İnsan Hakları Gündemi-2
1- Geçiş toplumlarında insan haklarınınkorunabileceğini düşünüyor musunuz?
İnsan haklarının korunması her toplumda güçtür. Her kişinin değerli görülmesi ve bu değerine uygun biçimde davranılması, onun temel haklarının korunması belli güçlükleri de beraberinde getirir. Her toplumda bazı kişilerin temel hakları korunur. Güce sahip olanların buna ihtiyaçları da yoktur, onlar kendi haklarını zaten kendileri koruyabilirler. Sorun herkesin veya her tek kişinin haklarının korunmasındadır. Bunun da kolay olmadığı, olmayacağını deneyimlerimizden iyi bilmekteyiz. Ama insan haklarının amaçladığı da budur: her kişinin haklarını güvence altına almak, kimsenin temel hak ihlaliyle karşılaşmamasıdır.
Gelişmişlik düzeyi yüksek toplumlar hem ekonomik koşulların daha iyi olması hem de başta hukukun üstünlüğü ve demokrasi olmak üzere toplumsal koşulların insan haklarının korunmasını kolaylaştırması, onların ortaya çıkabilecek ihlallere karşı kimi önleyici mekanizmaları oluşturmuş olmaları nedeniyle, bu ülkeler insan haklarını korumada daha başarılı olmaktadırlar. Buna karşılık yoksulluğun yaygın olduğu, demokrasinin olmadığı, hukukun işlemediği toplumlarda insan haklarını korumak çok daha güçtür. Burada ekonomik ve toplumsal koşullar kadar hukukun insan haklarına veya etik ilkelere göre oluşturulup oluşturulması ile ülkeleri yönetenlerin insan haklarını korumayı istemeleri de belirleyici olmaktadır. Ülkeleri yönetenler insan hakları yerine kendi çıkarlarını merkeze koyarlar, sorunlara haklar açısından bakmazlarsa, her toplumda insan haklarını korumak güçtür ama gelişmekte olan veya az gelişmiş geçiş toplumlarında çok daha güçtür.
2-Laiklik ile insan hakları arasında bir bağ kurar mısınız?
İnsan hakları ile laiklik arasında doğrudan bir bağ yoktur. Laiklik olmazsa insan hakları korunamaz, insan hakları ancak laik toplum veya devletlerde korunur denemez. Ama laiklik devletlerin anayasa ve yasalarının tüm inanç grupların -ve bir dine inanmayanların- haklarını ayrım yapmadan koruyabilecek biçimde oluşturulmasını; ülkeleri yönetenlerin de tüm inanç sahiplerine eşit mesafede olmalarını sağlamaya yöneliktir. Bu nedenle laik devletlerde insanların inançları nedeniyle haksızlığa uğramaları olasılığı laik olmayan devletlere göre çok daha düşüktür. Laikliğin söz konusu olmadığı belli dine dayalı devletlerde o dinden olmayanların ikinci sınıf vatandaş görülmeleri ve bunun sonucu olarak hak kaybına uğramaları neredeyse kaçınılmazdır. Bu nedenle, din devletleri ile hak merkezli bakışın birlikte varolmaları güçtür. Hakları merkeze alan bir bakışın aynı zamanda laik devlet yapılanmasını savunan bir bakış olması beklenir.
Öte yandan laiklik yalnız farklı inançlardan insanların bir arada yaşadığı toplumlarda değil, inanç açısından homojen toplumlarda da gerekli olan bir ilkedir. Zira aynı inanç grubunda olan insanlar arasında da kimi alt inanç gruplarının olması ve bunlardan kimilerinin kendilerini o inanç grubunun asıl temsilcisi olarak görmeleri, bunun sonucu olarak ayrıcalık/üstünlük talep etmeleri mümkündür. Bunun da eşitlik ilkesinden sapmalara, bunun sonucu olarak kimilerinin zarar görmesine yol açması kaçınılmazdır. Laiklik yalnız inançsızları değil, inançsızlar kadar farklı inançlıları da koruyan ve farklı inanç gruplarının -veya aynı inanca sahip alt inanç kümelerinin- birarada yaşamasını mümkün kılan önemli bir siyasal ilkedir. Bu nedenle, devletin tüm yurttaşlarına eşit mesafede olmasını sağlamaya yönelik bir siyasal ilke olarak, -özellikle kimi inanç gruplarında- insan haklarının korunmasında olmazsa olmaz bir ilkedir.
3- Küresel güçlerin egemen olduğu ülkelerde insan haklarının korunmasımümkün mü?
Küresel güçler dünyanın belli bölgelerinde başta ekonomi ve siyaset olmak üzere her şeyi belirlemeye çalışan, dünyanın gidişini büyük oranda belirlemeyi başaran ekonomik ve siyasal güçlerdir. Bugün dünyamız bu küresel güçler tarafından paylaşılmış durumdadır. En başta ekonomik güce -sonra da siyasal güce- sahip olan bu devletler neredeyse tarih sahnesinden çekilen imparatorlukların yerini almış gibidirler. II. Dünya Savaşı’nın galiba olan ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa, bunlara eklenen birkaç devletle birlikte, bugün dünyanın gidişini, dünya ekonomisini ve siyasetini büyük oranda belirleme gücüne sahiptirler. Bunların dışında kalan kimi devletler de güçleri oranında, başta kendi coğrafyaları olmak üzere, etkin olmaya, kendi çıkarlarını korumaya çalışmaktadırlar.
Küreselleşmenin büyük oranda dünya düzeni olduğu bir dünyada, küresel güçlerin etkili olmadığı bir ülkeden söz etmek güçtür. Olsa olsa küresel güçlerin kendi ülkeleri ile sömürmeye, etkili olmaya çalıştıkları ülkelerden söz edilebilir. Küresel güçler aynı zamanda dünya düzeyinde güç mücadelesini de sürdürmektedirler. Fillerin savaşında ezilen çimler de bunların dışındaki ülkeler ve onların halkları olmaktadır.
Yanıtlanması gereken soru, “böyle bir dünya düzeninde insan hakları korunabilir mi?” sorusudur. Küresel güçler, bu arada diğer küresel olmayan devletler de, kendi ülkelerinin çıkarlarını korumayı esas aldıkça, dünya düzeyinde haklardan, adaletten, kısaca etik değerlerden söz etmek olanaksızdır. Küresel ve küresel olmayan devletler, kendileri ile diğer devletler, kendi yurttaşları ile diğerleri arasında ayrımcılık yaptığı, kendi yurttaşı olsan olmasın her insanı insan olarak değerli ve eşit görmediği sürece insan hakları korunamaz. İnsan hakları bugün olduğu gibi çoğu zaman çıkarları korumak için kullanılan bir araca dönüşür. Çıkarları gerektiriyorsa insan haklarından söz ederler, gerektirmiyorsa, hatta onların çıkarlarına zarar veriyorsa insan haklarını bir yana bırakırlar, unuttururlar.