"İnsan Hakları" Üzerine Söyleşi
Bu söyleşide Prof. Dr. Harun Tepe ile "İnsan Hakları" meselesini daha çok günümüzün ekolojik problemleri, dijital gözetim teknolojileri ve sosyal medya platformları bağlamında tartışmaya çalıştık.
1.İnsanoğlunun doğa ve hayvanlarla olan etkileşimini göz önünde bulundurduğumuzda insan hakları kavramının sınırları hakkında neler söylenebilir?
İnsanın doğa ve diğer canlılarla ilişkileri felsefi ekolojinin ana tartışma konularından biridir. Tartışma insanmerkezcilik-canlımerkezcilik ekseninde sürmektedir. İnsanın diğer canlılar hatta cansız doğa olmadan yaşamını sürdüremeyeceği açıktır. Ağırlıklı olarak da insanın zannedildiği gibi merkezde olmadığı tezi etrafında dönen tartışmalar da çoğunlukla insanmerkezcilik eleştirisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ekolojik bakış evrene, canlı ve cansız öğeleriyle bir bütün, bir ekosistem olarak bakmaktır. Bu bakışla insan ekosistemin merkezi değil, sadece bir öğesidir. İnsan bir canlıdır ve bir canlı ancak diğer canlıları yiyerek yaşamını sürdürebilir. Canlılar da yaşamlarını sürdürmek için ekosistemin cansız unsurlarına muhtaçtırlar. Toprak, su, oksijen, azot vb. anorganik maddeler olmadan bitkiler, bitkiler olmadan hayvanlar ve biyolojik olarak bir hayvan olan insan yaşayamaz. Bunlar çok açık biyolojik veya ekolojik hakikatlerdir.
Buna karşın insan hakları düşüncesi insanı merkeze alan, insanın değerliliğini esas alan bir düşüncedir. İnsanın diğer canlılardan farklı kimi özellik veya olanaklar taşıması varsayımından hareketle, onun etik eylemde bulunabileceği veya değerler üretilebileceği, bu nedenle de insanın diğer canlılardan farklı ve -bu olanaklarından dolayı da- değerli olduğu düşünülür. Bu diğer canlıların ve doğanın cansız öğelerinin önemsiz veya değersiz olduğu anlamına gelmediği gibi, insanın onlara karşı istediği gibi davranabileceği anlamına da gelmez. Sadece insan hakları düşüncesi içinde diğer hayvanlar ve canlılar kapsanmaz. Ama insan haklarının etik bir düşünce, insan hakları normlarının etik ilkeler olduğu göz önüne alınırsa, insanın insanlara olduğu gibi diğer canlılara ve doğaya karşı davranışlarında da etik değer ve ilkelere uyması gerektiği, insanların her yaptıklarından etik olarak sorumlu oldukları söylenebilir.
Öte yandan yalnız insan için etik sorumluluktan söz edileceği ve diğer hiçbir canlıdan etik eylemde bulunması beklenemeyeceğinden, felsefi ekoloji açısından bakıldığında da insanın, ama yalnız bu anlamda, merkezde olduğunu söylemek mümkündür.
2.Günümüzün gözetim ve denetim teknolojileri, robotik ve algoritmik sistemler ve türlü dijital mecraların aynı zamanda insanın aktivite ve kararlarını büyük ölçüde sınırlandırdığını ve/ya şekillendirdiğini hesaba kattığımızda bu bağlamda insan hakları olgusunun geleneksel meşruiyetinin sarsıldığından söz edilebilir mi? Bu konuda neler söylenebilir?
Günümüzde dijital mecraların insanların eylemlerini ve kararlarını büyük oranda etkilediği, hatta belirlediği açıktır. Dijitalleşmenin sağladığı yararlar yanında gözetleme ve denetleme, etkileme yoluyla bireyin özgür karar verme yeteneğini ve özel hayatın gizliliğini büyük ölçüde ihlal ettiği doğrudur. Bu da bizim eski sorunlara ek olarak kimi yeni insan hakları ihlalleriyle karşılaşmamıza yol açmaktadır. Kısaca daha öncekilere ek olarak yeni türden insan hakları ihlalleriyle karşılaşılmakta, bu da insan hakları düşüncesinin geçerliliğini yitirmesinden ziyade insan haklarına veya etik ilkelere daha çok ihtiyaç duyulacağını bize düşündürmektedir. Yeni dijital dünya çoğu zaman insan hakları ihlalleri olarak da karşımıza çıkan etik ihlallerin sayısını da artırmakta ve yeni dijital boyutu nedeniyle bu etik sorunlarla mücadele etmeyi güçleştirmektedir. Bu da yeni dijital durumun yol açtığı etik sorunlarla baş edebilmek için kimi yeni araçlara gereksinim duyulduğunu göstermektedir.
3.Günümüzün popüler sosyal medya platformlarının insan haklarını ihlal ettiğini söyleyebilir miyiz? Eğer öyleyse bu konuda bize bir fikir sunabilir misiniz?
Sosyal medya toplumu etkileme gücü nedeniyle kötü niyetli kişilerin elinde çok kolay bir silaha dönüşebilmekte ve insan hakları ihlallerine yol açabilmektedir. Yazılan iletilerin veya paylaşımların çok hızlı bir şekilde dolaşıma sokulması, kişilerin ani tepkilerle, durup düşünmeden paylaşımda bulunmaları, çoğunlukla da bunu kendi kimliklerini gizleyerek yapmaları hem bu paylaşımdan etkilenenlerin kişilik haklarının zarar görmesine hem de bu zararların telafisinde güçlüklerle karşılaşılmasına yol açabilmektedir. Bu nedenle sosyal medya platformları üzerinden yapılan paylaşımların çok kolay ve sıklıkla etik veya insan hakları ihlallerine yol açabildiklerini söyleyebiliriz.
Bu tür ihlallerin diğerlerinden farkı çok kısa zamanda çok kişiye ulaşabilmeleri ve kullanıcıların kimliklerini gizlemeleri nedeniyle önlenmesinin, takibinin ve verilen zararların telafisinin daha zor olmasıdır. Bu da bu tür ihlallerle mücadele için, sosyal medyanın hızına uygun etkili önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu önlemler klasik hak ihlallerini önlemek için alınan önlemlere ek olarak, kimi yeni yasal olarak önlemlerin alınmasını da zorunlu kılmaktadır. Zira paylaşımların çok hızla yayılması ve kimi zaman örgütlü hareket edilerek çok sayıda paylaşımın aynı anda yapılması, paylaşımdan etkilenen kişilerin kişilik haklarına geri döndürülemez zararların verilmesine yol açabilmektedir. Bu da bu tür ihlallerle mücadele de, aynı biçimde çok hızlı reaksiyon verebilecek kimi önlemlerin alınmasını gerektirmektedir.
4.Kavramın ortaya çıkışından günümüze kadar ele alındığında hukuki açıdan insan hakları olgusunun herkes için bağlayıcı-meşru gücünden söz edilebilir mi? Bu konuda bize bir fikir sunabilir misiniz?
İnsan hakları her şeyden önce bir fikir (ide), bir gereklilik düşüncesidir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1. maddesinde yazıldığı gibi, “tüm insanların özgür doğduğu, onur ve haklar bakımından eşit oldukları”, daha yerinde bir ifadeyle, “eşit muamele görmeleri gerektiği” düşüncesidir. Düşünce büyük oranda 18. yüzyılda şekillenen bir düşünce olsa da ilk başlangıçlarının çok daha eskilere gittiği, doğal haklar ve hümanizm düşüncelerinin insan haklarının ortaya çıkmasında önemli olduğu iddia edilmektedir. Bunu, insan haklarıyla ilgili ilk belge sayılan Manga Carta’ya, hatta insanı ve erdemi konu edinen filozoflar olan Aristoteles, Platon, hatta Sofistler’e kadar geri götürmek de mümkündür.
İnsan haklarının hukuki açıdan bağlayıcı olması ise fikrin ötesinde hukuki bir sorundur, bir hukuk sorunudur. Fikirler, değerler, ilkeler insanlara yöneliktir; onlara neyin doğru, neyin yanlış, neyin yapılması neyin yapılmaması gerektiğini iletirler. Ama onların bağlayıcı bir gücü yoktur. “Kimseye işkence yapmamak gerekir” bir etik ilke, bir insan hakları normudur. Ama bu yasalaştırılmadıkça, “yalan söylememek gerekir”, “İlişkilerde dürüst olmak gerekir” gibi ilkelerinden hiçbir farkı yoktur. Bu, genel olarak tüm değer yargıları, tüm etik ilkeler için geçerlidir. Bunların hukuksal bağlayıcılığı yoktur, sadece etik bağlayıcılıkları vardır. Etik ilkelere uygun davranılmadığında, bu aynı zamanda hukuksal bir statü kazanmamışsa, kişiler bir yaptırımla, hukuksal bir yaptırımla karşılaşmazlar. Öte yandan, etik ilkeler de ancak geçerli, genel-geçer olabilirler, ama bu da her türlü etik ilke için söz konusu değildir. Etik ilkelerden oluşan insan hakları normları da, bir yasa maddesi, ulusal ve uluslararası bir sözleşme maddesi haline gelmemişse, onların hukuksal bağlayıcılıklarından söz edilemez. Ama etik ilkeler olan insan hakları yasalaştırılmadan da varlıklarını sürdürürler. Bu nedenle İ. Kuçuradi sıkça “insan hakları hukuk değildir” ifadesini kullanır.
Sonuç olarak ancak bir ilke veya kural hukuk normu haline gelmişse, yasallaştırılmışsa hukuksal geçerliliği, bağlayıcılığı ve yaptırımı söz konusudur. Ama birçok örneğinde gördüğümüz gibi, ilkelerin yasallaştırılmaları, yasa haline getirilmeleri de onların hayata geçirilmesi için yeterli olmamaktadır. Bunun için hukuk devleti, demokrasi, kuvvetler ayrılığı vb. mekanizmaların da harekete geçirilmesi gerekmektedir.