak bile, bu “kaos” demek değildir. Kuantum ilkeleriyle MR’a giriyor, lazer kullanıyorsunuz, çok yakında da kuantum bilgisayarı kullanmaya başlayacaksınız! Her şey kaos ise, “yeni paradigma” ne işe yarayacak, diye insana sormazlar mı? Üstelik, nedensellik Laplace ve Newton’ın yüzyıllar önce öne sürdüğü gibi sadece basit doğrusal nedensellikten de ibaret değildir; eğrisel, çoklu, döngüsel, aracılı, düzenleyicili, zincirleme vb pek çok nedensel ilişki vardır (bkz. Erkuş, 2015). Makro dünyada Newton yasalarının halâ şaşmadan işlediğini de belirtelim.
“Nitelciler”in argümanlarının hepsini burada ele almak olanaklı değil; ancak varolana karşı bir “yeni” paradigma ortaya atılmışsa, varolanının eksik ve hatalı yanlarını yine araştırma sonuçlarıyla göstermesi gerekmez mi? Gerekir, ama “kanıtlamak bizim işimiz değil” diyenlerin böyle bir derdi olabilir mi? Öte yandan, “yeni” bir bilimsel paradigmanın kendi yöntem ve teknikleri ile araştırma düzeneklerinin de olması gerekir; eh bu yönde bir çaba var, ama bunlar ne kadar “yeni”, ne kadar “yöntem”-“teknik”, ne kadar “düzenek” (design) bakalım.
Odak grup görüşmesi, bir araştırma yöntemi veya düzeneği değil, tüm bilimsel kitaplarda olduğu gibi bir veri toplama (görüşme) yöntemidir. Etnografik araştırma, bir konu/çalışma alanıdır, yöntem-teknik-düzenek değil; üstelik sadece katılımlı gözlem değil, gerekirse diğer yöntem-teknik ve araçlarında kullanılabileceği, hatta deneysel, korelatif, betimsel çalışmaların da yapılabileceği bir çalışma alanıdır. Feminist çalışma da öyle, bir yöntem-teknik-düzenek değil, bir konu/çalışma alanıdır; diğer yöntem-teknik ve araçların kullanılmasında bir engel bulunmamaktadır. Vaka çalışması bir birim üzerinde yapılan çalışmalardır ve betimsel, korelatif, deneysel de olabilir; ancak malum kitaplarda her vaka kendine özgü olduğu için bir hekimin bir hasta ile görüşmesi şeklinde ele alınmaktadır. (İsteyenlere hepsinin örnekleri verilecektir) Oysa, bir hekim hastası ile görüşmesinde yeni bir bilimsel bilgi üretmez, varolan bilgisini kullanır; bilimsel çalışmalar bilimsel bilgi üretmek için yapılır; eğer hekim bu amaçla yeni teknikler/ilaçlar vb geliştirmek için çalışma yapıyorsa odur vaka çalışması, diğeri varolan bilgiyi kullanmaktır. Eylem araştırması, sadece belirli bir durumve yer ile sınırlı bir problemi (kendi öznel sorunlarını) çözmek için araştırılanın ve araştıranın araştırmanın aktörleri olduğu bir çalışmadır: Evdeki sorunları çözmek için de eylem araştırması yapılır, işyerinizde de; bunlardan gerçek bir bilimsel bilgi üreten araştırmalar için “fikirler”, “denenceler” elbette üretilir, ama güvenilir ve geçerli bilimsel bilgi değil. Peki geçerli ve güvenilir olmayan bir bilgi bilimsel olabilir mi? “Geçerlilik-genelleme bizi ilgilendirmez” derseniz, o çalışma bilimsel olabilir mi? Kendisi “hikaye” olan hikaye “analizi” gibi “şeylere” değinmeye gerek var mı? Deseler ki, “biz denence üretmede, kuram üretmede bir katkı sunmaya çalışıyoruz; test etmek, genellemek vs bizim sorunumuz değil”, kimse bir şey demeyecek; ama insanlığı bu noktaya getirmiş olan bilime topyekûn saldırı içeren “yeni” bir paradigmadan söz ediyorsanız; eleştirdiğinizin eksikliklerini-yanlışlarını göstermek ve yeni yöntem ve tekniklerinizi ortaya koymanız gerekir. Aksi halde, “konuştur-dinle-(bilimsel bilgi değil) fikir üret” işinden başka bir şey ortada kalmaz.
“Karma” denilenler de yine evlere şenlik. Bilimsel çalışmalarda öteden beri bilimci zaten araştırmanın her aşamasında işin içindedir; bilimcinin bilişsel yanı olmadan bilimsel çalışma yapılamaz; denence de kuram da bilim bilim olalı üretilegeliyordu; her türlü gözlem ve görüşme tekniği ile yapılandırılmamış “veri malzemelerinden” veri üretmek için içerik çözümlemesi kullanılageliyordu… yeni olan hiçbir şey yoktur. Getirilen eleştiriler çarpıtma, görmezden gelme ve doğru olamayan argümanlara dayanmaktadır. Keşke ciddiye alınabilecek, bugüne kadar üretilen bilimsel yöntem ve tekniklere katkısı olabilecek yanları olabilseydi; ancak bilimin bugüne kadar geldiği nokta zaten yüzlerce yıldır sınanmış, rüştünü kanıtlamış yöntem ve tekniklerden oluşmuştur. Bilim, bilim felsefesi vb hakkında temeli olmayan veya temeli sağlam olmayanları, hele bir de sayılara-ölçmeye olan önyargıları olanları “avlamak” hiç de hafife alınacak bir olay değildir ve bedelini şimdiden ödemeye başladık bile…
“Nitel” yerine nitelikli bilimsel çalışmaların üretilmesi dileğiyle…
Not: Gelecek yazımızda, bu köşede ele aldığımız “duygusal” zekâ, “çoklu” zekâlar, “alternatif” ölçme/tıp, “nitel” araştırma ailesinin neden aynı zaman diliminde birden bire ortaya çıkarıldığını, neden zemin bulduğunu ve nelere yol açacağını bir “deneme” şeklinde ele alacağız.
Kaynaklar
Erkuş, A. (2015). Neden nedensellik ve olasılık. Ankara: Maya Akademi
Erkuş, A. (2019). Davranış bilimleri için; Bilimsel Araştırma Süreci (6. baskı). Ankara:
Seçkin Yayıncılık.
Bilimsel Makaleler12 Ekim 2023 21:31
Bilimsel Makaleler05 Haziran 2022 16:16