DOĞA EN MÜKEMMEL ÖĞRETMENDİR-1
“Doğanın Dilinden Öğrendiklerimiz ve Öğrenebileceklerimiz”
Üç bölümden oluşacak olan bu yazı dizisinde doğanın öğretmenliğinin insan hayatı için önemi üzerinde duracağız. Bu ilk bölümde “Doğanın Dilinden Öğrendiklerimiz ve Öğrenebileceklerimiz”, ikinci bölümde “Doğanın Şifalı Gücü” üçüncü bölümde ise “Doğanın Kolektif Bilincine Mayalanmak” konularına değineceğiz. Doğa gerçekten bizim için en mükemmel öğretmen midir? Birlikte bakalım.
Öylesine yanından ya da üzerine basıp geçtiğimiz, insanların emrine amade olarak gördüğümüz, hunharca yok ettiğimiz doğadan şimdiye kadar neler öğrendik hiç düşündünüz mü? Hangi konularda bizi eğitmiştir ve eğitmeye devam ediyor farkında mıyız? Ya da doğanın dilini aramızda kaç biliyor?
Öncelikle biotaklit ile başlayalım konuya. Doğa, cömert bir şekilde ona bakıp keşfedebileceğimiz tüm detayları önümüze sermiştir. Geçmişten bu güne doğanın gözlemlenmesi ile birlikte birçok icat yapıldığını hepimiz biliyoruz. Konunun yabancısı olanlar için birkaç örnek verelim.
Uçaklar, kuşlara bakılarak, barajlar doğada kunduzların suların önüne çalı yığarak göle çevirmesinden taklit edilmiştir. Deniz altı yunuslardan, radar yarasadan faydalanılarak, cırt cırt bir bitkiden esinlenerek yapılmıştır. Güneş enerjisi sistemi bile günebakan çiçeğinden esinlenerek yapılmıştır. Ameliyatlarda yapay uyku sağlayan anestezi ise sivrisinek sayesinde öğrenilmiştir. Küçük bir araştırma ile bu konunun daha birçok örneğine ulaşabilirsiniz. Kim bilir bu konuda bilmediğimiz nice taklit edilecek bilgi bulunmayı bekliyordur.
Bu taklitlerin yanında doğa birçok hal ve hareketleriyle, devinimleriyle ortaya koyduğu felsefeyle bize öğretmen olmaya devam eder. Yeter ki doğaya sadece bakmak yerine onu görmeyi bilelim. Doğayı görmeyi öğrendiğimiz de onun dilini de öğrenmiş oluruz. Bu sayede önümüzde okunmayı bekleyen, kadim bir kitap gibi duran evreni daha iyi anlayabiliriz.
Örneğin ağaçların yaşam döngüsündeki felsefeye göz atalım.
Ağaçlar ilkbaharda yapraklanıp çiçek açar, yazın meyveler verir, sonbaharda yaprakları renk cümbüşüne döner ve kışın yaprak döker. Bu döngü hep devam eder. Bu döngü insanların hayat döngüsünü de anlatıyor olabilir mi?
Ağaç nasıl ki umutla baharı ve yazı bekliyorsa tekrar yeşerip çiçek açmak için, insanlar da içinde taşıdıkları umutla her türlü olumsuz durumun arkasında yatan baharın geleceğini bilmeli. Yaşamaktan, yeşermekten, çiçek açıp meyve vermekten vazgeçmemeli. Ayrıca ağaçlar, köklerini hep güçlü tutar. Bu şekilde tüm fırtınalara karşı sıkı sıkı toprağa tutunur. İnsanlar içinde bu geçerli midir dersiniz?
Ağacın, diğer bitkilerin ya da en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm hayvanların yaşamak adına verdiği mücadeleye baktığımızda yaşamın ne kadar değerli ve özel olduğunu fark ederiz. Her ne kadar doğaları gereği ya da içgüdüleri ile bunları yapıyor olsalar da her güçlüğün üstesinden gelme konusunda doğadan edineceğimiz birçok ders vardır bana göre. En basit örnek, ağaçların güneş ışıklarından faydalanmak için dallarını daha yükseğe uzatması ya da bir bitkinin yaşamak uğruna kayayı bile delip filizlenmesi büyük bir ders değil midir görebilene?
Şimdi de suyun felsefesine kulak kesilelim. Bu felsefe uzun uzun üzerinde durulması gereken bir konu. Bu konuyu harika bir şekilde dillendiren Sufilerin “suyun felsefesi” ile ilgili verdikleri örnekler çok kıymetli benim için. Benim yerime onlar anlatsın size suyun felsefesini. İlk kez okuyacakların da bu felsefeyi kıymetli bulacağından ve hayat hikayelerine katkı sağlayacağından eminim.
Suyun doğası bir felsefe anlatır. Mesela dağdan akan suyu düşünün. En az direnç gösteren yolu seçer akmak için.
Yani önüne bir kaya çıkacak olursa onunla uğraşmaz, kayayla mücadele etmez, etrafından dolaşıp devam eder akmaya. Suyun bu doğasından alınan ilhamla şöyle der Sufiler: “Seninle uğraşan hiç kimseyle uğraşma, eğer uğraşırsan onunla aynı yerde kalırsın. Etrafından dolanıp devam et yoluna.”
Diyelim ki dağdan akan su önüne çıkan kayanın etrafından dolaşamayacak bir yola denk geldi. O zaman ne yapar, birikip üstünden aşar. Yok eğer bu da olmuyorsa sabırla kayayı damla damla delmeye başlar.
Kayayı delmeyi başaran suyun kuvveti değildir tabii ki, damlaların sürekliliğidir ki buna da “sabır” derler. Sabretmek hiçbir şey yapmadan oturmak değildir. “Sabır dikenin içinde gülü, gecenin içinde gündüzü hayal edebilmektir.” Der Şems-i Tebrizi.
Suyun doğası imkansızın bile başarılabileceğini, bunun için sabırlı ve istikrarlı olduğunu öğretir. Kayayı delen su elbette yine yoluna devam eder. Su hep akar.
Bilir ki aktıkça temizlenir. Bazen dere kenarlarında su birikintileri oluşur, akmayan su bulanır, çamurlaşmaya başlar.
Üzerine pislik birikir ve Sufiler bu yüzden derler ki: “Sen su gibi ak. Her daim yenilen. Her gün yenilen. İki günün aynı olmasın. Dünü dünde bırak yeni şeyler öğren.”
Mesela su değişimden hiç korkmaz. Ama insanlar değişimi sevdiklerini söyleseler de aslında bundan çok korkarlar.
Su değişimi ne güzel de anlatır. Bazen yağmur olur, bazen kar olur, bazen buz olur, bazen buhar olur. Buhar olduğunda çıkar gökyüzüne yağmur olup iner yine yere.
Ayrıca su uyumludur. Çay bardağına koyduğunda çay bardağının şeklini alır, kovaya koyduğunda kovanın. Sürekli bulunduğu yere uyumlanır ama doğası hiç değişmez. Her yere her şeye uyum sağlar.
Unutma ki dünyada her zaman doğaya uyum sağlayanlar hayatta kalır. Uyum sağlayanlar esnektir çünkü. Değişime direnenlerse katı. Fırtına en sert en güçlü ağaçları devirir ama esnek fidanlara, otlara hiçbir şey yapamaz.
O yüzden esnek olanlar, uyum sağlayanlar hayatta kalır. Aynı zamanda akışa teslim olur. Teslimiyet içindedir. Çünkü bilir ki bütün dereler eninde sonunda büyük denizlere, okyanuslara akar.
Elinden geleni yaptıktan sonra hayatın akışına teslim olmaktır bu. Su berraktır, şeffaftır. Olduğu gibidir yani. Paylaşımcıdır. Hep besleyicidir. İnsanları, hayvanları, doğayı besler. Hayatı başlatandır.
Su olan her yerde bitkiler vardır, hayvanlar vardır, insanlar vardır.
İşte suyun bu yapısından dolayı Sufiler birbirlerine “Su gibi ol Azizim” derler. (Alıntıdır)
Şimdi biraz felsefe ödevi vereyim sizlere ne dersiniz?
Toprağın anaç yapısını görmeye ve onu okumaya çalışın. Saklayıcılığı, besleyiciliği, dönüştürücülüğü, fedakarlıkları üzerine düşünün. Daha sonra dağın, taşın, hayvanların her birine bakın. Eminim her birinde en az bir tane ders, öğreti görebiliriz. Yeter ki her birinin sesine kulak verelim.
Doğanın dilini öğrenip onu okuyabilmek dileğiyle. İkinci yazı dizisi “Doğanın Şifalı Gücü” nde buluşmak üzere.
Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...