EĞİTİME NELER OLUYOR?
1995 yılında, bir köy okulunda ilk göreve başladığımda 1968 öğretim programı uygulanıyordu. Bir gün önce akşamdan, bir sonraki günün her bir dersinin günlük planını yapıyorduk. Planda; kazandırılmak istediğim davranış, o davranışı hangi konu ile anlatacağım, kullanacağım yöntem ve teknik, kullanacağım kitap ve dersin ayrıntısını yazıyor, sonunda da konunun anlaşılıp anlaşılmadığını tespit etmek için birkaç soru hazırlıyordum. Derslerde farklı bir ders materyali olmadığı için sadece kitap takip ediyordum. Her gün akşam, hazırladığım planı, plan defterine yazıyordum. Bu çok ciddi bir hazırlıktı ve dersin içeriğinde neler yapacağımızı önceden planlıyordum.
Açıkçası 1968 model öğretim programı, 1995 yılında hala kullanılıyordu.
O zamanlar anlatan öğretmen vardı, dinleyen ve izleyen öğrenci vardı. Sınıfta kara tahta aktif olarak kullanılıyor, tebeşir sınıfın en önemli ders materyaliydi.
Bir süre sonra hazır slaytları duvara yansıtan tepegözler okullara geldi. Video kasetler, televizyonlar sınıflarda öğretim materyali olarak kullanılmaya başlandı. 2000 yılına gelmeden bazı proje okullarına bilgisayar laboratuvarları kuruluyor, bilgisayarlar örtüleri açılmadan kapalı kapılar arkasında saklanıyordu.
Ben 1987 yılında ilk bilgisayarın karşısına oturduğumda, gelecekte neler olabileceğini hayranlıkla düşünüyordum. Kendime ait ilk bilgisayarımı 1999 yılında, maaşımın 8 katı bir paraya alarak, kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Gel zaman, git zaman 2004-2005 yılında yeni bir eğitim yaklaşımı ifade edilmeye başlandı. 1968 model öğretim programları değişiyor, davranışçı modelden vazgeçiliyor, yapılandırmacı modeli benimseyen öğretim programları uygulamaya geçiriliyordu. Bizlere öyle bir anlatıldı ki artık her şey daha güzel olacaktı. Öğrenci merkezde olacak, öğretmen rehber olacaktı. Kuramda doğruydu, ancak uygulamada öyle olmadı. Anlatan öğretmen yine anlatmaya devam etti. Öğrenci merkezde olacak kavramı eğitimciler tarafından yanlış anlaşılmıştı.
Gel zaman, git zaman programın getirdiği sınavlar öğrencilere ağır gelmeye başladı. Her sene yapılan sınavlar okulları ve öğrencileri yarış atına dönüştürdü. Bundan nemalanan bir kesim ortaya çıktı. Dershanelerin sayısı arttı. Eş zamanlı olarak, sınıf içinde projeksiyon ve bilgisayar kullanılmaya başlandı. Etkileşimli tahtalar(akıllı tahta demiyorum) sınıflara yerleştirildi ve internet bağlantısı sayesinde tüm dünya sınıfa getirilmeye başlandı.
Kazanım odaklı program uygulanırken, uluslararası sınavlar eğitim literatürüne girmeye başladı. Kuramcılar tarafından beceri kavramı makalelerde ifade edilmeye başlandı. Sadece kazanımlara odaklanmanın, OECD’nin yaptığı PISA, TIMMS vb. sınavlarda başarıyı getirmeyince programlara beceri kavramları yerleştirildi. 2017-2018 ders yılında uygulamaya geçirilen programlarda ulusal yeterlilik çerçevesi içerisinde yer alan 8 temel yeterlilik becerisi yerleştirildi. Buna rağmen kazanım odaklı ders anlatımı ve sınav odaklı eğitim süreci devam etti. Değişimi kabul etmek ve kabullenmek ve uygulamaya geçirmek bir anda maalesef olmuyor.
Öğretim okul olmadan, öğretmen olmadan yürütülemez denilenleri yanıltan pandemi sürecinde, okullar olmadan da öğretimin gerçekleştirilebileceği görüldü. Okullar artık öğrenme ortamları değil sosyalleşme ortamları olacak diyen akademisyenler türedi. Sosyal ve duygusal zekanın ve becerilerin öncelikli olarak geliştirilmesi gerektiği savunuldu. Pandemi süresince eğitim içeriğine yapay zeka uygulamaları dahil olmaya başlandı. Maalesef insanoğlunun kötü bir huyu var, en zor zamanlarda teknolojiyi geliştiriyor ve bu gelişim ve değişimin eğitime yansımaları çok hızlı olmaya başlandı.
Her zaman ki gibi bundan nemalanmaya çalışan bir grup var. Yapay zekayı besleyen ve eğitimin içine sıkan(sıkan diyorum çünkü değişimin hızına alışan eğitim camiası tarafından hemen kabul edildiği için) ve para kazanma derdinde olan bir grup var. Bir grup var ki 1968 model eğitimi hala savunuyor ve klasik öğretim modelini uyguluyor. Teknolojiyi yok sayıyor. Bir taraftan da teknolojiyi eğitimin her yerine sokan bir grup var.
Peki, hangisi doğru?
Eğitimi bilen, bilmeyen herkes konuşuyor ve yorum yapıyor. Çünkü, ülkemizde herkes eğitimden anlıyor. Bizde herkes öğretmen, herkes eğitimci.
İngiltere’de bir Profesör, İngiliz Hükümetine verdiği rapora göre 2030 yılında, İngiltere’de ve dünyada öğretmen sayısının %60 oranında azalacağı yönünde. Çünkü, artık okullar öğrenme ortamları değil, insanoğlu bilgiye her yerde ulaşılabilinir. Öğreten öğretmen zamanı bitiyor, matematik öğrenmek isteyenler özel derse ihtiyaç duymadan öğrenebiliyor ve dil öğrenme platformları arttı. Dil kursları çok yakında kapanabilir. ChatGPT’nin son versiyonunda iki farklı dili konuşan insana karşılıklı çeviri yapılabiliyor. Cep telefonları çok yakın zamanda ortadan kalkacak ve düşünce yoluyla yönlendirilen makinalar çok yakında hayatımıza girecek.
ChatGPT çıktıktan sonra ne öğrenmesini gerektiğini bilen bir öğrenci artık bilgiye nasıl ulaşacağını ve ne yapması gerektiğini biliyor.
Bu kadar hızlı bir değişiminin olduğu bir dönemde okullar, eğitim liderleri, öğretmenler, ebeveynler ne yapmalı?
1968 model anlayışla 2050 yılının ihtiyaç duyduğu insan ve beyin gücü yetiştirilebilinir mi?
Bundan sonraki yazılarımda bu konulara değineceğim.
Kalın sağlıcakla.
Kadir BAYŞU