Nobel Barış Ödülü’nü Kazanmış Bir Sosyolog: Jane Addams
Jane Addams kimdi? Klasik anlamda sosyolojik düşünce tarihinde nasıl ki erkeklerden oluşan bir “Chicago Okulu”ndan söz ediyorsak ayrıca “Chicago Kadınlar Okulu” olarak kabul edilen bir düşünce topluluğu da vardı ve Chicago Kadınlar Okulu’nun en temel amaçlarından biri sosyoloğun rolünün “toplumsal koşullar hakkında olgular, derneklere yönelik planlar ve devlet politikalarına yönelik önermeler sunarak insanlara anlama ve eylem araçlarını sağlamak” (Ritzer, 2013: 315-316) idi. Bu kadınlar topluluğu en temelde iki zemin üzerinden ilham alıyordu: 1. Chicago Üniversitesi 2. Hull House. Ve işte Jane Addams (1860-1935) kurucu ortağı olduğu Hull House’ın toplumsal aktivistlerindendi. Ayrıca Jane Addams 1931 Nobel Barış Ödülü’nü kazanmış Amerikalı bir sosyologdur (Wikipedia, 2023).
Ve Hull House’da pek çok kadın vardı: “Edith ve Grace Abbott, Sophonisba Breckinridge, Florence Kelley, Frances Kellor, Julia Lathrop, Annie Marion MacLean, Virginia Robinson, Anna Garlin Spencer, Jessie Taft ve Marion Talbot” (Ritzer, 2013: 308-309). Bu kadınların ortak talebi yalnızca kadın olmalarından kaynaklı sorunlara dönük talepler olmayıp en genel anlamda bir “toplumsal reform” talebiydi. “Chicago kadınları, kadınların oy hakkı, fabrika yasası, çocuk emek yasaları, çalışan kadınların korunması, muhtaç anneler ve çocuklar için yardım, kentlerde daha iyi sağlık önlemleri, sendikalar, iş anlaşmazlığının arabuluculuğu, asgari ücretler, asgari ücret komisyonları için mücadeleye öncülük ettiler” (Ritzer, 2013: 309). Şu halde bu kadınların arasında Jane Addams’ın rolü neydi?
Jane Addams “demokratik toplumsal etik” olarak adlandırılan bir programla işe koyulmuştu. Toplumsal etik terimi onun en özgün katkılarından biriydi. Addams “en basit biçimiyle toplumsal etiği, ‘bir topluluğun refahına ilgi gösterme’ veya ‘ortak özellikleri benimseme’ye dayalı olarak bireyin eyleme yönelimini üreten ve sürdüren doğru ilişki kurallarının pratiği olarak tanımlar” (Ritzer, 2013: 310). Addams çok açık bir biçimde herkesi içinde yaşanılan toplumun ve ulusun ortak refahı için toplumsal sorunları en asgari düzeye indirgeyecek aktivitelere katılmaya davet ediyordu. Böylece Hull House üyeleri “toplumsal kulüpler, çöp toplama, çalışan kadınlara daireler, tüketici kooperatifleri, akşam dersleri, sendikalar, endüstriyel reform yasaları, çalışma koşullarının araştırılması, tartışma düzenleyen dernekler ve grevlere müdahaleler, işsizliğe çözümler ve Hull House tartışmaları için platformları kapsayan çeşitli toplumsal deneyler” (Ritzer, 2013: 310-311) için seferber olmuşlardı.
Addams insanların kendi durumlarını ancak ve ancak kendilerinin idrak etmeleri yoluyla düzelebileceğine inanmıştır. Bu anlamda o “bir demokrasinin, öteki insanlardan “ışığı görme”lerini bekleyen insanlar tarafından kurulamayacağını, bu tür değişim taleplerinin, ötekilerin görüş açısına yönelik saygı eksikliğinde temellendiğini” (Ritzer, 2013: 312) ileri sürmüştür. Başka bir deyişle Addams, insanların tek tek bireyler olarak sahici anlamda yolunda gitmeyen şeylerin olduğunu görmelerini istiyordu. Öte yandan bu idrak ediş yalnızca kişisel bir problemin çözümüyle değil, tam da toplumsal bir problemin gidişatını anlama ve problemi çözüme kavuşturmayla ilgili bir şeydi.
Demokratik toplumsal etik üzerinden hareketle Addams bir bakıma yurttaşlığın yalnızca biçimsel bir aidiyetin değil, ortak duyguların ürünü olduğunu ve asıl önemli olan şeyin de bu olduğunu düşünüyor olmalıydı. Bir ulusa ait olmak, bir toplumda yaşamak problemi olan birine “yardımcı olmak” anlamında bir yurttaşlık fikrini içeriyordu. Dolayısıyla toplumsallık yalnızca biçimsel, zoraki bir toplumsallık değil; tam da herkesin daha iyi bir yaşam sürmesi adına toplumsallığı arzu etmesiyle ilişkiliydi. “Addams, bu arzuyu, Fransızların ‘inkar edilmeyecek olan şefkatli davranışa yönelik dürtüleri belirtmek için kullandıkları l'imperieuse bonte [mutlak iyi] deyimiyle kastettikleri şey olarak betimler’ (Ritzer, 2013: 312-313). Addams’ın bir çeşit yurttaşlık sosyolojisi yaptığını ve bu anlamda yurttaş bireylerin diğer yurttaşlar için bir şeyler yapma gereğini idrak ettikleri seferberlikçi bir toplum idealine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Muhtemelen böyle bir program Amitai Etzioni’nin “aktif toplum”unun erken habercilerinden biri olarak yorumlanabilir.
Başka bir ifadeyle Addams herkesin herkese karşı savaşının olduğu Hobbesgil vahşi bir dünya yerine herkesin herkese karşı sorumluluğun olduğu “şefkate dayalı” bir toplum idealine sahipti. Ona göre demokratik toplumsal bir etik bir kişinin kendi somut deneyimiyle açığa çıkacak toplumsal olgulara dayanacaktı ve her insan önemliydi, değerliydi. Demokratik anlamda toplumsal birliğini yakalamış bir toplumun her bir üyesinin kişisel güvenliği yine herkesin kişisel güvenliğine bağlı olduğundan dolayı böylece aktif birer fail olarak insanlar şefkat gösterme zorunluluğunu duyarlar (Ritzer, 2013: 313). Dahası Addams bu şefkat duygusunun toplumsallaştırılmasının gerekliliğine inanmıştır. Ve onun bir bakıma seçkinci olmayan ve dolayısıyla herkesin kendi somut deneyimlerinin ürünü olarak şekillenecek bir demokrasi talebinde bulunduğu açıktır. Başka bir ifadeyle demokrasi dışarıdan politik aktörün vaatleriyle değil, bizatihi birey faillerin kendi aktivitelerinin inşasıyla mümkün olabilecek bir şeydir. Bu durumda demokrasi yalnızca politik-yönetsel bir kavramı değil, sosyolojik anlamda kültürel bir olayı ifade eder diyebiliriz.
Addams’ın demokrasiden anladığı şey tam da onun toplumdan anladığı ve daha doğrusu öyle olması gerektiğini düşündüğü şeyle bağlantılıydı. Addams, toplumu, hem maddi çıkarlar hem de etik idealleri gerçekleştirmek için bir araya gelen birey insanların çok büyük bir ağı olarak tasavvur etmiştir. Bu ağ, çeşitli farklı ve çözümleyici açıdan paralel olma zorunluluğu bulunmayan yapılar içinde biçim alırlar -aile, ev, komşuluk, endüstri, eğitim, savaş ve barış, yardımseverlik, rekreasyon, sanat” (Ritzer, 2013: 312)tan oluşuyordu. Burada Addams’ın gündelik hayat sosyolojisi diyebileceğimiz türden mikro-ölçekli toplumsal konulara önem verdiği açıktır. Öte yandan bence bu mikro-ölçekli meseleler tam da toplumsal yapının, toplumsal kurum ve kurallarının genel işleyişini etkileyen meselelerdi ve Addams toplumsalı en çekirdek ilişkilerden yola çıkarak anlamak istiyordu. Bir çöp yığınını düşünün. Her gün birilerinin attığı ufak tefek çöptür ama nihayetinde zamanla ortalık devasa bir çöp yığını halini alır. Addams toplumun çürümesine neden olan çöplüğü temizlemeye çalışıyordu.
Addams’ın sosyoloji pratiği bir tür komşuluk pratiği gibidir. Onun adeta “komşunu sev” doktrinine dayalı bir sosyoloji anlayışına sahip olduğu söylenebilir. Addams kendi duygularına yenik düşmeksizin ve karşısındakinin fikirleriyle uzlaşmak zorunda olmaksızın sorunu duygudaşlık ilişkisi içinde anlamaya dönük bir metoda sahipti. “O, bir noktayı, hipotetik, tarih dışı figürlerle değil bildiği erkeklerin ve kadınların yaşamlarını ayrıntılı bir şekilde ele alarak açıklar… bu pratiği, “komşuluğa dayalı ilişki” olarak adlandırdı” (Ritzer, 2013: 311-312). Dolayısıyla toplumu ve toplumsal meseleleri bir komşuluk ilişkisi olarak (Ritzer, 2013: 314) idrak etmek, beraberinde insanları hem içinde yaşadıkları topluma yabancılaşmaktan kurtaran hem de meselelerin nesnel açıdan ele alınıp çözüme kavuşmasını sağlayan bir bakış açısını kazandırır.
Addams'ın, endüstrileşmeyle birlikte ortaya çıkan sorunlara yönelik ve bu anlamda demokratik toplumsal etiğin yerleşmesine dönük üç temel stratejiyi önerdiğini görmekteyiz. Bu stratejiler aynı zamanda toplumsal değişimin ve toplumsal reformun motivasyonlarıdır. Stratejilerden biri John Dewey’in önerdiği biçimiyle eğitim sisteminin çocuğun kendi deneyimi üzerinden gerçekleştirilmesi yoluyla toplumsal taleplerin meşruluğunun da sağlanabileceği ilkesinden ilham alıyordu. İkinci strateji sendikalar, sosyal kulüpler, hükümet komiteleri veya komşuluk örgütleri gibi yollarla, daha ziyade bir ilişki kurma mantığı üzerinden hareketle demokratik toplumsal etiğin geliştirilebileceği fikridir. Üçüncü strateji ve muhtemelen Addams’ın en sıra dışı fikirlerinden biri de ”hafıza”nın keşfiyle ilgilidir. İlginç bir biçimde Addams burada özellikle kadın hafızasını örnek olarak ele alır. Mesele aslında kadının hafizası değil, tam da kadının bu hafızasıyla bir şeyleri anlamaya çalışmak meselesidir. Konuyu biraz daha detaylandırmak için aşağıda yine Ritzer’in aktarımıyla uzun bir alıntıyı paylaşıyoruz. Şu halde:
“Addams, Kadınların Hafızalarının Uzun Yolu'nda (The Long Road of Woman’s Memory) (1916), hafızanın iki farklı ancak çoğu kez birbirini tamamlayıcı biçimde kullanıldığını ileri sürerek kadınların hafızalarının veya bireysel öznelliğin, toplumsal değişim ile bağlantısını kurar: “birey için yaşamı yorumlama ve yatıştırma”ya yönelik ve “toplumsal yeniden düzenleme içinde seçici bir faillik” olarak... İnsanlar çoğu kez, kendi yaşamlarının olaylarını, onları göreneklere karşı tepki göstermeye veya tarihsel değişim içindeki rollerini yeniden yorumlamaya yönelten biçimlerde hatırlar böylece kendi bağıntılılıklarını tecrübe ederler. Kadınların Hafızalarının Uzun Yolu, Addams’ın en ikna edici vaka tarihçelerinin bazılarını kapsar. Addams, bu tarihçeler yoluyla hafızanın, insanların, yaşamlarını şekillendiren büyük kişisel olmayan güçlerle tekrar birlik içinde bulunmalarının aracı olan bir tür bilinç-yükseltici olabileceğini ve bu yeniden birlik içinde bulunmanın toplumsal değişimin yolunu açtığını ileri sürer (Ritzer, 2013: 314-315).
Buradan hareketle Addams’ı yeniden yorumlayacak olursak onun hafıza vurgusunun bir çeşit “fikri takip” yapmayla eşdeğer bir anlama sahip olduğunu söylemek mümkündür. Fikri takip yapmakla insanlar toplumsal olayların seyrinin ve toplumun gidişatının nereye doğru evrildiğini ve bunun nedenlerine dair bir bakış açısı kazanabilirler.
Addams özellikle kadınların yaşadığı şeylerin onların hafızasında son derece kalıcı etkiler bıraktığını ve aslında tam da bu hafızadan çıkarsanabileck bilgece bir şeyler olduğunu düşünür (Addams, 1916: 30) Ancak bu tarz bir düşüncenin sosyolojik anlamı Addams’ın kadın hafızasını toplumsal imgelemin işlevsel-analitik bir dokümanı olarak kullanmaya çalışmasıdır diyebiliriz. Başka bir ifadeyle Addams için kadın hafızası ile toplumsal yaşam aynı şeydir. Böylece şimdi ile geçmiş arasında bağlantılar kurmayla içinde bulunulan toplumsal durumumuzu daha iyi anlamak mümkündür. Hani bazı gizemli masalları anlatarak bize aslında bir fikir vermeye çalışan, yine gizemli ve bir o kadar da gerçek öyküler anlatan ihtiyar, kahin tipli kadınlar vardır ya, Addams tam da böyle bir hafızaya işaret eder. Muhtemelen böylesi bir tarihçe anlayışı daha çok sözlü kültür yoluyla şekillenen toplumsal tarihin bir çözümlenmesini sunmaktadır.
Çıkarsayabileceğimiz sonuca göre Jane Addams bize şunu demek ister: Demokrasinin dışarıdan değil, ancak kendi karşılıklı ilişkilerimizin ürünü olarak gelişebileceğini; toplumsal yaşamın soyut bir yapı değil, herkesi canlı bir biçimde kuşatan ve etkileyen hayat hikayelerinden oluşan tarihçelerle dolu olduğunu; hafızanın kişisel değil, toplumsal düzeyde işlediğini; herkesin kendi üzerine sorumluluk almasıyla toplumun refah ve huzurunun tesisinde görev almaları gerektiğini ve sosyologların rolünün de toplumsal problemlerin saptanmasında gereken bilgilerin ve olguların organize edilmesi, derlenip analiz edilmesi ve çözüme kavuşturulması noktasında sosyo-politik kurum ve dinamiklerin harekete geçmesini sağlamak olmalıdır.
Yazan: Hamit Ölçer, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, Doktora Öğrencisi
KAYNAKÇA
Ritzer, G. (2013). Klasik Sosyoloji Kuramları (H. Hülür, Çev.). Ankara: De Ki Yayınları.
Addams, J. (1916). The Long Road of Woman’s Memory. New York: The MacMillan Company.
Jane Addams (2023). Wikipedia. https://tr.wikipedia.org/wiki/Jane_Addams. Erişim tarihi: 27.03.2023.
Sosyoloji07 Haziran 2024 12:47