Ana başlığı Öz Terapi, alt başlığı İçsel Bir Kazı olan Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak’ın tür olarak öz yaşam sayılabileceği gibi anı ya da her parçası uzun uzun yazılmış günlük de sayılabilecek 600 sayfalık çalışmasının iki yıl içinde beş baskı yapması, sanırım yazarını da şaşırtmıştır. Nobel Kültür yayını bu “içsel bir kazı”ya birçok yanıyla roman, kimi bölümleriyle de öykü, şiir, makale, deneme, eleştiri denebilir.
Ülkemizin PDR (Psikolojik Danışma ve Rehberlik) alanında tanınmış akademisyeni Binnur Yeşilyaprak, çalıştığı Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden emekli olduğunda yazmayı tasarladığı öz yaşamını ancak üç yıl sonra, o da 2020 başlarında başlayan korona salgını nedeniyle evlerimize kapanmak zorunda kaldığımızda kaleme almaya başlar. Çünkü hem emekli olsa da yurt içine-yurt dışına yaptığı ve hız kesmeyen mesleksel koşuşturmalar hem de girişeceği “içsel kazı”nın öyle ha deyince üstesinden gelinebilecek işlerden olmadığının bilincinde olduğu içindir, üç yıllık gecikme.
2020 ortalarında başlayıp yazılması yedi ay, yayımlatıp yayımlatmama kararı birkaç ay süren Öz Terapi’nin ilk basımı Ağustos 2021’dir. Aralık 2023’te 5. baskısı yapılan bu çok ‘tür’lü, çok olaylı ve çok sayfalı (600) çalışmasında bir insanın içinde barındırabileceği her tür duygunun bir uçtan öbür uca dek her aşamasını en ince ayrıntısına dek yaşayan Yeşilyaprak, birçok meslek kitabının, makalenin de yazarıdır ama hiçbirinde Öz Terapi’nin yazımında çektiği güçlükleri, zorlukları yaşadığını sanmam. Bunun nedenini kendisi söylüyor başlarda: Yapacağı iş, “kendisine karşı bir meydan okuma” olacaktır. Okur, bu “meydan okuma”nın da içi boş bir kahramanlık gösterisi olmadığını ilk sayfalardan itibaren görmeye başlar.
Yaşamöyküleri, anılar, günlükler, çok sıkı “okur” olmayan okurların da ilgisini çeken, çok okunan türlerdendir. Ama onların da çoğu, ortalama bir kitap boyutundadır, 200 ile 300 sayfa arası. Yeşilyaprak’ın Öz Terapi’si boyutunda olanların bu denli ilgi görmesi, okunması, az rastlanır durumlardandır. Sıradan yaşamlara göre çok da sert, inişli çıkışlı bölümleri yoğun gibi görünmeyen; ama söz konusu yaşam, psikoloji alanının iyi yetişmiş bir bireyine, “hoca”sına ait olduğunda neredeyse her ânı sertlikler, keskinlikler ve kırılganlıklarla ve bir o denli de onarımlar, sağaltımlarla dolu; dolayısıyla yazıya dökülmesi “meydan okuma”yı gerektiren zorlu bir işe dönüşür. Bir çırpıda yazıya dönüşüveren yaşantı ve anıların az, ama birçok aşaması evdeki terapi koltuğunda gerilim oranı yüksek iç konuşmalarla, hıçkırıklı ağlama nöbetleriyle geçen aşamaları çok olan yaşantı ve anıların dolu olduğu bir kitapla baş edebilmek, gerçekten bir “meydan okuma”dır.
Bu ve birkaçına birazdan değineceğim özelliklerinden ötürü örneklerini en çok okuduğumu sandığım yerli-yabancı birçok yazarın yaşamöyküsünden, anılarından bu ölçüde etkilendiğimi anımsamıyorum. Okurken kendimi sık sık bir yüksek gerilim hattının altından geçer durumda buldum. Tepemdeki tellerden çıkan seslerle akıma kapılmış gibi titrediğim oldu ikide bir. Sonrasında yumuşama, bir gerilimi daha hasarsız atlatmanın mutluluğuyla, yer yer gülmeceyle, yer yer buruk sevinçlerle süregiden bir okuma süreci…
Yeşilyaprak’ın alanına egemen bir bilim insanı yetkinliği ve güveniyle gerilimlere neden olan her türlü çatışmanın ardından sağladığı “empati kurma” ve “uzlaşma”dan dolayı okuduklarımın içinde böylesine huzur veren, öğreten, merak uyandıran yaşamöyküsü örneği de anımsamıyorum. Çocukluğundan bu yana “feleğin çemberinden geçmiş” yazarın çemberdeki her dalgalanmayı o dalgalanmanın yaşandığı anda o denli derinlemesine yaşamadığı açık. Çünkü o zaman henüz “psikolojik danışman” değildir. Ancak şimdi onların her birini acıları ve sevinçleriyle iliklerine dek yaşıyor, çünkü artık akademik eğitimlerle birlikte Freud’lardan varoluşçu yaklaşımcılara, Kafka’lardan bilişsel davranışçılara, Dostoyevski’lerden Gestalt’ın boş sandalye tekniğine dek alanın sayısız kaynağından beslenip olanaksız olsa da içindeki 88 tuşlu piyanonun her tuşuna dokunmaya çalışan bir Binnur vardır. Ayrıca böyle bütünlüklü bir kişiliğin daha arka planında örneğin bebek sayılacak yaşta yaşadığı deprem travması, önemli karar süreçlerinde hemen devreye giren annesinin “kara kaplı defter”iyle sık sık hizaya sokulması, 9-10 yaşlarındayken ablasından dinlediği bir genç kızın intihar görüntüsü, ortaokuldayken kadın matematik öğretmeninden işittiği “çırpı bacaklı kız” azarı, babasının annesine ihanetine ilişkin tanıklıklar, ablasının eğitiminde bir aksama yaşanmaması için kendi hedeflerini ertelemesi gibi yetişkinlik döneminin kritik belirleyicileri, şimdi içi kazına kazına şu kitabını yazarken izlediğimiz Binnur… Yetmez, daha derinlerdeki arka planlar da az değildir. Örneğin annesini erken yaşta yitiren, bu yüzden küçük yaşta büyük yüklerin üstesinden gelmeye çalışan bir büyükanneden devralınan soyaçekim kodları ve kültürel kodlar…
İnsan olmak, nasıl güç ve zevkli bir süreç... Ama en ince ayrıntısına dek ayrımında olunan bir yaşamla, kitaplarla, müzikle, bilimin ve sanatın türlü renkleriyle iliklerine dek işlenmiş bir insan olmak… Hem güç hem zevkli bir iş. Yeşilyaprak gibi akademisyenseniz öğrencilerinizle, kadınsanız karşı cinsle, evlatsanız anne-babayla, kardeşseniz büyüğünüzle, ablaysanız küçüğünüzle… Bu, herkes için geçerli bir hiyerarşi diyalektiğidir elbette ama dışavurumlarının herkeste aynı olmadığını, olmayacağını, Öz Terapi yolculuğunda daha çok anlıyorsunuz. Çünkü ilişki süreçlerini “suçlama”dan “empati kurma”ya, oradan da “uzlaşma”ya evirmek, söylendiği kadar herkes için kolay bir davranış biçimi olsaydı ne bireysel anlaşmazlıklar ve çatışmalar kalırdı yaşamda ne de toplumsal ve dünyasal. Öte yandan “olma/olgunlaşma” evresini hâlâ tamamlayamamış, sürekliliği olan evrim yasasından ötürü de hiçbir zaman tamamlayamayacak varlıklarız sonuçta. Bu noktada Yeşilyaprak diyor ki, yaşam denen oyunun tadını çıkarmak istiyorsanız yeterince özgür olmak, yeterince sorumlu davranmak, yeterince sevmek/sevilmek, yeterince doğal kalmak zorunludur. Ötesi yaşamın yükü, çilesidir.
Aile bireylerinden arkadaşlara, meslek alanındaki iş ortaklarından akademi dünyasına dek beklenmedik sorunlar ve gerilimler yumağının yarattığı içeriğin ağırlığına karşın dilde, anlatımda yalınlığı, doğallığı, üslup rahatlığını yakalamasını başaran bir yazarsanız kitabınız tuğla kalınlığında da olsa okur için sorun olmaktan çıkar. Bu özelliğinden ötürü “Öz Terapi”, aynı zamanda özellikle psikolojik danışmanlık alanının öğrencileri, öğretmenleri, sürekli “insan” olma çabasındaki herkes için iyi bir ders kitabıdır da.
Bir de…
Bittiğinde bitmeyen, ikide bir yeniden başlayan kitap örneği de çok değildir dünyamızda. Öz Terapi, o “çok olmayanlar”dan biri.
Haberiniz olsun.
N.M.
Amasya, Şubat 2024