Prof. Dr. Harun Tepe ile İnsan Hakları
1- İnsan hakları ile özgürlük arasındaki ilişkiye değinir misiniz?
“İnsan hakları” deyince herkesin aynı şeyi düşünmemesi, insan haklarından farklı şeyleri anlaması gibi, özgürlük denilince de farklı şeyler anlaşılmaktadır. Özgürlükten genellikle anlaşılan ise serbestlik, engellenmeme, yapılmak istenin önünde herhangi engelin olmamasıdır. Ama bu her türlü özgürlük için geçerli değildir. Bu nedenle bu özgürlük anlayışı günümüzde büyük sorunlara yol açmaktadır. “Özgürlük Var mıdır?” sorusuna, özgürlükten neyin anlaşıldığı bilinmeden bir yanıt verilemeyeceği gibi, bunun kimin ya da neyin özgürlüğü, “nede özgürlük” olduğu ortaya konulmadan da “Özgürlük nedir?” sorusuna bir yanıt verilemez. Zira bir kişinin özgürlüğü ya da özgür bir kişinin nasıl bir kişi olduğunu söylemek başka bir şey; tür olarak insanın özgür olması başka bir şey; bir toplumun özgür olması ya da bir toplumda özgürlüğün olması başka şeydir[1].
Burada kişiye ve insan türüne ilişkin iki özgürlük anlayışını bir yana bırakarak-bu onların insan haklarıyla ilişkisi yoktur anlamına gelmez- burada kısaca insan hakları ile toplumsal özgürlük arasındaki ilişkiye değinmek istiyorum. Temel haklar ya da insan hakları tek tek insanlara ilişkin haklarıdır. Hakların taşıyıcısı tek tek insanlardır. Bu haklara sahip olmanın tek koşulu insan olmaktır. Örneğin genellikle “düşünce özgürlüğü” denen ama aslında “düşünceyi açıklama hakkı” olan temel hakkı ele alalım. Her insanın bilgi ve düşüncelerini, bunlar o toplumda egemen düşüncelere ne kadar aykırı olursa olsun, içinde bulunduğu toplumda açıklama hakkı vardır. Bu hak verilen bir şey değildir. Yaşama hakkı gibi insanlar yalnızca insan oldukları için bu hakka sahiptirler. Yaşama hakkı nasıl verilen bir hak değilse, düşünceyi açıklama hakkı da verilen bir hak değildir. Bu haklarını kullanmaları kimsenin iznine de bağlı değildir. Ama bu hak kullanıldığında bunu kullananların hayatları tehlikeye giriyorsa, işlerini kaybediyorlar, ülkelerini veya bölgelerini terk etmek durumunda kalıyorlarsa, o ülkede “düşünce özgürlüğü” yok demektir. Yoksa işini kaybetmeyi, ülkeyi terk etmeyi, hatta ölümü göze alırsa herkes her koşulda düşüncelerini açıklayabilir. Günümüzde genellikle yanlış bir biçimde “düşünce özgürlüğü” olarak dile getirilen, “düşünceyi açıklama hakkı”nın taşıyıcısı tek tek kişilerdir. Kısaca haklar tek tek insanlarla ilgilidir. Ama burada konuştuğumuz özgürlüğün taşıyıcısı toplumlardır, ülkelerdir. Bir ülkede veya bölgede insanlar düşüncelerini veya bilgilerini ortaya koyduklarında kendi hayatlarını etkileyecek bir tehditle karşılaşmıyorlarsa, o ülkede düşünce özgürlüğü var demektir. Bunun tersine insanlar düşüncelerini açıkladıklarında sorun yaşıyorlar, işlerini, prestijlerini hatta hayatlarını kaybetme tehlikesi yaşıyorlarsa o ülkede düşünce özgürlüğü yok demektir. Kısaca yaşama hakkı, dokunulmazlıklar, düşüncelerini açıklama hakkı gibi haklar söz konusu olduğunda, bu hakların korunduğu yerde özgürlükler vardır; haklar ve özgürlükler aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Haklar bir ülkede güvence altına alınmışsa, orada özgürlükler var demektir.
2. İnsan hakları ihlallerinin önlenmesinde aile eğitiminin önemi nedir?
İnsan haklarının önlenmesiyle ailede alınan eğitim arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Ama insan haklarının etik ilkeler olduğu düşünülürse, ailede etik ilişkiler egemense ya da kişiler, ilişkilerinde etik değerlere uygun davranan bir ailede büyüdüyse, o kişinin etik eylemde bulunma, sonuçta da insan haklarını koruma ihtimali yüksek olacaktır. Ama kişi kendisi etik eylemde bulunacak bilgisel donanıma sahip değilse, onun etik eylemde bulunması da insan haklarını ihlal etmemesi de rastlantısal olacaktır. İnsan hakları ihlallerinin önlenmesi için, kişilerin öncelikle insan hakları normlarının etik ilkeler olduğunu görmeleri, daha sonra etik eylemde bulunmak için gereken değer bilgisine -değerlere ilişkin bilgiye ve doğru değerlendirme yapabilmek için gereken bilgiye- sahip olmaları, bu bilgiyle etik eylemde bulunabilmeleri gerekmektedir. Kısaca insan hakları ihlallerinin önlenmesi için aile eğitiminden ziyade -kuşkusuz aile eğitiminin de bu tür bir eğitim olması mümkündür- amaca uygun bir etik eğitimine ihtiyaç vardır.
Aile eğitimiyle insan hakları arasındaki ilişkiyi sorguladığımız bir önceki soruya verilen yanıta benzer biçimde, eğitim sisteminin insan hakları ihlallerinin önlenmesiyle doğrudan bir ilişkisi yoktur, Aslında eğitim sistemiyle neyin kast edildiği, ne gibi eğitim sistemlerinin olduğu da açık değildir. Sorular eğitim sistemleri mi eğitim kuramları mıdır? “Eğitimin amacı nedir?” sorusuna yanıt veren kuramlar farklı, “Hangi tür eğitimle bu amaçlara ulaşılabilir?” sorusu farklıdır. Birincisi daha felsefeyle, eğitim felsefesiyle ilgili bir soru iken ikincisi daha çok uygulamaya dönük bir sorudur. Burada bizi ilgilendiren ilk sorudur.
İnsan haklarının korunmasını amaçlayan bir eğitimle insan hakları ihlalleri azaltılabilir. Bu eğitimse temelde bir etik eğitimidir. İnsanının değerini korumayı, her kişiye yalnızca insan olduğu için insanın değerine uygun bir biçimde davranılması gerektiğini öğretmeyi amaçlayan bir eğitimdir. Her türlü ayrımcılıkla mücadele eden, her kişinin saygıyı hak ettiğini, diğer özellikleri ne olursa olsun her kişinin saygın olduğunu öğretmeyi amaçlayan bir eğitimdir bu. Günümüz koşullarında ırkçılık, dinsel bağnazlık gibi ayrımcılıkların nasıl insan onuruna zarar verdiğini gösteren, farklılıklara tolerans gösterilmesi gerektiğini, bu olmadığında insanlığı ne gibi felaketlerin beklediğini ortaya koyan bir eğitimdir bu. Kısaca eğitimin etik olması ya da etik temellere dayalı olması günümüzün ayrımcılık, ırkçılık, kadına şiddet gibi pek çok sorunun tek ilacıdır. Kadın ve erkek arasında değer farkı olmadığı gösterilmeden, görülmeden kadınlara ilişkin ayrımcılıklar, bu arada kadına şiddet önlenemez. İnsanlar arasında bir değer farkının olmadığı, her insan tekinin saygıyı hak ettiği görülmeden ayrımcılık ve ırkçılık önlemez. Bunlar da ancak etik değerlere dayanan bir etik eğitimi başarabilir.
[1] Bu konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için İoanna Kuçuradi’nin Uludağ Konuşmaları kitabındaki “Özgürlük ve Kavramları” yazısı okunabilir.