İnsanlığın birlikte hayal kurma olanakları zayıfladı. Temel yaşam gereklerine ulaşma kavgası, burayı aşamamış olma, birey oluşun önünde en büyük engel gibi gözüküyor. Kendimizi inşa edeceğimiz gelire ve boş zamana sahip değiliz. Hatta böyle bir zamana kavuştuğumuzda nasıl değerlendireceğimizi de bilemeyebiliyoruz. Bu kıskaç bizi un ufak ediyor, eritiyor, hiçleştiriyor. Böylece yaşanan tutuk bir yaşam bize bir şey katmadığı gibi insanlığa da bir şey katmıyor. Günübirlik hedeflerle ömrümüzü tamamlıyoruz. Harcanan hayatlar sadece hüzün veriyor. Yorgunuz ve yılgın.
İnsanca yaşamanın imkânlarının büyük oranda zayıfladığı bir dönem bu. Temel ihtiyaçlara kavuşabilme çabası daha ötesini görme yeteneklerimizi köreltiyor. Öteyi görememek birlikte bir yaşam inşa etme çabasını da sekteye uğratıyor. İnsanlık bir süredir birlikte rüya görme halinin bir hayli uzağında. Yaşam karşısında ayakta kalabilmek gittikçe zorlu bir kavgayı gerektiriyor. Bu kavgayı tek başına vermeye kalkışmak kişinin üzerindeki yükü de arttırıyor. Bir başkasının derdiyle dertlenmek lüks geliyor çoğunluğa bir yandan.
İnsanlığın en temel ihtiyaçları; eşitlik, özgürlük ve demokrasi ihtiyacı eski bir masala dönme eğiliminde. Bunlar olmadan ekmeğin de olamayacağı görülmüyor ya da görülmek istenmiyor. Bu durum fark edene bir sorumluluk yüklüyor. Kaçıyoruz bu noktadan. Kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz ya, sistem adil olmadıkça bunun gerçekleşme ihtimali de kuşkulu. Kimse sistemle karşı karşıya kalmak istemiyor. Haklılar bir ölçüde, un ufak edilme riski her an kapımızda yalnız kalmışsak.
Dünya büyük oranda despotizme kayıyor. İnsanlık düşmanı tepkisel anlayışlar, ırkçılık ve dincilik, yaygınlaşma eğilimi gösteriyor. Farklı olana yaşam alanı bırakılmıyor, farklılık bir tür hastalık olarak görülüyor ve sindirilmeye çalışılıyor. Bunun yanında tüketim kalıpları üzerinden farklılık, özgürlük yanılsaması yaratılıyor. Düşünce düzeyinde ket vurulan anlayışlar ve yaşam biçimlerinin söylemi kullanılıyor bir yandan. Sindirilmeye çalışılanın söylemi imaj satışında kullanılıyor. Şu markayı kullanırsanız daha özgür ve özgün olacaksınız gibi. Sistem kullanıyor ve çarpıtıyor.
Dayanışma, direnme, birlikte hareket etmek gibi eylemler pek cazip gelmiyor artık insanlara. Baskı korkusu her şeyin üzerinde bir tutukluk yaratıyor. İnsanlar büyük oranda insanlık ailesinin bir ferdi gibi görmüyor kendini. Kendini kurtarma derdinde çabalayıp duruyor. Kurtaramıyor oysaki kendisini, sistem ezip geçiyor, çürütüyor ve kişiliksizleştiriyor bir yandan.
İnsanlık birlikte hayal kurmayı, bir rüyaya inanmayı unuttu. Ütopyalar devri sallantıda. Ancak güçlü bir birliktelik, dayanışma canlandırabilir onu. Distopik duyuşlar, hissedişler egemen hale gelmeye başladı. Kendini tek başına gören insan umutsuzluğa kapılmaya eğilimli. Bir şekilde “yırtabilmek için” değerler erozyonunu kabullenmeye, başkasının omzuna binmeyi doğal düzen olarak görme düşüncesine evriliyor. Ekonomik yıkımın ötesinde, insani çürüme yeniden ayağa kalkmaya yönelik duruşu zorlaştırıyor.
İnsanın özünde bencil olduğu propagandası böylece zemin bulmaya başladı. Birlikte çıkış arayan insanlar garip bir tür olarak algılanır oldu. İnsanlık rüyasını yaşatmaya çalışanlar, küçük bir azınlık maalesef, bir yandan insanlığın vicdanı işlevini görürken bir yandan da baskıları göğüslemeye gayret ediyor. Hiçleştirilmeye, kriminalize edilmeye, marjinalize edilmeye çalışılıyor. Sistemin sahipleri zenginleri ve güç sahiplerini seviyor. Ya da bu sistemin sahipleri bizzat onlar denebilir. Halk yığınları, sistemin devamlılığı açısından, çalışması, emek harcaması gereken ve en azıyla yetinmek zorunda kalan bir kitle olarak kalmalı onlara göre. İtiraz eden, düşünen insanlık bir tehdit olarak algılanıyor ve baskılanmaya çalışılıyor.
Batı medeniyeti Soğuk Savaş’ı kazanan taraf oldu. Dünyanın sahibi olarak gördü kendini. Ve kısa bir süre sonra da insanlığa pek de bir şey veremeyeceği ortaya çıktı. Yoz bir kültür olduğunu bilen biliyordu gerçi ya, geniş kitleler bu aşamada bu yozlaşmayı görmek için özel bir çabaya gerek duymadı. Batı, başka medeniyet kırıntılarını da yok edip sindirerek alternatifsiz kaldı. İnsanlık açısından bir tek tipleşme dönemi de başladı. Aynı şeyleri düşünüp, aynı şeylerden keyif alıyoruz. Benzer şekillerde giyiniyoruz. Fabrikasyon bir yaşam dayatılıyor. Çok kimlikli toplum denilen noktada, bu söylemin aksine, birbirinin benzeri insanlarla, eğilimlerle karşılaşıyoruz. Özgün olana tahammül gösterilmiyor. Farklılıklar bir tehdit olarak algılanıyor. Teknolojinin, iletişim olanaklarının gelişmesinin, sistemin sahiplerinin aleyhine bir birlikteliğin olanaklarını arttırdığını da not edelim.
Etik değerlerini büyük oranda kaybeden insanlık bir çürümeyi de yaşıyor aynı zamanda. Artık bir tutamak noktası, sarılacak değerler bulmak giderek zorlaşıyor. Var olmak için başkasını hiçe saymak genel bir eğilim haline geliyor. Sistem, büyük anlatıları, devamlılığı açısından bir tehdit olarak görüyor. Karşı çıkışları sindirmeye çalışsa da teslim alamadıkları var elbette. Dayanışmayı yaşatanlar var. Zamanımızın bu kahramanları sürekli tehdit altında olsa da insanlık onurunun bunu zorunlu kıldığını düşünüyorlar. Eşitsiz bir kavga bu. Yenilgi çoğunlukla kaçınılmaz, ama umut yaşatılıyor bir şekilde.
Buradan bir çıkış var mı? İnsanlık kısa vadelerde olamasa da her zaman bir çıkış bulmuştur. Çürümeyi bir kendine gelme sürecinin takip edebildiğini görebiliriz tarihte. Batı Ortaçağını Rönesans ve Reform hareketleri takip etmişti örneğin. Fransız Devrimin dünyayı çalkalayan ilerletici etkisi unutulamaz elbette. Sovyet Devrimini doğrusu ve yanlışıyla insanlığın kurtuluşunu hedefleyen bir büyük anlatı olarak görebiliriz. Biz de ise, Cumhuriyet Devrimini karanlık bir çağın kapanışı olarak değerlendirebiliriz pekâlâ.
Bu döngüden bir çıkış var elbette. İnsanlık bir savunma, korunmaya çalışma döneminden geçiyor. Bir avuç insan umudu diri tutmaya çalışıyor. İnsanlığın yüz akı bir duruş bu. Kısa vadede sonuç alınamayacak olsa da bir miras bırakıyor geleceğe. Dünyalılık bilincine erenler yozlaşmadan korunmak ve kendini savunmak durumunda elbette. Buradan çıkışın nüveleri dayanışma eyleminde saklı. Mesele teslim olmamakta bu dünyayı talan edenlere, yiyicilere, sistemin sahiplerine. Ömrümüz kısa ya, daha anlamlı bir hayat yaşayabiliriz pekâlâ.
Emeğimizin hakikati bizi dayanışmayı, insanlık ailesini ve muhtaç olduğumuz doğayı yüceltmeye çağırıyor. Savunma hattını güçlü kılmak için toparlanmalı ve hiçbir yere gitmemeli, savrulmamalıyız. Enseyi karartmayalım. Yaşanacak güzel günlerin hatırına umudu yaşatmalıyız. Diri durmalıyız. Kaybettiğimiz inancımızı geri kazanmaya çalışmalıyız. Özne olabilen bizi sıkboğaz eden bu düğümü de çözecektir.
Sosyoloji07 Haziran 2024 12:47