Röportaj: Gazeteci-yazar NEVİN BİLGİN
Psikolojik Danışman Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü eski PDR Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr Binnur Yeşilyaprak'la yeni çıkan kitabı "ZAMANSIZ Aşk Günlükleri", aşk ve aşkın psikolojisi üzerine konuştuk. Hem şiir tadı taşıyan, hem de insanın kendisini öğrenme yolculuğuna katkı sağlayacak röportajı büyük bir zevkle okuyacaksınız.
AŞKIN TANIMI
Yeşilyaprak'ın sorulara yanıtları şöyle:
Soru:Aşkı psikolojik açıdan nasıl tanımlıyorsunuz? Zamansız Aşk Günlükleri bu konuda ne gibi farklı bakış açıları sunuyor?
B.Y. Sanırım yanıtlaması en zor soru ile başladık!. Kolayca yanıt vermek mümkün değil. Aşk, tanımlanması güç ve öznel olan bir fenomen çünkü. Aşkın, özünü tam olarak yakalayabilecek herhangi bir kesin tanım pek mümkün değildir. Doğal bir durum olan aşk; yaşanan, deneyimlenen, tadı çıkarılan ve acısı çekilen bir duygu halidir. Onu içinizde, bedeninizde iken anlarsınız.. Aşkın ne olduğu ne bilimsel, ne entelektüel terimlerle tam olarak açıklanamaz, hep bir şeyler eksik kalır kanımca.
İşte ‘aşk günlükleri’ bir bakıma bu noktayı temel alıyor.. Diğer bir ifade ile aşkı, yaşanırken anlama ve anlamlandırma çabası diyebilirim.. Ben bu kitapta kendi gerçekliğimden yola çıkarak yaşadığım bir AŞK deneyiminde kendimi ve insan’ı anlama çabamı sürdürüyorum.. Bunu da olgun yaşımda ve psikoloji alanındaki akademik kariyerimin bana sağladığı donanım ile yapmayı deniyorum.
AŞK PATOLOJİ Mİ?
Soru:Aşkın, insan psikolojisi üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu etkiler, bireylerin ruh sağlığını nasıl şekillendirir? Aşk bir patoloji mi, hastalık mı?
B.Y. Öncelikle ben insanı anlama konusunda 40+ yıldır öğrenen ve öğreten bir akademisyen olarak yaşadığım aşk deneyimiyle şunu kabul ettim ki; aşkı deneyimlemeden insan psikolojisini anlamak pek mümkün olamaz!.
Ruh sağlığı alanında çalışan tüm profesyoneller için de geçerli olduğunu düşünüyorum bu saptamanın.. Çünkü ‘insan duygusal bir varlıktır’ ve davranışlarımızı yöneten genellikle duygularımızdır. Aşkı yaşarken duyguların gücünü gördüm. Duyguların insanı –aklına rağmen- nasıl tutsak edebileceğini anladım.
Ünlü felsefeci Schopenhaouer’ın itiraf ettiği gibi; “Aşk, kendisini bana zorla kabul ettirdi!”
Aşk bir patoloji/bir hastalık mı diye bakıldığında; ‘normal’in ne olduğu- nasıl tanımlandığına bağlı olarak yanıtlanabilir bu soru. Fizyolojik açıdan bakıldığında organizmanın olağan denge durumu bozulur aşık olunca.. Duygusal açıdan yoğun bir coşku hali yaşanır. Yaşamın her zamanki anlamı ve dünyaya bakış açısı değişir.. Bütün bu değişimlere bakarak genel bir yaklaşım olarak aşkı; bir patoloji olarak görme eğilimi yaygındır. Bir ‘mani’ haline benzer. Gördüğümüz gerçeklere yüklediğimiz anlamlar değişir yani kendimize özgü bir algı çerçevesi yaratırız vb.
“Düşünüyorum, öyleyse varım” diyen Descartes’e inat; Aşk, içeri girerken aklı dışarıda bırakır..
Sokrates, ( Phaedrus’ta deliliği tartıştığı bölümde) “Delilik; cennetin bir armağanı olarak en büyük kutsanışı bize getiren kanaldır” der ve aşkı da ‘tanrısal bir delilik’ olarak ayırt eder.
AŞK ÜÇGENİ
Soru:Sternberg’in Üçgen Aşk Kuramı (Tutku, Bağlanma ve Yakınlık) hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu kuramın farklı aşk türlerine dair sunduğu perspektiflerin gerçek yaşamdaki karşılıkları nelerdir?
B.Y. Aşk üzerine pek çok farklı görüş ve geliştirilmiş kuram var kuşkusuz. R.J.Sternberg’in çalışmaları dikkate değer ve en çok bilinen kuramlardandır. Seksenli yıllarda aşkın üç bileşenli bir yapısı olduğunu ileri sürerek bu bileşenlerin farklı bileşimleri ile sekiz farklı aşk türünden söz etmiştir. Bu türlerin günlük yaşamda yakın/romantik ilişkilerde karşılıklarını görmek mümkündür kuşkusuz. Ancak yine de aşkın çok öznel bir deneyim olduğu kabul edildiğinde bu türlerle sınırlamak ne derece geçerlidir? Bu nokta tartışıldığı için Sternberg de sonraki çalışmalarında aşkı farklı bir boyuttan ele alıp araştırmalarını sürdürmüştür.
Soru:Sternberg’in ‘Aşk Bir Öyküdür’ adlı kitabında belirttiği gibi, insanlar kendi aşk hikayelerini nasıl yazarlar? Bu süreç bireylerin aşk deneyimlerini nasıl etkiler?
B.Y. Evet, Sternberg önceki kuramından yaklaşık 20 yıl sonra, ‘kişisel ilişkiler üzerine yeni bir teori’ olarak “Aşk Bir Öyküdür” kitabını yayınlamıştır. Bence bu süreçte peşine düşülen soru aşkın doğasını anlamada çok daha kritiktir: “Aşık olduğumuz kişilere neden aşık olduğumuz ve bazı insanlara karşı aşkımızı sürdürürken neden diğerleri için bunu yapamadığımız?”
Bu soruya yanıt bulmak, bize kendimize ilişkin çok şey söyleyebilir. Şöyle bir düşünelim isterseniz:
Aşık olduğunuz kişi- neden o? Neden pek çok kişi varken etrafınızda ona bağlandınız bir anda?
Onu size çeken ne oldu? O kişi size en uygun insan mıydı?
Ruh ikizinizi bulduğunuzu mu sandınız?
Ondan başkasına aşık olamam gibi mi hissettiniz?
Şöyle bir kendi aşk deneyiminizi düşündüğünüzde bu sorulara ‘akılcı’ bir yanıtınız var mı?
Evet, işte Sternberg kitabında, üstteki sorulara yanıt arar ve şu temel düşünceyi ileri sürer:
“Öyküleri kendimizinkiyle aynı ya da benzer olan, fakat bu öykülerdeki rolleri bizimkini tamamlayan insanlara aşık olma eğilimi taşırız”
Aşk, gerçekten bir öyküdür ve bu öykünün yazarı, bir başkası değil, biziz yani aşk öykümüzü kendimiz yazarız!. Kendi yazdığımız öykünün gerçekliğine inanmaya hazırızdır ve konu aşk ise; mantıklı kanıtlar bile bizi inandığımız öyküden vazgeçiremez!.
Aşk üzerine sahip olduğumuz ideal öyküyü yazan bilinç değil, bilinçdışıdır!
Evet, öykünün yazarı biziz ama bizi yöneten bilinçdışıdır!. Kalemi tutan bilinçtir, öyküyü yazan bilinçdışı.. Bu yüzden nasıl ki insanların parmak izleri birbirine benziyor gibi görünse bile, benzersiz ise insanların aşk öyküleri de kendilerine özgüdür, biriciktir, benzersizdir, birbirinden farklıdır.. Çünkü hepimizin bilinçdışı materyali kendi yaşadıkları ile oluşur..
TÜRK TOPLUMUNDA AŞK
Soru:Aşkın toplumsal ve kültürel boyutları nelerdir? Türk toplumunda aşkın algılanış biçimi zamanla nasıl değişti?
B.Y. Aşk öykümüz bize özgüdür yani bizim doğduğumuz ve içinde bulunduğumuz toplumda yaşadıklarımızla oluşan bir öyküdür. Her birimiz, çocukluğumuzdan itibaren, farkında olarak ya da olmayarak AŞK konusunda bazı algılar ediniriz. Kafamızda belli belirsiz de olsa ‘aşkın ne olduğu ve ideal anlamda aşkın ne olması gerektiği’ üzerine oluşturulmuş bir fikir vardır.. Hepimiz aşk öyküleri ile büyürüz aslında.. Çocukken anlatılan masallardan tutun da komşu kızın aşkına, filmlerde gördüğümüz, şarkılarda dinlediğimiz aşklara kadar pek çok öykü dinleriz büyürken..
Aşk öyküsünü yaratırken kollektif bilinçdışımızda var olan birikimden de etkileniriz. C. G .Jung’a göre; nesilden nesile aktarılan masallar, söylenceler ve mitolojiler yoluyla biz farkında olmadan kafamızda bir ‘ideal aşk öyküsü’ yer etmiştir. Bu aşk öyküsüne bir parça ‘uyuyan prensesi öperek uyandıran beyaz atlı prens’ hayali karışmış, belli belirsiz ‘Kerem ile Aslı’, ‘Ferhat ile Şirin’, ‘Leyla ile Mecnun’ ve ‘Romeo ile Juliet’ öyküsü sızmıştır. Yetiştiğimiz coğrafyadaki kültürel bir matris içine yerleştirilmiştir kafamızdaki aşk öyküsü.
‘Türk toplumunda aşkın algılanış biçimi zamanla nasıl değişti?’ sorusuna gelince; toplum nasıl değişiyorsa yani kapalı ve toplulukçu bir yapıdan açık ve bireyci bir yapıya bağlı olarak değişimden söz edilebilir. Sanal dünyanın aşk anlayışımıza etkisinden söz edilebilir. Bu konu sosyo-psikolojik olarak uzun uzadıya tartışılabilir kuşkusuz.
İLİŞKİLERİ İYİLEŞTİRME
Soru:Bağlanma stilleri, romantik ilişkileri nasıl etkiler? Kendi bağlanma stilimizi tanımak, ilişkilerimizi nasıl iyileştirir?
B.Y. Bağlanma stilleri; güvenli-kaygılı-kaçıngan olarak tanımlanır en yaygın biçimde. Bowlby’nin “Bağlanma Kuramı”na göre; yaşamın ilk iki yılında anne-bebek arasında var olan ilişkiye ve doyuma ilişkin olarak geliştiği kabul edilir ve bu bağlanma stili kalıcı olarak yetişkinlikteki yakın/romantik ilişkilere yansır.
Yapılan araştırmalar yakın ilişkilerde/romantik ilişkide bu görüşün geçerliğini kanıtlıyor. Ben de katılıyorum. Bu görüşte, aşk olgusunda şu iki nokta öne çıkıyor:
1) İlk yaşlarda bebek; kendi hakkında, diğer kişiler ve dış dünya hakkında bir algı çerçevesi oluşturur ve bu çerçeve gördüklerini anlamlandırmada belirleyicidir. A. Adler buna ‘yaşam stili’ diyor; bana göre bağlanma stili de bunun içinde. .Yani anne ile ilişkiler bunu belirlemede çok önemli, daha sonra da aile-içi ilişkiler bu algı çerçevesini oluşturuyor.
2) Çocukluktan beri doyurulmayan, bastırılan temel ihtiyaçları doyurmak üzere yaşam boyu bir umut besleriz ve aşık olduğumuz kişi bizim ihtiyaçlarımızı doyuracağını sandığımız kişidir!. O kişiyi sahip olduğumuz öyküye uydurmaya çalışırız; gerçeği kurgu ile değiştiririz. Sıradan basit bir olaya biz çok farklı anlamlar yükleriz. Gördüklerimizi kendi öykümüze uyarlarız.
İşte bu yüzden bana göreAŞK, bilinçdışını ifşa eden bir deneyimdir..Aşk ilişkisinde kendi bağlanma stilimizi ve bebeklikte karşılanmayan ihtiyaçlarımızı anlarız! Aşkın bize öğreteceği en önemli şey budur bence.. Zamansız ‘aşk günlükleri’ kitabımda ben bunu anlatıyorum çünkü kendi deneyimimde bunu anladım.
MODERN ÇAĞ VE AŞK
Soru:Modern çağda aşk nasıl evrildi? Teknolojinin aşk ilişkilerine etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öz Terapi kitabınızda bahsettiğiniz yöntemler, romantik ilişkilerde de uygulanabilir mi? Kendi kendimize terapötik yaklaşımlar geliştirmek, aşk hayatımızı nasıl şekillendirir?
B.Y. Öz Terapi kitabımda ben içsel bir kazı yapmaya çalıştım. Hem ‘terapist’ hem ‘danışan’ olarak kendi kendimle uzun süren maraton bir terapi gerçekleştirmeyi denedim. Bu beni çok şaşırtan ve geliştiren bir deneyim oldu açıkçası. Bugünüme gelen yolu geriye dönük olarak inceledim ama geçmişi ‘şimdi’ye getirerek ve bastırılan duyguları beden arşivlerimden çıkarmaya çalışarak ilerlediğim bir süreç yaşadım yedi ay boyunca.
Ben bu süreci psikolojik danışma alanımdaki akademik kariyerimin bana sağladığı donanımla yürüttüm. Ancak okuyucu da benimle birlikte bu sırada kendi içsel kazısına başlayabiliyor.. Eğer hazırsa ve buna istekliyse.. Sürdürebilir mi? Nasıl sürdürebilir? Onu ben bilemem, okuyucunun kendi donanımı, hazır oluşu, niyeti vb pek çok durum etkileyebilir. Belki bir terapist eşliğinde bu süreci sürdürebilir. Yine de ben okuyucu geribildirimlerinden şunu gördüm; bir şekilde kendi ile yüzleşmeye teşvik ediyor kitap. Bu nokta çok önemli çünkü kendimizi anlayıp farkındalık ve kabul süreci geliştikçe ilişkilerimizin de olumlu yönde geliştiği bir gerçek.
Soru:Sağlıklı bir ilişki kurmanın temel dinamikleri nelerdir? Aşk ilişkilerinde dengeli bir iletişim nasıl sağlanır?
B.Y. Birçoğumuzun kurduğu hayaller “Doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanla”karşılaşmak, onunla dünyanın en güzel aşkını yaşayıp mutlu olmak ile ilgilidir.. Bir çoğumuz yıllarca bu düş ile yaşarız.. Oysa bu formül baştan yanlıştır: Hiçbir zaman bu denklemde üçü bir araya gelmez, geldiğini zannettiğimiz durumlarda ise sonuç hayal ettiğimiz gibi olmaz!Çünkü aşkta ‘doğrular’ı bilinç değil, bilinçaltı seçer ve bizi bir ‘yanılsama’ içine sokar.. İnandığımız ‘doğrular’ doğru değildir, yanlış da değildir aslında. Sadece aşkın formülü yoktur. Gerçek aşk; kurallara uymaz, hesaba-kitaba gelmez.. Onun kendi kuralları vardır, anlaşılmaz!.
Sağlıklı bir ilişki; bu süreç içinde kendini anlamaya odaklanma ile kolaylaşabilir.. Partnerine karşı açık ve net iletişim kurmakla kolaylaşabilir. Ortaya çıkan sorunlarda partneri suçlamak yerine kendimizi sorgulayarak (her iki taraf da) çözüm aramakla kolaylaşabilir.. Yine de tekrarlamak isterim ki bunun formülü yoktur bana göre, yaşanınca anlaşılır ya da anlaşılmaz!
EMPATİ VE AŞK İLİŞKİSİ
Soru:Empatinin romantik ilişkilerdeki rolü nedir? Empatik iletişim, ilişki sorunlarını çözmede ne kadar etkilidir?
B.Y. Empati psikoloji alanında tartışılan bir kavram kanımca, Öz Terapi kitabımda bunu biraz irdeledim. Kendimizi karşımızdakinin yerine koymak ne kadar mümkün? Onu anladığımıza ilişkin algımız yine bize bağlı yani sübjektif bir algı. Ancak ne olursa olsun ‘karşımızdakini anlama çabası ve niyeti’ çok önemli kanımca ve bu da ilişkileri geliştirici bir tutum.
Bence aşk ilişkisinde empati mümkün değil! Çünkü “aşkta; her biri, ikisidir.” Bu ne demek aşık olan kişi partnerini kendinden ayrı düşünemez, onu öyle içinde hisseder ki onu kendinden ayrı görüp anlama çabasına giremez. Onunla güçlü bir özdeşim ve sempati duyar ve bu durum da empatiyi engeller.
Bu konuda Sternberg’in aşıklar üzerinde yaptığı araştırmaların bulguları da bu yönde. Yani biz aşık olduğumuz partnerimizin davranışlarını kendimize göre algılarız, kendi öykümüze göre ona bir rol biçmişizdir ve onu da bu kalıba sokarız. Bu bize özgü bir ‘yanılsama’dır çoğu kez ve sonradan bunun ne kadar gerçeklerden uzak olduğunu görerek hayal kırıklığına uğrarız.
AŞKIN GELECEĞİ
Soru:Gelecekte aşkın nasıl şekilleneceğini düşünüyorsunuz? Aşk, gelecekte de bugünkü kadar önemli bir yer tutacak mı?
B.Y. Gelecek, gelince yaşanacak.. bilemiyorum açıkçası ancak gözlemlerim şu yönde; bu kapitalist sistem, her şeyi tüketmeye odaklı bu dünyanın bizi de tükettiğini anlamaya başladık.. Bu nedenle yavaş yavaş kendimize dönme/ kendimizle yüzleşme ve bir anlam arayışı ihtiyacı ortaya çıkıyor.. Genellikle ‘dibe vurunca’ bir sıçrayış gerçekleşebilir. Bu yüzden umutluyum. Son iki kitabıma gösterilen ilgi de bu yönde umut veriyor bana. İnsanın kendini anlaması için AŞK önemli bir deneyim ve insan doğasını özgür bırakabilirsek aşk hep yaşanacaktır. Bence aşk, hayata anlam katan çok güçlü bir duygu.
HORMONLAR, HORMON ETKİSİYLE AYIYA AŞK
Soru:Aşk hormonlarla mı ilgilidir sadece, hormonlar yüksekken gerçekten bir insan ayıya bile aşık olabilir mi, ne düşünüyorsunuz?
B.Y. Son yıllarda nörobilim alanında yapılan çalışmalar aşık olunca bedendeki ve beyindeki işleyişi laboratuvar ortamındaki incelemelerle saptayabiliyor. Bulgular bize aşık olunca organizmanın tümünü etkileyen değişimler olduğunu, beynin bazı bölgelerinde aktivitenin artarken bazı bölgelerin baskılandığını gösteriyor. Özellikle hormonal sistemde bazı farklılaşmalar ortaya çıktığını gösteriyor.
Ancak şu soruyu sorabiliriz: Aşık olduğumuz için mi bu değişiklikler ortaya çıkıyor yoksa bu değişiklikler ortaya çıkınca mı aşık oluyoruz?
Bence sorunun ilk kısmı geçerli, yine de hormonlar bir şekilde enjekte edildiğinde ayı da gözümüze daha sempatik görünebilir!
KADIN VE ERKEĞİN AŞKA BAKIŞI
Soru:Erkek ve kadının aşka bakışı farklılık taşıyor mu? Nasıl bir farklılık bu?Aşkın yaşı var mı, aşk kaç kere insanın başına gelebilir?
B.Y. Erkek ve kadının aşka bakışı da aşkı yaşayışı da farklı bana göre. Bunda hem genetik yapının hem de kültürün ortaklaşa etkisi olduğunu düşünüyorum.
Aşkta türe özgü işlev olarak üreme ve türün devamını sağlayacak genetik bir programlama var. Tüm canlılarda böyle bu. Hayvanlarda da ‘yakınlaşma ve ilişki kurma’nın doğasında bu işlevin geçerli olduğu kabul ediliyor. Yani insanda da aşk olgusunun bu temel ve belki de ilkel diyebileceğimiz doğal yazılıma bağlı olduğu söylenebilir. Hormonlar buna göre programlandığı için kişi kaç yaşında olursa olsun (üreme yaşı geçmiş de olsa) aynı sistem aktif hale gelir bedende.
Bu yüzden ben Zamansız kitabımda bunu vurguladım; “Bütün aşklar ergendir” diye.. Diğer bir ifade ile ergenlik çağında beden üreme işlevini yapacak gelişime ulaştığı için genetik programımız buna ayarlıdır. Cinsel ihtiyaç, bu yaşlardan itibaren karşı cinsle birleşmeye programlıdır. Ancak bu ihtiyacın karşılanmasında,bizim coğrafyada yaşamakta olanlar ya da benzer toplumlarda; bu konuda erkeklere özgürlük tanınırken kadınlara baskı uygulanır..
Bunun sonucu kadınlar bu tip ilişkilerde kendilerini baskılamak zorunluluğu hissederler ve aşk konusunda da daha çok kaygı duyup kendileri ile mücadele ederler. Elbette doğal olarak böyle bir ilişki kadına hem biyolojik yapısı hem de toplumsal baskı nedeniyle çok daha fazla sorumluluk yükler. Çünkü bir aşk ilişkisinde olası bir cinsel birleşmede kadının hamile kalması söz konusudur; dokuz ay hamilelik, doğum, lohusalık ve bebeğin sorumluluğu vb gibi durumları yaşamak gerekebilir. Bu durumlarda erkek sorumluluk almak istemezse tüm süreci kadın tek başına yaşamak zorunda kalabilir. Üstelik bu yaşanacaklarda toplumun kadına bakışı, kültürel olarak ‘yargılayıcı’ iken erkek kendini özgür hisseder.. Bu yüzden kadınlar aşk olgusuna daha ‘temkinli’ yaklaşma yönünde bir baskı hissederler. İşte bu benim ‘Sosyal Yazılım’ dediğim durumun ‘Doğal Yazılım’ı etkileyip baskılamasına bir örnek.
…
Prof.Dr. Binnur Yeşilyaprak Kimdir?
Hacettepe Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında 1983'te yüksek lisans, 1988'de doktora derecelerine aldı.
1991-1992 Eğitim Öğretim yılında ABD'de doktora sonrası çalışmalarını sürdürdü. 1995'te Doçent oldu. 1980'den itibaren görev yaptığı Gazi Üniversitesi'nden 2002'de ayrıldı ve Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi'ne Profesör olarak geçti. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı'ndaki görevini2017'de (yaş haddini beklemeden) emekli oluncaya dek sürdürdü.
2010-2011 Eğitim Öğretim yılında ABD'deki Penn State Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak 12 ay bulundu. Yeşilyaprak'ın uzmanlık alanında yazdığı tek ya da ortak yazarlı 19 kitabı, çeşitli bilimsel dergilerde yayınlanmış 100'ü aşkın makalesi bulunmaktadır.
41'i uluslararası olmak üzere 150'den fazla kongrede bildiri sunmuş olan Yeşilyaprak, birçoğunda "çağrılı konuşmacı" olarak yer almıştır. İlgi alanları arasında; gençlik sorunları, gelişimsel rehberlik, kariyer gelişimi ve mesleki rehberlik, mesleki etik, aile rehberliği, dns ve hareket terapisi, öz terapi gibi konular bulunmaktadır.
Yeşilyaprak, 2002-2008 arasındaki Türk PDR-DER'in genel başkanlığı görevini yürütmüştür.
Yeşilyaprak'ın kitaplarından bazıları:
Zamansız Aşk Günlükleri, Öz Terapi İçsel Bir Kazı, Okullarda Rehberlik ve Psikolojik Danışma Uygulamaları, Eğitim Psikolojisi, Etik ve Yasal Konular, Eğitimde Rehberlik Hizmetleri, Dans ve Hareket Terapisi, Çalışan Anne ve Çocuk, Damla Söyleşiler, Mesleki Rehberlik ve Kariyer Danışmanlığı,
Not: Bu röportaj ‘nevinbilginhaber.blogspot.com’ sitesinde 6 Eylül 2024 tarihinde “Sen Anlat” köşesinde yayınlanmıştır. İlgili link aşağıda verilmiştir.
https://nevinbilginhaber.blogspot.com/search?updated-max=2024-09-09T04:59:00-07:00&max-results=13
Psikoloji-Sosyal Psikoloji11 Kasım 2024 10:10
Psikoloji-Sosyal Psikoloji06 Ekim 2024 20:44
Psikoloji-Sosyal Psikoloji23 Eylül 2024 13:09
Psikoloji-Sosyal Psikoloji18 Ağustos 2024 15:33