ÖLÜMSÜZLÜK FELSEFESİ
İnsan “sonu olan canlı” olarak tanımı yapılan bir varoluşsal paradoksal yapı içindedir. Geliştirmiş olduğu sembolik kişilikle kendi varlığının ve kainatın bilincine varıp düşünsel olarak sonsuza dek uzanabilirken, zaman ve ölüm ile sınırı çizilmiş ve bu şartları değiştirmeye güç yetiremeyen bir sonluluk içerisindedir. Ölüm ile yüzleşmek yaşam bilincini canlı tutmaktadır. İlkeli toplumlarda ölen kişilerin yaşadığı eve, ileriki dönemlerde ise yaygın olarak köy veya şehrin merkezine gömüldükleri belirtilir. Bu durum toplumlarda yaşamın ve ölüm düşüncesinin yakın ilişki içinde olduklarının belirtisi olduğunu söyleyen Baudrillard, modern toplumların ölülerinin şehrin dışında uzak yerlere gömmelerini bir tür ölümden kaçış olarak ve aslında yaşamdan bir kaçış olduğunu ifade eder. Baudrillard, “eğer mezarlıklar artık görülmüyorsa bunun sebebi bu vazifeyi modern şehirlerin yapıyor olmasıdır” şeklinde ifade etmiştir. Baudrillard zıtlıkların ilişkisinin bir anlamda simgesel olarak değiş-tokuş olduğunu ve yaşam bilincinin bu değiş-tokuş sayesinde anlam kazandığını iddia eder. O yüzden ölüm düşüncesi ile yüz yüze gelmek yaşamı anlamlı hale getirecektir. Bu düşünceden kaçmak simgesel değiş-tokuşu ihlal edeceğinden ölümü yok saymak amacıyla sarf edilen çabalar aslında yaşamı da yok saymaya götürecektir. Ölümsüz olma isteği, ölecek olmanın verdiği kaygıya karşı oluşan basit bir tepkiden ziyade, insanın tüm varoluşuyla hayata yönelik uzanışı, iddiasını ifade eder. Asırlar öncesine dek uzanan ve soyluların dayanağı kabul edilen soyağaçları, miras ile devam eden ve ilk sahipleriyle hatırlanan değerli taşlar “tarih yazma” için yapılan eylemler vb. ölümsüz olma için gidilen özel yolların birtakım köşe taşları olarak değerlendirilebilir. Modern toplumlarda tüketim amaçlı birçok unsur da ölümsüz olma odaklı olarak değerlendirilebilir.[1]
Ölümsüzlüğe olan inanç birtakım dini geleneklerde vardır. Ancak ilahi olarak adlandırılan bu dinlerden önce etkilendikleri aşkın dinlerin ahirete olan inançlarına bakmak gerekir. Sümer dininde ruhun yer latına giderken bir nehirden geçtiğine inanılır. Varılan mekan farklı ve sevimli olmayan bir yerdir. Bundan dolayı ölüye kurban sunulur ve Tanrı’ya ölü için yalvarılır.[2] Babil-Asur dinlerine baktığımızda insan bir davranışta bulunduğunda sonucu iyi ise mükafatını dünyada iken alır, kötü olanın ise ahirette cezalandırılacağına inanılır.[3] Eski Mısır’daki inanışta ise piramitlerden alınan vergilere göre ölen kişinin mezarından çıkar eşyalar öldükten sonra da bir hayatın var olduğunu gösterir. Ruhlar hem yeraltında hem gökte bulunabilir. Ölen kişinin ruhu yıldızlara kadar uzanır ve yaşamaya orada devam eder. Eski Mısır’da inanılışa göre Re/Atum Tanrı’ya hep oğlu Firavun’un ölmeyeceğini bildirir. Firavun’un daima göklerde uçtuğu ve göğe yükselince hemen tanrılaştığına inanılır.[4]
Yahudiler değişik kültürler ve inanışlarla bir arada yaşamak durumunda kaldıysa bile ölümsüzlüğe ve Tanrı’nın bir olduğuna olan inancını kaybetmemişlerdir. Öldükten sonraki hayatla ilgili ilk Tekvin kısmında değinilir: “Rab Tanrı Adem’i var etti ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Bundan dolayı Adem yaşayan canlı oldu.” Bu konu yahudi din adamaları tarafından tartışılan bir konudur. Topraktan yaratılan bir canlının tekrar toprak olacak olması ve daha sonrası tartışılmıştır.[5] Sonra, “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri oldu” dedi. Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli. Böylece Rab Tanrı yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı. Tekvin’de geçen bu ifadeye göre Aden ve Aden bahçesi içerisinde yaşayan kimseler ölümsüz olmuşlardır. Yahudi bilgin kimseler ölümden sonra gelen hayat için Şeol haricinde Aden bahçesine de gidileceğini söylemişlerdir.
Ölmek, İsa’ya iman edenler için yeni bir yaşamın başlangıcı olarak görülür. Hristiyanlık dininde var olan vaftiz ve komünyon ayinleri ölüp tekrar dirilmeyi ifade eder. Hristiyanlıkta ölmek ve ölümsüz olmak, İsa’ya Tanrı’nın özünün halk tarafınca hissedilip, görülüp ve tanrısal bir düzen kurulup ilerlemesi etrafında kurgulanır. İsa dünyadaki bütün günahlarını almak ve insanlığı kurtarmak için ölümü kabul etmiştir. Tekrar dirilen İsa yaşamını sürdürmektedir. Kendisine gelen insanlara sonsuza kadar yaşam sözü verir.[6]
İslam’da ise sonsuzluk ve ölümsüz olma için teoriler olduğu görülür. Birincisi “Nefs ve nefsin ölümsüz olması”teorisidir. Nefs ile ilgili düşünceler daha çok Platon fikirleri çerçevesinde şekil bulmuştur. Platon’a göre nefs Tanrı’saldır ve Tanrısal olan bir şeyin ölme ihtimali olmaz. Nefs ölümsüzdür, vücut ise ölümsüz olanın taşıyıcısıdır.[7]
İslam’da ölmek insanın sonsuzluğa geçişinde bir araçtır ve ölüm insan için bir mekan değişimidir. Önemli olan öbür dünyadır. İnsanın ölümü kabul edememesinde ki asıl etken öldüğünde yok olacağına inanmasıdır.Nihayetinde İblis, Adem’i sonsuza dek yaşama yalanıyla kandırıp cennetten kovulmasını sağlamıştır.[8] Tanrı’nın emrettiğine karşı insanların sonsuza dek yaşamak isteğinde bulunması uzun süre hayatta kalma olan isteğinin göstergesidir. Bundan dolayı ölümden sonra yeniden dirilip sonsuza dek kalacağı bir yer olan cenneti kazanmak için ölüm sık sık tekrar edilir. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah sizi (gelip geçici bir hayata değil) ebedi mutluluk ve esenlik yurduna, cennete çağırmaktadır…”[9] buyrulmaktadır. Bundan dolayı İslam dininde bahsedilen ahiret, bitecek olan bu dünya hayatından göçüp, sonsuz ve ölümsüz bir şekilde devam edecek olan hayat olarak betimlenmiştir. İslam’da dünya geçici olarak anlatılırken ahiret ölümsüz ve sonsuz olarak anlatılmıştır.[10] İslam’ın yaygın olduğu toplumlarda halk inanışları olarak yaygın olarak görülen Hızır inanışına göre Hızır ve İlyas ölümsüz olmuş ve kıyamet kopana kadar yaşayacak olan iki kişidir. Bazı halk inanışlarında ise Hızır, İlyas olarak bilinir ve hem insanları kurtaran kişi hem de nebilerden farklı olarak ölümsüz olmayı kazanan kişidir.[11]
Ölümsüz olma arzusu eski Hint toplumlarında en çok görülür. Belli kurallara göre yaşayanların ölümsüz olacağına inanmışlardır. İlerleyen zamanlarda ise ölüme çare aradıkları görülür.[12] Vedalara’da anlatıldığına göre bedeni terk eden ruh başka bir benede geçerek ölümsüzleşir. Sonsuza dek yaşamı simgeleyen samsara çarkı tekrar doğmanın birçok defa tekrar edilişini anlatır.[13]
Büyük dinlerde ölümün tamamen bir yok olma oluşu kabul edilmez. Ahiret hayatı ve tekrar dirilme, insanlara sonsuza dek hayatta kalma ve ölümsüz olma duygusunu vererek yok olma düşüncesinden kurtarır. Bu fikir beden olarak yok olmayı kaçınılması imkansız gösterse de ruhun ölmeyecek olması insanüstü bir varlık olarak algılanmaktadır.[14]
Sümer inanışlarına göre Tanrı ya da Tanrılar insanı var ederken Tanrı’nın kanını kullanmışlardır. İnsanın var edilme nedeni ise Tanrı ya da Tanrıların ihtiyaçlarının görülmesi, hizmetlerinin edilmesidir. Burada önemli olan insan yaratılırken Tanrı’nın kanı kullanılmasıdır. Bu da insanın Tanrısal özden var edilmesi olasılığını beraberinde getirir.[15] Tanrısal öz ise insanın sonsuz kalma isteğini doğurur. İnsanın sonsuza dek yaşama isteği ve dünyaya alışmışlığı ise ölümsüz olma rüyası için birtakım arayışlara girmiştir. Bu konunun güç ve iktidar ile alakası da bulunmaktadır. Antik dönem uygarlıklarda sonsuza dek hayatta kalma veya ölümsüz olma isteğinin asıl sebebi yönetme arzusu ile ortaya çıkmıştır. Yaratan ilk kral olmuştur. İnsan Tanrısal özü taşıdığına inanınca kabul ettikleri ve zihinsel-kültürel birikmişlik, bir arayış başlangıcını oluşturur. Mitolojik söylemler yoğun olarak kullanılasa da insanın içinde Tanrı gibi olma arzusu vardır. Bu da insana ölümsüzlüğü araştırmak için güçlü bir neden olarak görülür.[16]
Ölümsüzlüğün veölümden sonraki yaşamının devam etmesi isteğine dair en iyi örneklerden biri Gılgamış Destanıdır. Destanda ölümün dağanın bir kanunu olarak görülse de insanın ölümsüz olma isteği de her zaman ilgi çekici olmuştur. Bu konu birçok dünya mitolojilerinde genişçe ele alınmıştır. İnsanın sonsuza kadar var olma gayesi ile ortaya koyulan kültürel formlar ölümsüz kalma isteğinin gerisinde kalan sürekli insan düşüncesine tekabül eder. Tarih boyu gelen bu sürecin şimdiki adı üst insanı var etmek demek olan transhümanizmdir.[17]
Gılgamış Destanı’nda kahraman Gılgamış, en yakın arkadaşı Enkidu’nun ölmüş olduğunu kabul edemez ve arkadaşı olmadan yapamayacağını düşünerek Enkidu’nun da kendisi gibi ölümsüz olması ve ölenler diyarından geri gelmesi için ölümsüzlük otunu arar. Bunu elde etmek için de tufandan sağ çıkmış ve olümsüz olmayı kazanmış olan Utnapiştim’e ulaşmışsa da Utnapiştim Gılgamış’a ebedi olarak kalmanın sırrını vermemiştir. Utnapiştim’in eşi Gılgamış’ın bu isteğini geri çeviremez ve ona denizin derinliklerinde olan ve ölümsüzlüğü veren bir otun bulunduğunu söyler. Gılgamış denizin derinliklerine inerek ölümsüzlük otunu bulur ve bir parça almış lakin dönerken su içmek için eğilirken otu yere bırakır ve bir yılan otu alıp gider. Böyledce Gılgamış ölümsüzlük sırrını kaybetmiştir.[18]
Eski Mısır’da ölümsüz olma isteği birçok gelişmenin önayağı olmuştur. Mumyalanma işlemi ölümsüz kalma isteğinin en net ispatlarından biri olmuştur. Bu da bize Antik Mısır’da ölü kültü, ölü bedenin muhafaza edildiği ve sonsuza dek hayatta kalmasının mümkün olduğu bir anlayışı ortaya çıkarmıştır.[19] Bu durum Osiris ile başlar. Osiris ölümü yenmiştir.Osiris ile başlayan bedeni mumyalama işlemi firavunlarla devam etmiştir. İnanışa göre bedene girmiş tanrı olarak Firavun gökyüzüne yükselir. Böylece insana benzeyen tanrının sürekli oluşu toplumsal düzenin de sürekli oluşunu sağlamıştır.[20] Eski Mısır’da ölüm yoktur, insanlar bu dünyada olduğu gibi toprağın diğer tarafında da dünya gibi bir mekan olacağına inanmışlardır.[21]
Birçok dünya halklarında tanrı veya tanrısal varlıklarla beden bulma inancı yaygındır. Kişileri bazı zamanlarda tanrı veya ruhların ele geçirdiği veya bazı kuvvetlerce yönetilerek normal insandan farklı olduğu konuşulmuştur. Bu şekilde insan alışıldık davranışların tersine değişik tutumlar göstererek aslında içinde bulunan tanrı’nın sözlerini konuşup, tanrı adına davranışlarda bulunur.[22] Bu kişilerin tanrı’yla aynı olduğuna inanılması bazen korkulan kişiler olmaları, o kişileri toplum içinde korku ve saygı duyulan varlıklar olarak görülmüştür. Ölüm bir yok olma gibi görülse de bu durum geleneksel toplumlar ve mitoslarında tekrar dirilme için bir başlangıç olarak algılanır. Yok olma tekrar doğmanın bir adımıdır.[23]
Birçok kültürde ruhun ölmediğine, öldükten sonra da hayatın devam ettiğine, bedenden bağımsız olarak insanda bulunan cevher, ruh veya can olarak tanımlanır. Beden ile ruh farklı olduğu, ruhun bir süreliğine bedende bulunduğundan tanrısal özü bulunan ruhun kendine hangi beden uygunsa ona dönmeye mecbur kalan bir mahkum olduğuna inanılır. Yunan mitoslarında da insanda ölümsüzlük var olduğu kabul edilmiştir. İnsan nasıl ki tanrısal özü taşırsa bitki ve hayvanlarda da aynı öz bulunur.[24]
Ölüme derman bulduğuna inanılan kişilerden birisi de Lokman Hekim’dir. İnanılışa göre Lokman, Allah’tan ömrü uzun olsun ister ve isteği kabul edilir. Araplarda uzun ömrün göstergesi olan yedi kartal ömrü kadar hayatta kalmayı dilemiştir.[25] İslami geleneğe göre iyi tanınan ve birçok mitolojik şahıs ile aynı özü paylaştığına inanılan Lokman Hekim, bulmuş olduğu ölümsüz olma içeceğini, köprüden geçerken Azrail’in etkisiyle düşünür ve kaderine razı olur. İnanılışa göre Lokman Hekim bitkilerle konuşan ve bu konuyla ilgili birçok bilgiyi bilen biridir. Bazı dinlerde ve kültürlerde Lokman Hekim’e benzetilen özellikte efsanevi kişiler bulunur. Hepsinin ortak tarafı ise uzun bir hayat ve ölüme çare bulmaktır. Mezopotamya’da Gula, Mısır’da İmhotep, Yunanistan’da Asklepios, Hindistan’da Danvanteri tıp Tanrıları olarak bilinir. Bunlardan kimisi kurtarıcı olarak İsa, Lokman Hekim gibi şahıslara dönüşüp kültürel manada yayıldıkalrı ifade edilir.[26]
Günümüzde tartışma konularında ilk sırayı alan insana ait bazı özelliklerin teknolojik alana aktarılamsı ve insanüstü bir türe dönüşme isteği eskilere dayanır. İnsanlar ilk zamanlardan beri hem yaşanılan dünya için hem de öldükten sonra sonsuza dek yaşamak ve mutlu olacağı bir alan için düşüncelere başlamış, ilk olarak dini olmak üzere birçok uygulama yapmak istemiştir. Ölmeyi yeni bir doğum ve yeni bir başlangıç gibi görme genel bir düşüncedir. Ölmek ve öldükten sonra başlayıp sonsuza dek sürecek olan hayat birçok din için önemli bir inançtır. Bu yüzden dindar kesim için hayatın anlamı öldükten sonra devam edecek olan hayatın içinde olup dünya hayatının içinde bir manası yoktur.[27]
Ölümsüzlük arzusu, insanın yeni bir isteği değildir. Tam tersine bu arzu, insanlık tarihinin en eski isteklerinden biridir. Bu istek öyledir ki; Yunan mitolojisinden İrlanda mitolojisine, Eski Hint ve Sümer mitolojisinden Ergenekon destanına kadar uzanan sayısı belli olmayan anlatılar, efsaneler ve eserlerde mühim bir mesele olma durumunu korumuştur. Ölümlü olan insanın daha sağlıklı, daha güç sahibi ve daha fazla yaşamak istediği büyük bir gerçektir. Canlı olan tüm varlıkların kaçamayacağı son olan ölüm karşısında yaşanılan çaresiz kalma durumu ölümsüzlüğü arzulamakla giderilmeye çalışılmıştır. Farklı yerlerde yer alan ortak amaç diyebileceğimiz gençlik pınarı, hayat iksiri, ab-ı hayat, bengisu veya diriliş suyu arayışları ve başka mitlere ait misaller de ölümü yok etme isteğinin hemen hemen insanın doğasının önemli bir parçası olduğunu sergilemektedir.[28] Başka bir deyişle ölümsüz olma isteği evrensel ve psikolojik bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.[29]
Ölümü yok etme çalışma işlemleri değişiklik gösterse de hem eskiden hem de şimdi insanın hayatında büyük bir yeri vardır. Eskiden mumyalama işlemi ile vücudun çürümesi engellenmek istenirken şimdi buna benzeyen “kriyonik ölüm” yöntemi ile cesetler dondurularak bekletilmektedir. Kriyonik dediğimiz olay henüz tedavisi bulunmayan hastaların veya öldükten sonra dünyadaki yaşamına devam etmek isteyenlerin vücutlarının -169 °C’de saklanması işlemine denir.[30] İnsanlar kriyonik ölüm işlemini yaptırarak önümüzdeki zamanlarda tıp alanında yapılacak olan gelişmelere olan inancını göstermektedirler. Dünyanın en büyük kriyonik işlem yapan enstitüsü olan “Alcor” 1976’dan itibaren 110 kişi dondurmuş, 950 kişiyle de sözleşme imzalamıştır.[31] Bu durum bize somut olarak insanların ölmeyi kabul edemeyeceğini, gelecek bir zamanda tekrardan sağlıklı bir hayat yaşama ümidi beklediğini gösterir.[32] Tam da bu noktada transhümanizm insanların bu isteğinin dünyada iken gerçek olması ölümsüzlüğe olan ümidi canlı tutmaktadır.[33]
Hayatı olması gerekenden daha fazla uzatmak gayesi ölümsüzlük isteğinin transhümanizmdeki yansımasıdır. Buna göre ilk olarak yaşlanma halinin yavaşlatılması, yaşlanmanın sebep olduğu durumların yok edilmesi amaçlanmaktadır. Bu şekilde yaşlanmayan ve tüm hastalıklardan kurtulmuş bir beden ile yüzyıllarca yaşanabileceği ümit edilmektedir.[34]
İnsanın bu şekilde dönüştürülmesinde transhümanizmin en büyük güç kaynağı tıp alanında gelişen teknolojidir. Bu teknolojiler hastalıkların tedavi haricinde bedeni genç ve diri tutmak, zihinsel yetileri ve dinamizmi artırmak gibi yeni hedefler belirleyerek dönüşümleri sağlaması beklenir. Bir sonraki adımda ise genetik bilimi ve sentetik biyoloji çalışmalarıyla insanı daha mükemmel hale getirmek amaçlanır.[35] Bu şekilde işlemini yerine getiremeyecek olan organlar yeniden üretilip biyolojik engeller aşılabilecektir.[36]
Ölümsüzlük arzusunun şimdi ki koşullarda ilginç görülmesinin olağan olduğunu kabul eden De Grey, yeni gelişmeler yaşandıkça ilginç görülmesinin sıradan bir hal alacağını belirtir. O, insan vücudunu bir arabaya benzetir. Bedenimiz son derece karmaşık ve mükemmel bir düzende olsa da bir yandan da tıpkı arabalar gibi eskimektedir. Sürekli arıza veren arabayı değiştirmek istememizi kimse yadırgamaz. Yakın bir zamanda insan bedeni için de aynı şeyleri konuşabiliriz. Şimdi içinde bulunduğumuz zamanda bu durum pek mümkün gibi gözükmese de, transhümanizmin beden algısı ve onun işleyişini manipüle etmek amacıyla bedenin yaşlanmasına neden olan durumları kontrol altında tutma yolundaki çalışmalara gebe gibi görünüyor.[37]
Yaşamı şu anki süreye kıyasla daha da uzatılması ile ölümsüzlük isteğinin aynı şey olmadığının farkına varmak gerek. Yaşamı uzatmak demek ölmeyi biraz daha ertelemek ve yaşlanmayı biraz daha yavaşlatmak iken, hayatın uzaması sonu olan, aciz, ölümü kesin olan bir canlı olma gerçeğini ortadan kaldırmaz. Hayatın uzaması ile ölümsüz olmak demek birbirinden çok farklıdır.[38]
İnsanlardaki ölümsüz olma isteğinin evrensel olduğunu Jung şöyle anlatır: “İnsanlar büyük kısmı, daima yaşamın devamlı olmasına inanmak istediler… Yaşamın ölümü aştığını düşündüğümüzde, bu düşüncenin manası bizden çıkıp kurtulsa, aklımız ile tam manasıyla kavrayamasak dahi, insan için kaçınılması mümkün olmayan, zora sokan bir haldir.” İnsanlar biyolojik olarak ölümsüzlüğü istemektedir. Anne-baba olma durumlarının altında yatan kuvvetli istek ölümsüz olma isteği olsa gerektir. Bir babanın evladı hakkında “aynı babası gibi, babasına benziyor” dediklerini duyduğunda ona ölümü unutturup ve neslinin devamını evladında görmek onu teselli etmektedir.[39]
Bireyler açısından genel olan ölümsüz olma isteği inanç ve düşünce olarak farklı şekillerde anlatılmıştır. Bunlar;
1- Maddi anlamda ölümsüz olma: Maddenin sonsuz olduğu görüşünden hareket ederek insanın da ölümsüz olabileceğini savunur. Örnek olarak Lucrecea’nın görüşüne göre insan, madde hareketinin sonunu olmaması ve zamanın da sonsuz olması sebebiyle ölümsüz olabilir. Nietzsche’de bu manada madden ölümsüz oluşu benimser.[40]
2- Biyolojik anlamda ölümsüz olma: birçok insan biyolojik olarak ölümsüz kalmayı arzular. Bu nedenle ana-baba olma duygusuyla bu arzusunu motive etmeye çalışırlar. Ana-baba kendi soyunun çocukları üzerinden süreceğine inanmasıyla ölüme bu duygu sayesinde teselli bulurlar.[41]
3- Sosyal anlamda ölümsüz olma: Bazı insanlar, kalıcı eserler bırakarak öldükten sonra ölümsüz olarak kalmak isterler. Bu davranışın İslam’a da uyduğu söylenebilir. Din, insanın ölümsüz kalma isteğini farklı yönlere çekerek hem şahısına hem de topluma fayda sağlamasını amaçlamıştır. Birtakım sanatçı ve felsefeciler de sanat eserleri bırakarak ölümsüz olunabileceğinden söz ederler.[42]
4- Ruhi anlamda ölümsüz olma: Birçok manada anlaşılsa da temelde bedenin ölümünden sonra ruhun yaşayacağı fikri kabul edilmiştir. “İnsan öldükten sonra ruhunun farklı bir bedene, sonra diğerine geçeceğine veya belirli bir olgunluğa ulaşana dek ruhun farklı bedenlere bürünüp tekrar tekrar var olacağını kabul eden inançlar da vardır. Bunun yanı sıra ruhun ferdi oluşunu kaybedip Külli Ruh’a katılarak varlığını devam ettireceğine; veya bir başına beden olmadan yaşayacağına ve sonsuza dek öylece kalacağına inananlar hem geçmişte hem de günümüzde var olmuşlardır.”[43]
5- Ferdi anlamda ölümsüz olma: İlahi olan dinler, iman edenlerine, öldükten sonraki hayatta ruh ve beden olarak tekrar dirilip, yaptıkları işlere göre muamele edileceğini tebliğ ederler. Burada bahsedilen ölümsüzlük, insanın sahibi olduğu “ben” ile onu “olgun insan” haline getiren psikolojik ve manevi varlık ile ilgilidir. Bu biçimde ölümsüz olma “benlik” in yani insanın olgun olmasını sağlayan kişiliğin ebedi oluşudur.[44]
Biyomedikal alanda ilerleyen teknolojik çalışmalar, insan hayatını sağlıklı bir şekilde yüzlerce yılı geçen bir zamana yayma ihtimalinin temelini oluşturmaya çalışmaktadır. Yapılan planlar olması gerektiği gibi ilerlerse 20-30 yıl süre içerisinde bilimsel açıdan büyük çalışmaları gerçekleştireceği tahmin edilmektedir. Planlandığı gibi ömrü uzatma çalışması vuku bulursa, bu zamana kadar gerçekleşmiş tüm olayların en önemlisi olacaktır. Belki de tüm düzenin değişeceği bu durumda psikolojik ve sosyal alanlar başta olmak üzere tüm açılarda değerlendirilmelidir.[45]
Asırlardır savaş, kıtlık ve hastalıkla mücadeleye devam eden insanlık 20. asır ile birlikte başta teknolojik gelişmeler olmak üzere birçok alanda büyük gelişmeler göstermiştir. Bu gelişmelerle birlikte tüketim artmış ve rekabet geleceği tehdit eden unsur haline gelmiş ve insanlık kendi türünün şerrinden dünyayı koruma telaşına kapılmıştır. Kendini kurtarma gayretiyle harekete geçen insanoğlu yeni bir hedef edinmiştir. Bu hedef hayatı daha uzun hale getirmek hatta ölümsüzlüğe ulaşmak olmuştur. Bu istek pek de yeni sayılmazdı. İnsanlar asırlardır doğrudan etkileşim ve iletişim içinde olduğu tanrı ile bütünleşmek veya onun niteliklerini elde etmek niyetiyle daha cüretkar eylem ve davranışlarda bulunmuştur. İnsanın yeni projesi ise ölümsüzlüğe ulaşmak olarak belirlenmiştir.[46]
İnsanın ölümsüzlük isteğinin olmasında kendine atfettiği niteliklerin payı oldukça büyüktür. İnsanın yaratılmasında ölümlü oluşunun da ötesinde tanrının özünden yaratılmış olması insana özel bir mana yükler. Erken dönem uygarlıklarında gördüğümüz ölüme çare arayışları günümüzde teknolojinin sağladığı imkanlarla etkisini arttırmıştır. Hızla ilerleyen teknolojik gelişmeler insan üzerindeki kontrolünü artırmakla beraber belirsizlik de taşımaktadır. [47]
[1] Ömer Yazan, “ Ölümü yadsıma aracı olarak muhasebe: Kavramsal bir eleştiri” Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi, Erciyes Üniversitesi Basımevi, Özel Sayı, 2018, 20, s. 630.
[2] Şinasi Gündüz, Dünya Dinleri, İstanbul, Milel Nihal Yayınları, 2019, s. 42.
[3] Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, Fakülte Kitapevi Yayınları, 2011, s. 22.
[4] Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 1, Çev. Ali Berktay, İstanbul, Alfa Yayınları, 2023, ss. 120-121.
[5] İsmail Taşpınar, Yahudilik Kaynaklarına Göre Yahudilik’te Ahiret İnancı, , İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2003, ss. 45-47.
[6] İsmet Tunç, Din ve Transhümanizm, Ed. Talip Demir, Ankara, Eskiyeni Yayınları, 2021, s. 220.
[7] Henerietta C. Mears, Kutsal Kitap ne anlatıyor? Çev. Mine YILDIRIM, İstanbul, Avrasya Medya, 2004, s. 27.
[8] Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali. Anlam ve yorum merkezli çeviri. Ankara, Ankara Okulu Yayınları, 2015, s.187.
[9] Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali. Anlam ve yorum merkezli çeviri. s. 247.
[10] Bekir Topaloğlu, “Ahiret” İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 1998, s. 544.
[11] Yaşar Kalafat, Türk Kültürlü Halklarda Hz. Hızır'dan, Sultan Nevruz'a, Ankara, Berikan Yayınevi, 2011, s. 36; Ahmet Yaşar Ocak, İslam-Türk İnanclarında Hızır Yahut Hızır İlyas Kültü, İstanbul, Timaş Yayıları, 2019, 256.
[12] Korhan Kaya, Hint Felsefesinin Temelleri, Ankara, Doğubatı Yayınları, 2016, s. 137.
[13] Ali İhsan Yitik, “Tenâsüh” İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2011a, s. 441.
[14] Tunç, Din ve Transhümanizm, s. 226.
[15] İsmet Tunç-Nurgül Çelebi, ”Ortadoğu’daki Yaratılış Mitoslarında Hava, Su ve Toprak Fenomenleri”, Turkish Studies-Language 16/3 (2021), 1715-1729.
[16]Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 1, s. 81.
[17]Sara Sedeeg, “Tarih, Mitler ve Transhümanizm”, Transhümanizm ve Karşılaştırmalı ve İzdüşümü, Ed. Timuçin Buğra Edman, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 2019, s. 26.
[18] Jean Bottero, Samuel Noah Kramer, Mezopotamya Mitolojisi, Çev. Alp Tümertekin, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017, 648-896.
[19] Josef Campbell, Doğu Mitolojisi Tanrının Maskeleri 2, Çev. Kudret Emiroğlu, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2003, s. 101.
[20] Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 1, ss. 112-113.
[21]Albert Champdor, Eski Mısır’ın Ölüler Kitabı, Çev. Suat Tahsuğ, İstanbul, Ruh ve Madde Yayınları, 1984, s. 27.
[22] James George Frazer, Altın Dal Dinin ve Folklorün Kökleri I, Çev. Mehmet H. Doğan, İstanbul, Payel Yayınları, 2004, s. 36.
[23] Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, İstanbul, Kabalcı Yayınları, 2000, s. 13.
[24] Ahmet Güç, “Diğer Dinlerde Ruh”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2018, s. 197.
[25] Ömer Faruk Harman, “Lokman” İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları, 2003, s. 205.
[26] Ali Haydar Bayat, Türk Kültüründe Lokman Hekim, İstanbul, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 2000, s. 1.
[27] Hayati Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikolojisi ve Din, İstanbul, Değerler Eğitimi Merkezi Yayınları, 2008, s. 14.
[28] Sedeeg, “Tarih, Mitler ve Transhümanizm”, Transhümanizm ve Karşılaştırmalı ve İzdüşümü; Nick Bostrom, “A History of Transhumanist Thought,” New York, Journal of Evolution and Technology, 2005, Volume 14, Issue 1, ss. 1-30.
[29] Emre, Din ve Transhümanizm, s. 177.
[30] Burcu Öztürk, "Aklın isyanı: Kriyonik Ölüm ya da Modern Mumyalama", Transhümanizm ve Karşılaştırmalı İzdüşümü, Ed. Timuçin Buğra Edman, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 2019.
[31] Burcu Öztürk, "Aklın isyanı: Kriyonik Ölüm ya da Modern Mumyalama", Transhümanizm ve Karşılaştırmalı İzdüşümü, Ed. Timuçin Buğra Edman, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 2019.
[32] Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikolojisi ve Din, s. 54.
[33] Emre, Din ve Transhümanizm, s. 178.
[34] Emre, Din ve Transhümanizm, s. 180.
[35] Ahmet Dağ, Transhümanizm: İnsanın ve dünyanın dönüşümü, Ankara, Elis Yayınları, 2020, s, 177.
[36] Aysel Demir, “Ölümsüzlük ve Yapay Zekâ Bağlamında Trans-hümanizm,” İstanbul, Online Academic Journal of Information Technology, 2018, 95-100.
[37] Aubrey de Grey, “Radical Life Extension: Technological Aspects”, Religion and the Implications of Radical Life Extension, Ed. Derek F. Maher, Calvin Mercer, New York, Palgrave Macmillan, 2009, ss. 13-24.
[38] Leigh Turner, "Life Extension Research: Health, Illness, and Death.", Health Care Analysis: HCA: Canada, Journal of Health Philosophy and Policy, 2004, Vol. 12, No. 2, s. 121.
[39] Memet S. Aydın, Din Felsefesi, İzmir, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, 1990, 2. Baskı, s. 190.
[40] Mustafa Koç, “Ölümsüzlük arzusu ve birey üzerindeki etkileri”, Ekev Akademi Dergisi,2000, s. 63.
[41] Koç, “Ölümsüzlük arzusu ve birey üzerindeki etkileri”, s. 64.
[42] Koç, “Ölümsüzlük arzusu ve birey üzerindeki etkileri”, s. 64.
[43] Koç, “Ölümsüzlük arzusu ve birey üzerindeki etkileri”, s. 64.
[44] Koç, “Ölümsüzlük arzusu ve birey üzerindeki etkileri”, s. 64.
[45] Emre, Din ve Transhümanizm, s. 176.
[46] Yuval Noah Harari, Homo Deus, Çev. Poyzan Nur Taneli, İstanbul, Kolektif Kitap, 2020, 31-32.
[47] Tunç, Din ve Transhümanizm, s. 204.