OSMANLI TOPLUMUNDA MODERNLEŞME, ULUSAL KİMLİK OLUŞTURMA VE EĞİTİM ÇABALARI
Toplumların modernleşme süreci, ulusal kimliğin oluşturulması ve güçlendirilmesiyle yakından ilişkilidir. Bu süreçte, eğitim ve eğitim kurumları kritik bir rol oynar. Okullar, bireylere yalnızca bilgi ve beceri kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda ulusal kimlik bilincini de aşılar.
Modernleşme süreci, toplumların geleneksel yapı ve değerlerinden uzaklaşarak, daha rasyonel, bilimsel ve seküler bir yapıya doğru evrilmesi olarak tanımlanabilir (Giddens, 1990). Bu dönüşümde eğitim kurumları, bireylere modern dünyanın gereklerine uygun bilgi ve beceriler kazandırarak, modernleşmenin öncüsü olurlar.
Eğitim bu öncü rolünü yeri getirirken; bir taraftan, bilgi ve becerilerin gelişimi ile bireylere modern dünyanın gerektirdiği bilgi ve becerileri kazandırır (Durkheim, 1956). Bu süreç, toplumun ekonomik ve teknolojik gelişmelerine katkıda bulunur. Diğer taraftan ise; köylü ayaklanmalarıyla başlayan ve modern devrim ile sonuçlanan süreçte toplumda oluşan anomi (kaos) ve toplumsal parçalanma ister istemez toplumun birlik ve bütünlüğünün sağlanmasını zorunlu kılar. İşte eğitim de bunun aracı olarak görülür. Dolayısıyla eğitim toplumda Sosyal Uyum ve Entegrasyonu sağlama işlevini üstlenir. Eğitimin alt organı olan eğitim kurumları (Okullar), bireylerin modern toplumun norm ve değerlerine uyum sağlamasına yardımcı olur (Parsons, 1959). Böylece eğitim, toplumsal bütünleşmeyi güçlendirir.
Ulusal kimlik, bir ulusun üyeleri arasında paylaşılan ortak değerler, inançlar ve semboller bütünüdür (Smith, 1991). Eğitim kurumları, ulusal kimliğin oluşumu ve güçlendirilmesinde önemli bir araçtır. Eğitim kurumları Ulusal Kimlik Oluşturma rolünü:
1. Oluşturulan Milli Eğitim Müfredatı: Okullarda okutulan ders kitapları ve müfredat, ulusal tarih, kültür ve değerleri öğrencilere aşılayarak (Anderson, 1983).
2. Toplumun ulusal kimliğinin vurgu ve ritüellerinin oluşumunda etkili olacak Resmi Törenler ve Bayramların kutlanması: Okullarda düzenlenen resmi törenler ve kutlamalar, ulusal kimlik bilincini bir taraftan geliştirir, diğer taraftan da pekiştirerek (Gellner, 1983) yerine getirirler.
Eğitim kurumları, ortaçağ skolastik dönemden modern topluma geçişte bireylerin eğitimi ve toplumsal entegrasyonu için kritik bir kurumdur. Okullar, bireylere yalnızca akademik bilgi kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda sosyal ve kültürel değerleri de aktararak, bireylerin özgürleşmesini de sağlamış olurlar
"Eğitim kurumları, Ortaçağ skolastik döneminden modern topluma geçişte bireylerin eğitimi ve toplumsal entegrasyonu için kritik bir araç olarak görülmektedir. Ancak, bu kurumlar yalnızca bireylere akademik bilgi kazandırmak ve sosyal-kültürel değerleri aktarmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal eşitsizliklerin yeniden üretilmesinde önemli bir rol de oynayabilirler. Freire’nin (1970) ortaya koyduğu gibi, eğitim, bireylerin özgürleşmesini sağlamaktan çok, hegemonik ideolojilerin bireylere dayatılmasının bir aracı olarak kullanılabilir. Eğitim süreçlerinde, baskıcı yapıların yeniden üretilmesi, bireylerin eleştirel düşünce kapasitelerini sınırlayarak, onları mevcut toplumsal düzenin pasif birer unsuru haline getirebilir.
Benzer şekilde, Bourdieu ve Passeron’un (1977) eğitimin sosyalleştirici rolüne dair eleştirileri, okulların toplumsal norm ve değerleri bireylere aktarırken aynı zamanda sınıfsal eşitsizlikleri yeniden üreten bir mekanizma olarak işlediğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda, eğitim kurumları yalnızca toplumsal uyumu desteklemekle kalmaz, aynı zamanda modernleşme süreçlerinde hâkim sınıfların çıkarlarını koruyarak mevcut güç ilişkilerini pekiştirebilir.
Apple’ın (1979) eğitimde kültürel aktarım üzerine görüşleri de, bu sürecin tarafsız bir bilgi aktarımı olmadığını, aksine ideolojik bir çerçevede şekillendiğini ortaya koymaktadır. Eğitim kurumları, yalnızca kültürel mirası yeni nesillere aktarmakla kalmaz, aynı zamanda bu mirası yeniden şekillendirerek ve sunarak toplumsal yapıdaki eşitsizliklerin sürekliliğini sağlar.
Bu perspektiften bakıldığında, eğitim kurumlarının, bireylerin özgürleşmesini sağlamaktan çok, eşitsizlikleri yeniden üretme potansiyeli taşıyan yapılar olduğu daha açık bir şekilde vurgulanmalıdır."
Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşme çabaları, 19. yüzyılda Batı'dan gelen modernleşme etkilerine karşılık, hem devlet yapısını hem de toplumsal değerleri yeniden şekillendirmeye yönelik bir dizi reform hareketi başlatmıştır. Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermanı (1856) ile başlayan bu süreç, Osmanlı toplumunun geleneksel tarım/din toplumu yapısını dönüştürmeyi hedeflemiştir. Bu kapsamda merkeziyetçi bir yönetim anlayışından monarşik demokrasiye geçme, eğitimde modern seküler ve ulusal kimlik oluşturma anlayışına dönük çabalarını içermektedir. Ulusal kimlik, bir milletin tarihsel, kültürel ve dilsel özellikleri temelinde şekillenen bir aidiyet duygusudur. Osmanlı İmparatorluğu'nun sosyolojik gerçekliği (çok uluslu yapısının olması ve yoğun azınlıkların bulunması), ulusal kimlik oluşturma sürecinde bir karmaşaya neden olmakta, ideolojik parçalanmayı hızlandırıcı bir ortam oluşturmaktadır. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu ile batı toplumlarının arasında imzalanan kapitülasyonların etkisiyle de önü alınamaz sürece itilmesine neden olmuştur. Tanzimat Fermanı, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çeşitli etnik grupları bir arada tutmaya yönelik bir politika geliştirmeyi zorunlu kılmıştır. Ancak, imparatorluklarda etnik çeşitliliğin varlığı, yüzlerce yıl boyunca başarılı bir şekilde yönetilmişken, 19. yüzyılın sonlarına doğru farklı bir dinamik gelişmiştir. Feodalizmin çöküşü, Fransız Devrimi’nin etkisiyle milliyetçiliğin yükselmesi ve ulus devletlerin güçlenmesi, Osmanlı İmparatorluğu için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu süreçte, merkezi hükümetlerin güçlenmesi ve Endüstri Devrimi'nin etkisiyle, ulus devletlerin doğuşu hızlanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Tanzimat dönemi ise, Batı’daki bu dönüşümün tam anlamıyla bir parçası olmadan, yalnızca Batı kurumlarının taklit edilmesiyle sınırlı kalmıştır. Tanzimat’ın getirdiği reformlar, bir yandan eğitimdeki modernleşmeye ve ulus devlet oluşturma hedeflerine yönelmişken, diğer yandan sanayi için nitelikli iş gücü yetiştirme amacı güden okulların kurulmasına zemin hazırlamıştır. Ancak, Endüstri Devrimi’nin olanaklarından tam anlamıyla faydalanamayan Osmanlı, fabrikalar kurmadan mühendislik okulları açmakla yetinmiş ve bu okullar da büyük ölçüde askeri alanda sınırlı kalmıştır.
Cumhuriyet dönemi ise, hem sanayi hem de eğitim alanında köklü değişikliklere gitmiş ve okullar hızla yayılabilmiştir. Bu dönemde, sanayileşme için gerekli olan eğitim altyapısı ve kurumlar oluşturulmuş, böylece nitelikli iş gücü ihtiyacı daha sistematik bir şekilde karşılanmaya başlanmıştır. Osmanlı dönemindeki sınırlı reformların aksine, Cumhuriyet’in modernleşme süreci çok daha geniş çapta bir dönüşüm yaratmıştır.
Ancak, bu süreçte etnik kimliklerin ve ulusal aidiyetlerin şekillenmesi de kaçınılmaz bir hâle gelmiş ve grupların Batıdaki ulusal bağımsızlık ve ulusal kimlik arayışlarının içerisine girmelerine neden olmuştur.
Bununla birlikte, Osmanlı yönetimi, Batı'daki milliyetçilik akımlarını gözlemleyerek, ulusal kimlik bilincini geliştirmeye yönelik adımlar atmaya başlamıştır. Tanzimat'ın ilk yıllarında, "Osmanlılık" ideolojisi, tüm etnik grupları kapsayan bir ortak kimlik önerisi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, bu ideoloji zamanla yerini, milliyetçi akımların etkisiyle daha dar bir "Türk kimliği” ne bırakmıştır. Osmanlı modernleşmesinde ulusal kimlik arayışı, Türk milliyetçiliğinin temellerini atmakta önemli bir yer tutmuştur (Karpat, 2002).
19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki eğitim sistemi Batı'nın etkisiyle köklü değişikliklere uğramıştır. Tanzimat dönemiyle birlikte, yeni okullar açılmış, modern eğitim yöntemleri benimsenmiş ve Batı'dan uzman eğitmenler davet edilmiştir. Bu dönemde kurulan mektepler, yalnızca dinî eğitim değil, aynı zamanda fen bilimleri ve sosyal bilimler gibi alanlarda da dersler vermeye başlamıştır (Tuncer, 2015).
Ulusal kimlik oluşturma çabaları, eğitimle doğrudan ilişkilidir. Osmanlı'da eğitimin modernleşmesi, toplumun Batı ile entegrasyonu için bir araç olarak kullanılmıştır. Tanzimat döneminde, okullarda verilen ders içerikleri, hem Osmanlılık bilincini hem de yeni ulusal kimlik anlayışını pekiştirecek şekilde düzenlenmiştir. Eğitim, devletin modernleşme hedeflerinin bir parçası olarak, hem halkı hem de bürokrasiyi Batı'nın modern toplum yapılarıyla uyumlu bir şekilde eğitmeyi amaçlamıştır (Berkes, 1998).
Eğitim reformlarının ardından gelen II. Meşrutiyet (1908) ve Cumhuriyet dönemi (1923) ile birlikte, eğitimdeki yenilikler daha da derinleşmiş, Türk milliyetçiliği daha belirgin bir hâle gelmiştir. Bu bağlamda, eğitim sisteminin Türk ulusunun kimliğini pekiştiren bir araç olarak kullanıldığı söylenebilir. Ancak, bu süreçte, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişte önemli bir kesişim noktası olarak eğitimdeki Batılılaşma süreci, Türk kimliğini şekillendiren bir unsura dönüşmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Batı'yı örnek alarak gerçekleştirilen Modernleşme çabaları reformlarla başlar, Tanzimat Fermanı (1839) ile hız kazanır (Zürcher, 1993). Beraberinde Ulusal kimlik oluşturma süreci “Osmanlıcılık” politikası ön plana çıkarır. Bu politika, farklı etnik ve dini grupları Osmanlı kimliği altında birleştirerek toplumsal bütünleşmeyi amaçlar. Bu nedenle 19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı eğitim sistemi, Batılı eğitim modellerine uygun olarak yeniden yapılandırılır (Mardin, 2000). Bu bağlamda, modern okullar ve Darülfünun gibi yükseköğretim kurumları kurulur.
Tanzimat ve sonrasındaki eğitim reformlarında, Osmanlı İmparatorluğu’nda bir kimlik oluşturma çabası vardı. Shaw (1976) tarafından belirtildiği üzere, kurulan eğitim kurumlarıyla Osmanlı kimliğinin bilinci öğrencilere aşılanmaya çalışılmıştır. Okullarda okutulan ders kitapları ve müfredat, Osmanlı tarihini ve kültürünü tanıtarak bu kimliği pekiştirmeyi amaçlamaktadır. Ancak, bu süreçte Osmanlı kimliğini oluşturma çabaları, dönemin ideolojik çeşitliliğiyle ve özellikle "Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık" gibi çatışan ideolojilerle iç içe geçmiştir.
Eğitimdeki bu kimlik oluşturma çabası, farklı ideolojik akımların etkisiyle giderek daha karmaşık bir hale gelmiştir. Osmanlıcılık, tüm etnik grupların Osmanlı İmparatorluğu altında bir arada yaşama fikrini savunarak, imparatorluğun birlik ve beraberliğini vurgularken; İslamcılık, ümmetçilik temelinde bir bütünleşme arayışını benimsemiş, bu ideoloji de eğitimdeki içeriklerin şekillenmesinde etkili olmuştur. Ancak 19. yüzyılda özellikle Batı'nın etkisiyle, Batıcılık ve Türkçülük gibi akımlar da güç kazanmış ve bu akımlar, Osmanlı kimliğine dair farklı bakış açılarını ortaya çıkarmıştır.
Osmanlıcılık ve Batıcılık arasındaki gerilim, eğitimdeki yaklaşımı da etkilemiştir. Batıcılık, Batı'nın modernleşme ve sanayileşme alanındaki başarılarını örnek alarak, eğitimde Batı modeline yakın bir yaklaşımı savunurken; Osmanlıcılık, imparatorluğun çok kültürlü yapısına ve geleneksel Osmanlı mirasına sadık kalmayı öncelikli tutmuştur. İslamcılık ise, eğitimde dini referansların güçlendirilmesini ve ümmet bilincinin yerleştirilmesini savunmuş, bu da eğitim müfredatına yansımıştır. Türkçülük ise, özellikle Osmanlı'dan sonra Türk kimliğinin ön plana çıkmasıyla birlikte, eğitimde Türk dilinin ve kültürünün vurgulanmasını istemiştir.
Bu ideolojik çatışmalar, eğitim kurumlarının yapısal ve içeriksel olarak bir süreklilik gösterememesine neden olmuş, Osmanlı İmparatorluğu’nda eğitim politikaları, daha çok ideolojik bir denge arayışı olarak şekillenmiştir. Osmanlı'daki eğitimdeki bu çeşitlilik ve çatışma, dönemin siyasi ve toplumsal yapısını yansıtan bir olgu olarak karşımıza çıkar. Eğitim kurumları, her ne kadar Osmanlı kimliği oluşturma çabası gütse de, bu kimlik, farklı ideolojik etkilerle zamanla bölünmüş ve birbirine zıt yaklaşımlar arasında gidip gelmiştir.
Sonuç olarak, Tanzimat’tan sonraki dönemde kurulan eğitim kurumlarının sadece Osmanlı kimliğini aşılamakla kalmayıp, aynı zamanda dönemin ideolojik gerilimlerini ve çatışmalarını yansıttığını söyleyebiliriz. Osmanlı'da eğitim, yalnızca bir kimlik inşa etme aracı değil, aynı zamanda Batıcılık, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük gibi ideolojilerin birbirleriyle sürekli çatıştığı ve etkileşimde bulunduğu bir alan haline gelmiştir.
Bu şekilde, eğitim reformlarını ele alırken, dönemin ideolojik çatışmalarını ve bu çatışmaların eğitim politikalarına nasıl yansıdığını daha derinlemesine incelemiş olduk. Bu değerlendirme, "Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık" gibi ideolojilerin birbirleriyle sürekli çatışmasının, Osmanlı İmparatorluğu'nun eğitim alanındaki dönüşümünü nasıl etkilediğini gösteriyor.
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun sosyolojik gerçekliği farklı etnik ve dini grupların bulunması, yabancı azınlıkların yoğunluğu, özellikle Rum, Ermeni azınlıkları, yabancı ülkelerin Osmanlı imparatorluğu ile uluslararası ilişkiler kapsamında (Kapitülasyonlar) bir ulusal kimlik oluşturma çabası gelişmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, Batı eğitim sistemi modelini taklit ederek yeni mektepler ve üniversiteler kurmuştur. Bu kurumlar, modern bilim ve teknoloji eğitimini sağlamak amacıyla açılmıştır.
Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nda birçok modern okul kurulmuştur. Bu okullar arasında Mekteb-i Sultani (bugünkü Galatasaray Lisesi), Darüşşafaka ve Robert Koleji gibi okullar bulunmaktadır. Bu okulların dışında kurulan bazı okullara dair genel bilgiler de sunulmuştur.
Mekteb-i Sultani: 1868 yılında kurulan bu okul, Batı tarzı eğitim veren bir kurumdur. Müfredatı, fen bilimleri, sosyal bilimler ve dil eğitimi gibi modern dersleri içermektedir. Öğretmen kadrosu, genellikle Batılı eğitim sistemini benimsemiş kişilerden oluşmaktadır (Fortna, 2000).
Darüşşafaka: 1873 yılında yetim ve yoksul çocuklara modern eğitim vermek amacıyla kurulmuştur. Okulda fen bilimleri, matematik, dil eğitimi gibi dersler verilmiştir.
Robert Koleji: 1863 yılında İstanbul'da kurulan bu Amerikan misyoner okulu, Osmanlı'da Batı tarzı eğitim veren ilk okullardan biridir. Eğitim dili İngilizcedir ve modern bilimler, edebiyat ve dil eğitimi gibi dersler verilmektedir (Brockett, 1998).
1863, 1870 ve 1874'teki başarısız denemelerden sonra nihayet II. Abdülhamid'in fermanıyla 31 Ağustos 1900'de Darülfünûn-ı Şahane ilk üniversite olarak açılmıştır.
Nihai olarak Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılda Batı'dan gelen modernleşme etkisiyle toplumsal ve eğitimsel bir dönüşüm sürecine girmiştir. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile başlayan bu reform hareketleri, Osmanlı kimliği oluşturma çabalarıyla paralel bir şekilde, eğitim sistemini modernize etmeyi amaçlamıştır. Ancak, Osmanlı'daki eğitim reformları, dönemin ideolojik çeşitliliği ve çatışmalarıyla şekillenmiştir. Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük gibi ideolojiler, eğitim müfredatını ve kurumlarını farklı yönlerde etkilemiş, bu da eğitimde süreklilik ve birliği zorlaştırmıştır.
Eğitim kurumları, bir yandan ulusal kimlik oluşturma sürecinin araçları olarak kullanılırken, diğer yandan toplumsal eşitsizliklerin ve ideolojik çatışmaların yansıması olmuştur. Batı'nın modernleşme ve sanayileşme örnekleri doğrultusunda kurulan yeni okullar, fen bilimleri ve sosyal bilimler gibi alanlarda eğitim verirken, aynı zamanda Osmanlı kimliği ve ulusal aidiyet üzerine de vurgu yapmıştır. Bu bağlamda özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Batı’ya karşı geri kalmışlık, özellikle askeri kurumlar aracılığıyla yenileşme çalışmalarının yanında eğitim kurumlarında da modernleşmeyi beraberinde getirmiştir. Bu süreçte ağırlıklı olarak ön plana çıkan Osmanlılık düşüncesi de bu eğitim kurumlarının modernleştirilmesinde ön plana çıkan ulusal kimlik oluşturma çabalarını getirmiştir. Ancak eğitim ile amaçlanan bu kimlik oluşturma çabaları istenen bütünlüğü sağlamaktan uzak kalmış ve imparatorluğun parçalanması süreci hızlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sürecinde de eğitim bu anlamıyla işlev değiştirerek Türkiye Cumhuriyeti Eğitim sisteminin modern ulus devlet olarak şekillenmesinin temel dinamiklerinden birini oluşturmuştur.
Ancak, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarım/ din toplumu olması, çok uluslu yapısı, ulusal kimlik oluşturma çabalarını karmaşıklaştırmış ve dönemin ideolojik gerilimleri, eğitim politikalarını etkileyerek zamanla daha fazla bölünmeye yol açmıştır.
Cumhuriyet dönemi ise, bu reformların ve ideolojik çatışmaların sonucunda, Türk milliyetçiliği temelli bir eğitim anlayışına dönüşmüştür. Bu süreçte eğitim, sadece bireylerin bilgi ve becerilerini geliştirmekle kalmamış, aynı zamanda toplumsal uyum ve ulusal kimlik pekiştirilmesi amacıyla önemli bir araç haline gelmiştir. Ancak, eğitim aynı zamanda mevcut toplumsal yapıları pekiştiren ve eşitsizlikleri yeniden üreten bir mekanizma olarak da işlev görmüştür.
Özetle, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişte eğitim reformları, ulusal kimlik inşasında kritik bir rol oynamış, ancak ideolojik çeşitlilik ve toplumsal değişim ile şekillenen bu süreç, her zaman birleştirici bir hedefin ötesine geçerek, çatışmalar ve dönüşümlerle karakterize olmuştur.
Kaynakça