“Sadece yaşayanı değil, okuyanı da dönüştüren bir AŞK hikayesi!”
Psikolojik Danışman Dr. Şule Çağlar
ZAMANSIZ ‘aşk günlükleri’ kitabını değerlendirdi
Binnur Yeşilyaprak’ın, ÖZ TERAPİ kitabından sonra yayınlanan “ZAMANSIZ” adlı kitabında, kendi içinde gerçekleştirmeye çalıştığı içsel kazının zamansız bir aşk deneyiminde sürdüğünü görüyoruz. Bu kitabında da çok açık yüreklilikle, içinde bir ömür bastırılmış olan ‘ait olma ve koşulsuz sevilme’ gereksinimlerini nasıl keşfettiğini, anlamlandırdığını ve nasıl yüzleştiğini ustaca anlatıyor. Kitap bize yazarın ‘özgürleşme’ olarak tanımladığı bu içsel kazıya; kendisiyle dürüstçe yaşamak, geçmiş yaşantılarının ve sosyal yazılımın esiri olmaktan kurtulmak için başladığını açıkça gösteriyor. İnsanın kendini anlama, bilme ve bütünlüğe erme çabalarını bize tüm saydamlığı ile anlatıyor.
Kitap “Aşk günlükleri” olarak, yaşanan bir aşkın güncel kayıtlarının ötesinde; kendi özünde ne olduğunu bilme, özüne ait olanlarla olmayanları ayıklama ve anlamlandırma için yola çıkılan zorlu bir arayışı anlatıyor. Tüm bu içsel kazı; yazarın bilmeden, farkına varmadan, yaşamasına izin verilmediği için içinde taşıdığı, kendisinin de haberdar olmadığı ihtiyaçlarını arama, bulma ve ortaya çıkarma arzusuyla, içimizdeki karanlık bölgeleri keşfederek ilerleyen ve okurun tanıklığında yaşanan bir süreç.
Kitap bize içsel kazı sürecinin; ustaca çalışılması gereken, yaşam boyu sürecek olan kendini gözlemleme, anlama ve ilerleme çabası olduğunu gösteriyor. Öyle ki okur da kitabın satırlarında ilerlerken, kendini anlamanın; zorlu bir çabayla, merak ve öğrenme gerektiren, ödüllendirici, geliştirici ve azimle başarılabilecek bir süreç, bitmeyecek bir içsel yolculuk olduğunu yazarla birlikte deneyimliyor.
Zamansız içinde uzun bir zaman
“Zamansız” aslında içinde çok uzun bir zaman barındırıyor. Öz terapi sürecinde kendisiyle yüzleşmesinin izinde ilerlerken, beklenmedik bir anda yaşanan bir aşk deneyiminde yine çocukluktan bu yana uzun süredir içinde hapsolmuş duygular, özlemler, tutkular ve ait olma gereksinimini buluyor. Çocukluğuna, anne ve babası ile ilişkilerine, içinde yaşadığı kültürel ortama, sosyal koşullara, inanç ve tutumlara geri dönerek uzun bir yolculuk yapmak zorunda kalıyor. Öyle ki sanki bu; yaşam boyu hiç bitmeyecek, kendine doğru ilerleyen uzun soluklu bir yolculuk… Bu yolculuğu başlatan tek bir cümle ile yaşananlar, her satırda şaşırtıcı bir doğallıkla ortaya dökülen duygular, sorgulamalar ve içsel çatışmalar…
Söylenen söze aşık olmak
“Size sarılıp, bağrıma basıp bütün dünyayı unutasım var hocam” ile başlayan bu aşk hikayesi, olgun bir kadınla genç bir erkeğin aşkının güncesinin ötesinde bir şey. Yazarın “sımsıkı sarılmak” özlemini ateşleyen ve bastırılmış en temel ihtiyaçlarını ortaya çıkaran ve bu aşkı başlatan ateşleyici bir söz!. Tek bir cümle; onun en kırılgan yanını, “birisinin ona sarılması” “onu bağrına basması” ile söze dökülen ‘ait olma’, ‘koşulsuz kabul edilme’ ve ‘güven duyma’ özlemini su üstüne çıkarıyor. Masum ve kırılgan bir çocuk olarak zamanında karşılanmamış ihtiyaçları; kaç yaşında olursa olsun ona sarılacak, bağrına basacak birisinin ortaya çıkması; yılların özlemini geri getiriyor ve iç çatışmaları ile ilerleyeceği uzun bir yolculuğu başlatıyor.
Kendini bırakamamak ve neye tutunduğunu fark etmek
Başlarda en büyük çatışmayı; hocanın eski öğrencisine duyduğu bu alışık olmadığı duygulara karşı temkinli olma, kontrolü bırakamama ve belirsizliklerle karşı karşıya kalmaktan kaçınma, aklı kullanma ve kendini zorlama alanında görüyoruz. Sonra giderek direncin azalmasıyla kendini bırakma, akışa teslim olma, bir şeylerin olmasına müsaade etme ve aşkın gelmesine izin verme… Kendini bırakamamak; aslında yazarda nelere “tutunduğu” neleri “bırakmadığı” nelere “sımsıkı sarıldığı” ile ilgili farkındalık yaratıyor. Bırakmamanın nedeninin “güvende olma ihtiyacı” olduğunu fark etmesine yardımcı oluyor. Tutunduklarını şöyle anlatıyor:
Nelerle karşılaşacağım, neler yaşayacağım?.
Mutluluğumun bir başkasına bağlı olması beni ‘güvensiz’ bırakabilecek mi?
Beni terk ederse ne yaparım?
Ben ondan bıkarsam ne olacak?
Kıskançlık, kaygı, belirsizlik vb. duygularla nasıl başa çıkarım?..
Kendini akışa bırakmak, olacağın olmasına izin vermek, bir şeyi değiştirmeye veya kontrol etmeye çalışmadan var olmasını veya meydana gelmesini kabul etmek, duygularına teslim olmak yani temkinli olmamak onu çok korkutuyor. Bir yandan “Ben özgürce âşık olmak istiyorum. Aşk sarhoşluğu ile kelebekler gibi hafifleyip uçmak. Kaygısızca, coşkuyla, özgürce sevmek ve sevilmek istiyorum” derken aynı zamanda direnç gösteriyor, temkini olması gerektiği fikrine sımsıkı tutunuyor ve aşkın gelmesine izin vermiyor. Tam bir Araf’ta kalma hali!.
Araftançıkış
Her ne kadar temkinli olmaya çalışsa da, bastırsa da, korkarak halı altına ittirmeye çalışsa da –kendine rağmen- alışkın olmadığı duygulara dalarak yavaş yavaş kendini büyülü bir dünyanın içinde bulup direncini kaybetmeye başlıyor ve kalbinin kapılarını açıyor. İlk önce kendisine şaşkınlıkla tanık oluyor; “âşık olan, sürekli onu düşünen, aşk şarkıları gönderen, hiç alışkın olmadığı tepkiler veren, ergen gibi hareket ederek bu genç adama aşık olduğunu itiraf eden ben miyim?”
Hoş geldin AŞK
Zehirli sarmaşığın bedene dolaşması.. (Aşk kelimesinin Arapça aşeka ‘zehirli bir sarmaşık’ kelimesinden kaynaklandığı sanılmaktadır). Duygulanış… Kendini dağıtma… Temkinli olamama… Aklın sınırlarının dışında kalma… Ayakların yerden kesilmesi… Yazılan romantik mesajlar, şiir falları, duygulara eşlik eden şarkılara kapılarak ortaya çıkan arzular; birine güvenle kendini bırakmak, onun bağrında ona sımsıkı sarılma isteği ile daha önce hiç yapmadığı bir dansın koreografisini oluşturuyordu uykusuz gecelerde yazar...
Günler oydu, tüm yollar ona çıkıyordu ve saatler ona ayarlıydı…
Onunla, onda, onun sayesinde ve onun için güneş doğuyor, gök mavi ve yapraklar yeşilleniyordu. Öyle bir aşık olma hali.. Büyülü bir dünyanın içinde kaybolma haliydi yaşanan.
Kabulleniş, merkezlenme ve onur
“Aslında bütün yollar kendimize çıkıyor
Hayatın saati kendimize ayarlı...”
Kendi içinde haftalarca süren uzun bir çatışma ile yaşadığı süreçte giderek bir uzlaşmaya varabiliyor yazar. Bu bir kabulleniş; yaşadığı, kendini kaybettiği büyülü aşkın doğasını anlayarak farkına varıyor, kavrıyor, içselleştiriyor ve benimsiyor. Aşk olgusunun, gerçek ya da yanılsama olsa da var olduğunu kabul ediyor. Düşünceleri, duyguları, çelişkileri, acılarını da hissederek yaşanan bu deneyim ile, olduğu gibi, yargısız ve savunmaya geçmeden temas ediyor. Yakınmıyor, “denedim, olmadı” diyor. Davetsiz bir misafir gibi “zamansız” gelen bu aşkı değiştirmeye çalışmadan, duyguları ile bağlantıda kalıyor ve ne olduğunu anlayıp anlamlandırmaya çalışıyor. Böylece yaşanan bu farklı deneyim onun yeniden merkezlenmesini sağlıyor.
Merkezlenme; bir eyleme geçerken savrulmayacağımız ve dengede odluğumuz bir konum. Kendi içsel dinginliğimizlebağlantıya geçme.Kim olduğunun farkına varmak, bunu devamlı anımsamak ve bu farkındalığa dayanarak hareket etmek.Bizi savuran duygulardan sonra yeniden dengeye ulaşmak bir bakıma. Eskisinden farklı bir denge ve uyum halini kurabilmek.
Genç adamın tutarsız davranışlarına, hissettiği tüm acılara, hayal kırıklıklarına ve yaşadığı zor aşka rağmen onurunu yitirmiyor. Onur; kişinin kendi varlığına, kendi kişiliğine karşı beslediği saygı, insanı insan yapan iç değer (TDK). Kitabın sonunda zaten yazarın bize anlatmak istediği de ve en çok ihtiyacımız olan da bu. Ne olursa olsun kendimize duyduğumuz saygı ve verdiğimiz değeri kaybetmemek.
Binnur Yeşilyaprak bu kitabı ile, psikoloji alanında yalnızca öğreten, araştıran bir akademisyen değil; yaşayan, deneyimleyen, bildiklerini uygulayan, kendini anlamaya çalışan, kendini bizlere büyük bir cesaretle açan, deneyimlerini paylaşan, hayatımıza dokunan ve insana dair her yaşantıyı merak eden, keşfeden yanıyla da bizleri dönüştüren bir kişi olarak karşımızda sağlam ve onurlu yerini pekiştiriyor.
...
NOT: Bu değerlendirme yazısı Cumhuriyet Kitap ekinde 14 Kasım 2024’de yayınlanmıştır. (Sayı:1813,s.15).