ATEİSTİK VAROLUŞ TASAVVURUNUN KLASİK TEİZM AÇISINDAN ELEŞTİRİSİ
Evrenin nasıl oluştuğu hakkındaki düşüncelerin kahir ekseriyeti, onun ortaya çıkışını fizikötesi ve üstün güç sahibi bir varlık ya da varlıklarla ilişkilendirmişlerdir. Platon, Aristo, Descartes, Leibniz, Kant, Locke, Berkeley gibi sistem sahibi filozoflar da âlemin kaynağı konusunda aşkın bir varlığa işaret etmişlerdir. Her ne kadar burada saymadığımız filozoflar da dâhil bu metafizik gerçekliği evrenin kaynağı olarak görseler de bu gerçeklikle ve onun evreni meydana getirişi ile ilgili değişik yaklaşım tarzlarına sahip olmuşlardır. Evren/âlem dediğimiz şey klasik İslami düşüncede “Tanrı’nın dışında var olan her şeydir.” Özellikle Kelam ilminde evren/âlem bu tanıma paralel bir şekilde Allah’tan başka olan şeylerin genel adı olarak kullanılmıştır.
Tanrı – âlem ilişkisinde İslam filozoflarının varlık felsefelerinin temeline oturttuğu iki kavram ile karşılaşırız. Bunlardan biri Tanrı için kullanılan ve zorunlu varlık anlamına gelen vacibu’l vücûd iken diğeri Tanrı dışındaki varlıklar için kullanılan ve varlığı zorunlu olmayan varlık anlamına gelen mümkünü’l vücûd’dur. Bu iki varlık türü mahiyetleri, fiilleri ve birbirleriyle olan ilişkileri açısından birbirinden farklıdır.
Zihnimizde genel bir çerçeve ortaya çıkması için âlemin meydana gelişiyle ilgili olarak ortaya çıkan felsefi ve kelâmi tutumları şu şekilde özetleyebiliriz.
Bu tutumlardan birincisi; âlemi maddesi, sureti, zamanı ve unsurlarıyla ezeli kabul eden ve bu âlemi idare eden bir Tanrı’nın olmadığını söyleyen Materyalist görüştür.
İkincisi ise; âlem ezeli olsa bile onu yaratan bir Tanrı’nın olduğunu ve bu Tanrı’nın âlemi sevk ve idare ettiğini söyleyen İdealist görüştür. İdealist görüşün farklı tezahürlerini de şu şekilde özetleyebiliriz.
Ateizm kelimesi Yunanca da "Tanrı" anlamına gelen "Theos"tan türemiştir. Bu kelimeden de "Tanrı inancına sahip olmak" ya da "Tanrı'ya inanmak" anlamına gelen theism anlayışı ortaya çıkmıştır. Ateizm kelimesi de İngilizce "theism" kelimesinin başına "a" ön takısının eklenmiş hali olup[2] Türkçe'de "tanrıtanımazlık" anlamına gelmektedir. Bu bölümde konu işlenirken tanrıtanımazlık ya da inançsızlık terimleri kullanılmakla birlikte dilimizde yaygınlık kazandığı için ateizm kelimesinin aynen kullanılması tercih edilmiştir.
Ateizm kavramı felsefî bir bakış açısını ifade etmenin yanında günlük dilde de belli bir yaşam tarzını ve davranış biçimini dile getirmektedir. Nitekim günlük dilde de benzeri bir düşünüşü dile getiren ya da ima eden kelimeler bulunmaktadır. Meselâ kültürümüzdeki "inançsız" veya "inkârcı" gibi kelimeler de bu terimin karşılığında kullanılmaktadır. Ayrıca bu kelime dinî literatürümüzdeki "kâfir, müşrik, zındık" ve özellikle "mülhid" gibi sözcüklerle de ifade edilebilmektedir.[3] Bu da problemin pratik boyutunun da olduğunu ve sıradan insanların dahi böyle bir düşünüş ve inanış biçimine karşı yabancı olmadıklarını ortaya koymaktadır.
Ateizm temelde Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi üç büyük ilâhî dinin Tanrı anlayışını kendine hedef olarak seçmektedir. Yorum farkları bir tarafa bırakılırsa, bu dinlere göre Tanrı, özünde ezelî ve ebedî olan, irade ve kişilik sahibi, aşkın bir varlıktır. Varlığı için hiçbir sebebe gereksinim duymayan bu varlık, maddî değildir ve görünen âlemin de ötesindedir. Nesneleri yoktan var kılmaya muktedir olan bu varlığın gücü de Tanrı olmak bakımından her şeyi yapmaya muktedirdir. Ayrıca yaratmış olduğu evreni ve içerisindeki varlıkları da şekillendirmekte, düzenlemekte ve işleyiş yasalarını belirlemektedir. Bir anlamda bu yasalar sayesinde onların varlıklarını devam ettirmelerine imkân tanımaktadır. Bu tanım çerçevesinde, Tanrı'nın varlığına inanan ve bu inancını da ifade eden kişiye teist, böyle bir Tanrı kavramına inanmayan kişiye ise ateist denmektedir. Yani bir anlamda ateist, ilâhî dinlerin ifade ettiği biçimde, varlığının öncesi veya sonrası bulunmayan, aşkın olan, evreni yaratan ve yasalarını belirleyen, irade ve kişilik sahibi olan, her şeyi yapma, bilme ve görme kudretinde bulunan, insanların hayrını dileyen ve onlara hayatı bahşeden bir varlığa inanmayan kişidir.[4] Diğer bir deyişle ateist hem düşünce seviyesinde hem de günlük yaşantısında söz konusu Tanrı’nın varlığını reddeden bununla birlikte peygamberi ve âhiret inançlarını da kabul etmeyen kişidir.
Kelime anlamı itibariyle materyalizm, “maddecilik” (özdekçilik) anlamına gelmekte olup Latince materia (madde) kelimesinden türemiştir. Var olan her şeyin maddeden ibaret olduğunu, maddeden bağımsız fizik ötesi bir alanın (metafizik) bulunmadığını, bilinç, duygu, düşünce vb. unsurların maddeden kaynaklandığını, olup biten her şeyin sadece maddî sebeplerle açıklanabileceğini, sonuç olarak tabiatüstü bir gücün mevcut olmadığını ileri süren, özünde tanrıtanımaz doktrinler bütününe verilen addır.[5] Materyalist de bu inanca sahip kişidir.
Madde-ruh ayırımı yapmayıp, birbirinden bağımsız varlık-düşünce (doğa-bilinç) düalizmine karşı çıkan materyalizm, maddeyi tek gerçek kabul eder ve tüm evrene bu iddia üzerinden yaklaşır. Metafiziği reddetmesinin tabii bir sonucu olarak spiritüalizm, idealizm, rasyonalizm vb. disiplinlerle ters düşen materyalizm, başta Tanrı inancı olmak üzere yaratılış, ibadet, melek, vahiy, peygamberlik, kutsal kitaplar ve âhiret gibi dinî inançların birer yanılgıdan ibaret olduğunu ileri sürer. Determinizmi esas alır, tabiatta amaçlılığa (teleoloji) imkân tanımaz, varlığı metafizik sebeplere bağlayan açıklamalara karşı çıkar.
Materyalist düşünceye eski Çin ve Hint kaynaklarında rastlanmakla birlikte onu sistemli bir disiplin haline getirenler atomcu yaklaşımlarıyla Leukippos, Demokritos, Epikuros ve Lucretius gibi Antikçağ Yunan filozofları olmuştur. Felsefî problem olarak varlığın özünü (arche) ve eşyanın bu özden nasıl oluştuğunu araştıran bu düşünürler maddenin yaratılmadığını ve yok olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Bunlara göre evren maddeden ve boşluktan oluşmuştur; madde de atomlardan meydana gelmiştir. Atomlar devamlı hareket halinde olup sonsuz ve sınırsızdır. Boşluk eşyanın içerisinde hareket ettiği şey olup var olmanın zorunlu şartıdır. Düşünce de bir tür atom hareketidir. Ruh ise canlı bir varlığı cansızdan ayıran nesne, rafine olmuş maddî bir varlıktır. Vücutla birleşen bu arı madde duyumlara imkân tanımaktadır. Ölüm bu birlikteliğin çözülmesidir. Âlemi veya gök cisimlerini yöneten tabiatüstü bir güç bulunmamaktadır.[6]
Maddenin ezeli ve ebedi olduğunu kabul eden materyalist anlayışta temel unsur ‘madde’dir. Bu ateist anlayış geçtiğimiz iki yüzyıl boyunca Batı’da yeni bir karakter kazanmıştır. Bu dönemde ateizm Tanrı’nın varlığı hakkında ileri sürülen delilleri reddetmekten çok, O’na atfedilen özellikleri eleştirmeye yönelmiş, başlangıca ve sona sahip bir varlık olan insanla, ezeli ve ebedî bir varlık olan Tanrı’nın aynı anda birlikte varolmasının imkânsız olduğunu ileri sürmüştür. Buradan hareketle Tanrı’nın varlığı, ateistlerce insanın kendine yabancılaşması ve özgürlüğünü kaybetmesi açısından temel bir problem olarak algılanmıştır. Bu dönemde insan özgürlüğü ile Tanrı iradesi arasında derin bir uçurum oluşmuş böylece ateistler kendilerini bu ikilem içerisinde bulmuşlardır. Sonuç ise, İnsan lehine, Tanrı’nın yok sayılması şeklinde ortaya konularak zihinlerindeki sorun çözülmeye çalışılmıştır.[7]
Materyalist/bilimsel ateistik söylemin en bilinen iddiası, nesnel olarak ispatlanabilme özelliği ile bilimin tek kabul edilebilir gerçek olduğu ve artık bilimin dinin yerini alması gerektiği ve nihayet bilimin verilerinin hem dini, hem de agnostisizmi geçersiz kılacağıdır. Bunun doğal bir sonucu olarak, materyalizme göre, eskiden maddi nesneler konusundaki bilgimiz öylesine azdı ki, onların her biri üzerine bildiğimiz az bir şeyin ötesinde sırlarla dolu bir “kendinde-şey/tanrı” bulunduğu pekâlâ varsayılabilirdi. Ama bu kavranamaz şeyler, bilimin büyük bir hızla ilerlemesi sırasında bilindiler, çözümlendiler, üstelik yeniden üretildiler. Bunun doğal bir sonucu olarak da bazı kesimlerce “üretebildiğimiz şeylerin arkasında bilinemez nedenler olduğunu elbette düşünemeyiz”[8] fikri hakim oldu.
Maddenin kendinde ezelîliği ve onun her şeyin kaynağı olduğu görüşünden hareketle ateizmi temellendirmeye çalışan materyalizmin iddiasının iki önemli aşaması bulunmaktadır. İlk aşamada maddenin ezelîliğinin apaçık olduğu, hatta bunun bilimsel olarak kanıtlandığı ve maddenin, şuur dahil, her şeyin kaynağını oluşturduğu ifade edilirken; ikinci aşamada ise, bu görüşün yaratıcı bir Tanrı fikrini imkânsız kıldığı iddia edilmektedir. Materyalizme göre, maddenin ezelî olması evrenin ezelî olması anlamına gelmektedir. Çünkü son tahlilde evren de madde yığınından ibarettir. Buna göre evren var oluş sebebini kendi içinde taşımaktadır, evrenin varoluş sebebi yine kendisidir. Evren ve onun içindeki her şey kendi varlık alanlarının dışında var olan bir nedene muhtaç değildir. Dolayısıyla materyalizme göre, Tanrı eğer var olarak kabul edilmek isteniyorsa fiziksel-maddi bir varlığa indirgenecek, ya da O’nun varlığı tümden reddedilecektir. Maddenin ezelîliği ve onun her şeyin kaynağı olduğu şeklindeki bir görüşün zorunlu olarak Tanrı’yı ve yaratmayı devre dışı bırakacağı ve O’nun varlığını reddedeceği yani ikinci seçeneği tercih edeceği açıktır. Dolayısıyla materyalizm, ateizmin dayandığı temel argümanlardan birisidir. Fakat bununla da yetinmeyen materyalist düşünce, maddenin sonsuzluğunu, tek gerçekliğini ve var olan her şeyin kaynağı olduğunu iddia ederek, madde ötesi ruh ve Tanrı gibi kavramları reddetmiş, metafiziğe ve teolojiye varlık alanı tanımamış, evrenin işleyişinde gâye ve nihaî nedenler gibi konulara yer vermemiştir. Nihayetinde ise Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya yönelik olan kozmolojik ve teleolojik kanıtlarla kısacası teizm ile mücadele içerisinde bulunmuştur.[9]
4.1.2. Materyalist Ateizmin Eleştirisi
Materyalist düşüncenin ateistik argümanlarına karşılık olarak teizm ise Tanrı’nın varlığını ve maddenin yaratılmış olduğunu kabul ederek kendi sistemini kurmuş evrenle ilgili olarak kozmolojik ve teleolojik kanıtları ilk dönemlerden itibaren ileri sürmüştür. Bilimsel sonuçlar kozmolojik delilin, ya da klâsik İslâmî ifadesi ile “hudûs” ve “imkân” delillerinin formüle edildikleri dönemlerin ilkel ve zayıf bilimsel anlayışlarının geçersizliklerini, hatta bizzat kozmolojik delilin geçersizliğini ortaya koyabilir; ama bunların hiçbirinden “o halde Tanrı ve yaratma yoktur” hükmü çıkarılamaz.[10]
İslam filozofları arasında yoktan yaratma düşüncesinin ilk savunucusu Kindî’nin bu konudaki fikirleri konuyu açıklama adına son derece önemlidir. Ona göre ilk gerçek fiil, var olanları yoktan var etmektir. O Helenistik literatürü yakından tanımasına rağmen tavizsiz bir yoktan yaratma fikrini savunmuştur. Kindî’ye göre âlem ezeli de değildir. Çünkü zaman, âlemin var oluş sürecidir. Eğer zaman sonlu ise, mahiyeti gereği cisim zaten sonludur. Çünkü zaman, cisim ve hareketten bağımsız olarak mevcut değildir. Öyleyse zamansız madde/cisim yoktur. Çünkü zaman hareketin sayısıdır. Hareket varsa zaman vardır, hareket yoksa zaman da yoktur. Öyleyse maddenin ezeli olması imkânsızdır. Buna göre evrenin yaratılmış olması mantıki bir zorunluluktur.[11]
Maddenin bir başlangıcının ve dolayısıyla bir sonunun olduğunun kanıtlanması, aslında agnostizme de bir cevap olacaktır. Bilindiği gibi agnostizm söz konusu meselede epistemolojik açıdan tarafsız bir tutum sergilemektedir. Ancak dikkatli bakılırsa görülecektir ki, agnostik yaklaşım “biz bunu anlayamayız/bilemeyiz” demekle, aslında bir iddia sahibi olmaktadır. Eğer “maddenin başlangıcı vardır” tezi doğrulanırsa, “maddenin başlangıcı yoktur” tezi yalanlanacağı gibi “maddenin başlangıcı olup olmadığını anlayamayız” tezi de yıkılacaktır. Böylelikle maddenin başlangıcının ispatı ateizme olduğu kadar agnostisizme (şüpheciliğe, bilinemezciliğe) de bir darbedir.[12]
Bazı materyalist bilim adamları Big Bang’in ispatından sonra yaratılışı kabul etmeye mecbur olduklarını itiraf etmek zorunda kalmışlardır. Örneğin İngiliz materyalist fizikçi P. Lipson, Big Bang teorisini ister istemez kabul etmek zorunda olduklarını şöyle itiraf etmiştir: “bence, bu noktadan daha da ileri gitmek ve tek kabul edilebilir açıklamanın yaratılış olduğunu onaylamak zorundayız. Bunun ben dâhil çoğu fizikçi için son derece itici olduğunun farkındayım ama eğer deneysel kanıtlar bir teoriyi destekliyorsa, bu teoriyi sırf hoşumuza gitmediği için reddetmemeliyiz.”[13]
Materyalist düşünceye göre zihinsel olaylar ile kişisel açıklamayı ilgilendiren diğer faktörler tam olarak belirtilemese de bilimsel açıklamalarla anlaşılabilirler. Materyalist doktrinin başarılı olabilmesi için önündeki engelleri kaldırması gerekmektedir. Çünkü insanın varlığının ve davranışlarının temelde bilimsel açıklamalarla tanımlanamayacak yönleri vardır. O halde insanın varoluşunu ve işleyişini açıklamak için başka uygun açıklama yolları aramak gerekmektedir. Netice itibariyle insanın varlığını ve işleyişini açıklamak için teist açıklamalar bilimsel açıklamalardan çok daha açıklayıcı ve anlamlıdırlar.
Evrenin bir ‘Zihin’ tarafından tasarlanmadığı düşüncesini eleştiren William Paley, meşhur saat örneğini vermektedir: Bir fundalıktan geçerken ayağımı bir taşa çarptığımı ve bu taşın oraya nasıl geldiğinin bana sorulduğunu farz ediniz. Aksini gösterecek bir şeyler bilmediğim için vereceğim olası cevaplardan biri, taşın ezelden beri orada olduğudur. Bu yanıtın saçmalığını göstermek çok kolay olmayacaktır. Fakat diyelim ki, yerde bir saat buldum ve saatin nasıl olup da orda olduğunu sorguluyorum. Biraz önceki yanıt yani saatin ezelden beri orda durmakta olduğu aklımın köşesinden geçmeyecektir.[14]
O saatin nasıl orada olduğunu ise İbn Sina şöyle açıklar: “Bu, senin ‘elimi hareket ettirdim ve anahtar hareket etti’ veya ‘sonra anahtar hareket etti’ demene benzer. ‘Anahtar hareket etti ve elimi hareket ettirdim’ veya ‘sonra elimi hareket ettirdim’ demezsin. (Elin ve anahtarın hareketi) zaman bakımından beraber olsa da (anahtarın hareketi) zât bakımından sonradır. Başkasından var olan her mevcut, tek başına kalırsa yokluğu hak eder veya tek başına kalırsa onun bir varlığı olmaz. Aksine, onun varlığı ancak başkasından olur. Öyleyse onun, var olmazdan önce bir varlığı yoktur ve bu da özsel (zâti) sonradan meydana geliştir. Benzersiz yaratma (el-İbdâ’) bir şeyden başkası için yalnızca onunla ilgili olan varlığın madde, alet veya zaman gibi aracılar olmadan oluşmasıdır. Ve kendisini zamansal yokluğun öncelediği şey, maddenin aracılığından müstağni kalamaz. Benzersiz yaratma, oluşturma ve sonradan meydana getirmeden derece bakımından daha yüksektir.[15]
Terim Fransızca’da “gerçek, olgu, kesin, kanıtlanmış, olumlu” gibi anlamlara gelen positif kelimesinden türetilmiştir. Pozitif bilim kavramı, olgularla ilgili kesin ve kanıtlanmış bilgiyi ifade ettiği için pozitivizmin ekseninde durmaktadır. Terimi ilk defa sosyalist düşünür Saint Simon (ö. 1825), bilimsel yöntemin önemini belirtmek ve sosyal felsefe bakımından ifade ettiği anlamı ortaya koymak için kullanmış, daha sonra pozitivizmin kurucusu Auguste Comte tarafından benimsenerek bir felsefî sistemin adı haline getirilmiştir.
Auguste Comte tarafından geliştirilerek esasını “üç hal kanunu”nun oluşturduğu kapsamlı bir sisteme dönüştürülmüştür. Bu yasaya göre genel olarak insanlık tarihi ve insanlığın bilgi birikimi sırasıyla teolojik ve metafizik aşamalardan geçmiş ve pozitif denilen aşamaya erişmiştir. Teolojik aşamada insanlık doğal olguları doğrudan doğruya doğaüstü güçlerin bir eseri olarak görmekte, metafizik aşamada bu güçlerin yerini birtakım soyut güçler almaktadır. Pozitif aşamaya gelindiğinde artık insanlık, doğal olguların fizik ötesine atıfta bulunan mutlak sebeplerini araştırmayı terk ederek olguların işleyişini yöneten doğa yasalarını keşfetmeye yönelmektedir. Bu aşamalar insanlık tarihine ait ilerlemenin zorunluluğunu ifade etmektedir. İlerleme ise bu sürecin yalnızca aletleri olan fertler tarafından değil tarihin gerçek öznesi olan insanlık tarafından gerçekleştirilmektedir.
Kısacası pozitivizm; metafizik ile bilimi/olguyu kesin olarak ayıran, dogmayı ve sezgisel olanı deneye tabi tutamadığımız için bilimsel etkinlik alanından uzaklaştıran, Tanrı ve yaratma gibi konuları tamamen metafizik kabul ederek reddeden ve tek bilgi türü olarak bilimsel bilgiyi kabul eden felsefi görüştür. Pozitivizm için deneye ve gözleme dayanan bilgi, pozitif bilime giden tek yoldur. Pozitivizme göre mademki bilinebilen şeyler yalnızca olgulardır, o zaman olguların arkasında var olduğunu varsaydığımız metafizik nedenlerle uğraşmak boşunadır. Pozitivizmin en önemli iki unsuru şüphesiz deney ve gözlemdir. Bu açıdan pozitivizm, toplum bilimlerinin de tıpkı doğa bilimleri gibi deneye ve gözleme tabi tutulabilen, olgusal bilimler olması gerektiğini savunmuştur.
5.2. Pozitivist Ateizmin Eleştirisi
Bilimsel bir çalışmayı 5 duyu ile yani sadece deney ve gözlem ile sınırlamak, ölçülebilir sonuçlar aramak pozitif bilimler için elbette kaçınılmazdır. Ama bilimsellikten mutlak bilimciliğe geçiş, bilimi ve teknolojiyi ahlâkî bir rehber, bir değer koyucu mertebesinde görmek başka bir şeydir. Bu ve benzeri çıkmazlardan ötürü pozitif ateizm düşünce tarihi içerisinde pek çok eleştiriye tabi tutulmuştur. Söz konusu eleştirileri mantıki açıdan ve teizm açısından iki temel yaklaşım altında toplamak, çok kapsamlı bir genelleme olmakla birlikte, mümkündür. Pozitivist ateizm belki de en ciddi eleştiriyi mantık noktasında almıştır. Burada anahtar kelime, pozitivizmin vazgeçilmez argümanlarından “doğrulanabilirlik ilkesi”dir.
Bilim ile bilim olmayan, önermeleri doğrulanabilir bilim ile önermeleri ne doğrulanabilir ne de yanlışlanabilir olan metafizik arasına bir sınır çekmeye yarayan bir ilke ve bir anlamlılık ölçütü olarak doğrulanabilirlik ilkesiyle kendi içinde bazı sorunları barındırmaktadır. Eleştiri, esas itibarıyla ilkenin statüsü, anlamı ve makuliyeti gibi üç nokta etrafında döner. Buna göre, doğrulanabilirlik ilkesinin statüsü, hiçbir şekilde açık değildir. Doğrulanabilirlik ilkesinin kendisi, deneyim veya gözlem yoluyla doğrulanabilir bilimsel bir önerme olmadığı gibi mantıksal olarak doğrulanabilen bir totoloji de değildir. İlkenin anlamıyla ilgili güçlük ise ilkenin neye uygulanacağı konusundaki belirsizlikten kaynaklanan bir güçlüktür. Nihayet, doğrulanabilirlik ilkesi sıkı sıkıya uygulandığı zaman, bütün bilimsel yasalar anlamsız oldukları gerekçesiyle bir tarafa atılmak zorunda kalır. Zira bilimsel yasalar, doğaları gereği, hiçbir zaman kesin sonuçlu olarak doğrulanamazlar.[16]
Mantıksal açıdan pozitivist bilim anlayışının yoğun bir şekilde eleştirildiği bir başka husus da onun gözleme ve gözlem önermelerine bakışından oluşur. Söz konusu klasik bilim anlayışı, gerçekten de gözlemin teoriden bağımsız olduğunu, mantıksal ve epistemolojik olarak teoriden önce geldiğini ve ona temel teşkil ettiğini öne sürer. Buna göre bilim adamları, gözlemlerini açıklayan teoriler formüle etmezden önce, işe ön yargısız ve tarafsız bir biçimde, teoriden bütünüyle bağımsız gözlemler yaparak başlarlar. Bilgimizin ve beklentilerimizin gözlemler üzerinde bir etkisinin olmadığını, tamamen tarafsız gözlemler yapmanın mümkün olduğunu varsayan bu görüş, teoriden bağımsız nesnel gözlem olamayacağı, bütün gözlemlerin teori yüklü olduğu öne sürülerek eleştirilmiştir. Bilimsel bilginin gözlem önermelerinden hareketle, tümevarım yoluyla elde edildiğini savunan mantıkçı pozitivizmin, bununla birlikte esas büyük güçlüğü, tekil gözlem önermelerinden sınırlanmamış genellemeler olarak hipotezlere, bilimsel yasa ve teorilere geçişin mantıksal olarak meşru bir geçiş olmadığını bir şekilde dile getiren tümevarım probleminden meydana gelir. Problemi ortaya koyanlar, “çok sayıda karganın gözleminden ve gözlemlenen tüm kargaların istisnasız siyahlık özelliğine sahip olmalarından hareketle, tüm kargaların siyah olduğu” sonucunun çıkarıbileceğini dile getiren tümevarım ilkesinin hiçbir şekilde doğrulanamayacağını dile getirirler. Bunun nedeni tümevarımsal bir argümanda öncüllerin geçmiş ve şimdide geçerli olan iddialar öne sürdüğü yerde, sonucun tüm zamanlar için geçerli olacak bir iddiada bulunmasıdır. Bu ise tümevarımsal bir argümanın öncüllerinin doğru fakat sonucunun yanlış olabilmesinin mümkün olduğu ve bunda da bir çelişki bulunmadığı anlamına gelir.[17]
Ateist pozitivist bilimsel anlayışın bir diğer sorunu da olgulara sadece “nasıl” sorusunu sorması, bu sorunun cevabını bulmakla görevini yerine getirmiş olacağını düşünmesi, bunun ötesindeki herhangi bir soru ve sorunun bilim dışı olduğunu daha en baştan kabullenmesi ve buna uygun bir tavır sergilemesidir. Ancak pozitif bilimsel yaklaşımın bu tavrı, onun getirdiği yeni bakış açısı ve sahip olunan bütün olanaklar ve ortaya koyduğu tüm cevaplar, insanın "niçin" sorusunu sormasına engel teşkil etmemekte aksine teşvik etmektedir. Burada özellikle vurgulanması gereken nokta, "niçin" ve "nasıl" sorularının birinin diğerini ortadan kaldıramaması, ama birinin de diğerinin yerine geçememesidir. Yani kesin bir cevabı verilemese de örneğin "niçin insan var?" gibi bir sorunun çekiciliği ortadan kalkmamaktadır.
Pozitivizm, insanları sayılara indirgediği ve gerçek insanların gerçek yaşamlarıyla anlamlı olmayan soyut formüller ve kanunlar peşinde koşmakla da eleştirilir. Pozitivizmi benimseyenler, hemen her konuyu ölçme ve sayısallaştırma iddiaları yüzünden çok fazla soyutlama yaptıkları ve sonunda elde ettikleri bilginin gerçek hayatla ilgisinin koptuğu şeklinde eleştiriler alırlar. Pozitivizmi eleştirenler ise, değer yargılarının sadece konu seçimini belirlemekle kalmayıp, incelenen olguların anlamlandırılmasında da etkili olduğunu öne sürerler. Bu noktada, gözlemlerin aslında ‘nesnel’ olmayıp, teoriye bağımlı olduğunu, teorilerin de büyük ölçüde sosyolojik ve hatta psikolojik etkenlerle açıklanabileceği gibi tezler tartışma konusu olmuştur. İkinci olarak, toplum ve değerlerle ilgili konularda ne zorunlu ne de istatistiksel genellemelere gitmenin olanaklı olmadığı tartışma götürmez bir gerçektir.
Pozitivist ateizmin bir diğer çıkmazı da, yukarıda ifade ettiğimiz şekliyle, maddenin nasıl olduğu ile ilgilenmesidir. Fakat bu “nasıl” sorusu varlığa geldikten sonraki “nasıl” olma ile sınırlıdır. Nasıl varlığa gelme konusu pozitif ateizmin ilgisinin dışındadır.
Yaratılışı savunan teist anlayışta Tanrı, varlık dünyasının yaratıcısıdır. Yaratıcılığı Tanrı’nın zât olmasıyla yakından ilgilidir. Bu anlayışta Tanrı sadece yaratıcı değil, aynı zamanda yoktan yaratıcıdır. Teizm; Tanrı eylemlerinde özgür olduğu ve Onu hiçbir şey belirleyemeyeceği için, Tanrı’nın âlemi sırf var olmasını dilediği için yarattığını dile getirir. Yoktan yaratma, ezeli maddeden meydana getirme (icad) düşüncesinden üstündür. Çünkü bu iki yaratma biçiminin gerçek olduğu kabul edilecek olursa, Tanrı bu ezeli madde tarafından belirlenmiş ya da ona bağlı olmuş olacaktı. Üstelik bu malzemenin de nasıl ortaya çıktığı sorusu ayrı bir problem olarak karşımıza çıkacaktır. Teizm; yoktan yaratma fikrinin ezeli maddeden üstün olduğunu iddia eder. Çünkü ezeli madde ve bu maddenin tek anlaşılma biçimi olarak pozitivist yaklaşım, teist metafiziğin olmazsa olmazlarından olarak kabul edilen, yaratan ve yaratılan arasındaki mutlak ayrımdan ödün vermek anlamına gelmektedir.
KAYNAKÇA
[1] Bkz. Tuncay Akgün, Felsefi Düşüncede Yaratma Problemi, Toplum Bilimleri, Ocak – Haziran, 2012, 6 (11), ss. 69-96; Plotinos, Enneadlar, çev: Haluk Özden, Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul, 2008; İbn Sina, Kitâbu’ş-Şifa Metafizik II, çev: Ekrem Demirli, Ömer Türker, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2005; Gazali, Filozofların Tutarsızlığı, çev: Mahmut Kaya, Hüseyin Sarıoğlu, Klasik Yayınları, İstanbul, 2005; Farabi, el-Cem’ Beyne Re’yeyi’l-Hakimeyn, thk: Albert Nasri Nadir, Dârü’l-Maşrık Beyrut, 1985; Aristoteles, Metafizik, çev: Ahmet Arslan, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1996; İbn Rüşd, Faslu’l-Makâl fîmâ beyne’l-Hikme ve’ş-Şeria mine’l-İttisâl, thk: Muhammed Umare, Dârü’l-Maârif, Kahire, 1983.
[2] Keith E. Yandell, Philosophy of Religion, London, 1999, s. 91-92
[3] Aydın Topaloğlu, Ateizm ve Eleştirisi, DİB Yay., Ankara, 2000, s. 2; Mehmet Aydın, Din Felsefesi, İlahiyat Vakfı Yayınları, İzmir 2012, s. 162 vd.
[4] Aydın Topaloğlu, age., s. 5; H.H. Farmer, Towards Belief in God, New York, 1943, s. 145 vd.
[5] Ahmet Cevizci, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2000, s. 219; Afşar Timuçin, Felsefe Sözlüğü, Bulut Yayınları, İstanbul 2004, s. 454.
[6] Bkz. Habib Şener, Jean Meslier Düşüncesinde Ateizmin Temel Dayanakları ve Eleştirisi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 27 (2018/1)
[7] Jean Meslier, Tanrısızlığın İlmihali, (çev. Abdullah Cevdet), Kaynak Yayınları, İstanbul 2014, s. 99.
[8] C. Smart, "The Existence of God", New Essays in Philosophical Theology, ed. Antony Flew-Alasdair Maclntyre, London 1958, s. 32 vd.
[9] Aydın Topaloğlu, Ateizm ve Eleştirisi, s. 157 vd.
[10] Bkz. Mehmet Aydın, Ateizm ve Çıkmazları, Ankara Ü. İlahiyat Fak. Dergisi; Cilt: XXIV , 1981
[11] Kindî, Felsefi Risaleler, çev: Mahmut Kaya, İz Yay., İstanbul, 1994, s. 90-91
[12] Caner Taslaman, Big Bang ve Tanrı, İstanbul Yay., İstanbul, 2015.
[13] H. P. Lipson, "A Physicist Looks at Evolution", Physics Bulletin, vol. 138, 1980, s. 138
[14] Paley, William, Doğal Teoloji, (çev. Cafer S. Yaran), Klasik ve Çağdaş Metinlerle Din Felsefesi içinde (ed. C. S. Yaran), Etüt Yayınları, Samsun, 1997, s. 79 vd.
[15] İbn Sina, Age., s. 139
[16] Alan Chalmers, Bilim Dedikleri: Bilimin Doğası, Statüsü ve Yöntemleri Üzerine Bir Değerlendirme, çev.: Hüsamettin Arslan, Ankara: Vadi Yay., 1994, s. 33 vd.
[17] David Hume, İnsan Zihni Üzerine Bir Araştırma, çev.: Selmin Evrim, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul 1986, ss. 38-39; Reichenbach, Bilimsel Felsefenin Doğuşu, çev.: Cemal Yıldırım, Remzi Kitabevi, İstanbul 1981, s. 68; Teo Grünberg, Felsefe ve Felsefi Mantık Yazıları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, ss. 368, 378.