Post-Karanlık: Karanlık Ötesi Bir Çağda Yaşamak
Günümüz dünyası fazlasıyla aydınlanmış görünüyor. Hem çevresel anlamda hem de aydınlanmış kafalar açısından fazlasıyla aydınlanmış bir dünya bu. Herkes her şeyi biliyor artık. En azından herkes her şeyi bildiğini iddia ediyor. Hatta bazıları hiç de nezaketi ve eğitimi umursamıyor ve birileri adeta racon keser gibi bilmediğimiz bir şeyleri bildiğini iddia ediyor gibidir. Bu fazlasıyla parlatılmış, ışıtılmış dünyanın parlak beyinlerinden bir uğursuzluk ve tekinsizlik halini sezinlememek elde değil. Böylesine parlatılmış bir dünyanın parlak beyinleri eski parlak beyinlere göre çok daha standartlaşmış bilme paketlerinin ürünü olarak karşımıza çıkıyor her gün.
Ve herkes her şeyi görüyor. Görememek gibi bir nedenimiz yok artık. Teknik açıdan herkesin herkesi gözetleme olanağına kavuştuğu tekno-dijital gözetleme çağıdır bu. Her şey kusursuz bir makina gibi işliyor. Aşırı bir aydınlanma halini yaşıyoruz. Kimsenin “cahil” kalmak gibi bir şansı bile kalmadı. Ya da kimsenin “bilgilenmiş olmamak” ya da “haberdar olmamak” gibi bir şansı veya lüksü de kalmadı. Her gün fazlasıyla mesaj alıyoruz çeşitli yerlerden. Cep telefonlarımız üzerinden her gün taciz ediliyoruz çeşitli mağazalar ve firmalar tarafından. Hotmail, Youtube, Facebook, Instagram vb. dijital platformların her biri bizi reklam ve mesajlarıyla kuşatmış durumda. Mutlak bir biçimde ve zorbaca bilgilendirildiğimiz, dijital komutlarca mutlak bir biçimde boyun eğdirildiğimiz despotik-dijital aydınlanma çağını yaşıyoruz.
Her yer ışık huzmeleriyle dolu ve her yer adeta devasa bir gerdanlık gibi parıldıyor. Ama Metallica’nın The Unforgiven II parçasının bir yerinde geçtiği üzere “hiç güneş ışığı yok”. Işığıyla tüm evreni kuşatan güneşin aydınlığı yine de yetmiyor zihinlerdeki ve kalplerdeki karanlıkları aydınlatmaya. Tüm mahrem duygu ve durumların ifşa edildiği korkunç bir gözetim makinasının içinde yaşamaya devam ediyoruz.
Her yer aydınlık ama her şey karanlık… Her yer parlak ışıklarıyla bizi karşılıyor. Fazlasıyla aydınlatılmış ve ışıtılmış bir dünyanın bambaşka bir karanlığı getirdiğini iddia ediyorum. Ben buna post-karanlık diyorum. Bununla bambaşka bir karanlık çağda yaşadığımızı iddia ediyorum.
Karanlık ötesi bir çağda yaşıyoruz aslında. Işık var ama ışığın bolluğu yüzünden hiçbir şeyi göremiyoruz. Işık yalnızca bildiğimiz ışık değildir söz konusu olan. Fazlasıyla reklam, propaganda, bilgi, malumat ve bilimum benzeri pek çok aydınlatma prosedürlerinin ve ışıtma teknolojilerinin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bildiğimiz anlamda karanlık, yerini fazlasıyla ışıtılmış yeni bir karanlığa bırakmış halde. Tam da bir şeyi göremeyişimizi mümkün kılamayacak kadar bizi farklı açılardan kör eden bir karanlıktan söz ediyorum. Bırakın karanlıktan çıkmayı zaten karanlıktan söz etmenin dahi mümkün olamadığı paradoksal açıdan fazlasıyla ışıtılmış karanlık bir çağda yaşıyoruz.
Hiçbir şey bizi mutlu edemiyor artık, hiçbir sevinç kendi sevincini yaşamıyor, hiçbir doğum günü kutlaması gerçekten bu dünyaya saçma bir biçimde fırlatılmış olduğumuzun acı gerçeğini ortadan kaldıramıyor. Ve yine de Nietzsche’nin “son insan”ları olarak çok mutlu görünmeye devam ediyoruz ve mutluluğa göz kırpıyoruz hala. Ve “saadeti biz keşfettik der son insanlar ve göz kırparlar.”
Çağımız her şeyin en ileri düzeyde aydınlatma teknolojileriyle ışıtıldığı bir çağ. Şöyle etrafınıza bir bakın. Fazlasıyla ışıltılı mağazaların girişlerine ve vitrinlerine ve sergilenen ürünlere bakın. Her şey fazlasıyla parlatılmış. En değersiz kumaşlar aşırı ışıtma teknolojileriyle parlatılmış biçimde en üstün kumaşlarmış gibi birer baştan çıkarıcı gibi karşımızda duruyor. Ürünlerin fahiş biçimde fiyatlandırıldığı değerinden daha fazla değerlendirilmiş bir aşırı serbest pazar fetişizmiyle karşı karşıyayız. Ve markalar parlatılmış dünyanın ürünleri olarak gözleri boyamaya devam ediyor hala.
Yazan: Hamit Ölçer, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Sosyoloji, Doktora Öğrencisi