Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
Araş. Gör. Dr. Ali Han Babuççu ile “Varoluşçuluk” Üzerine

Araş. Gör. Dr. Ali Han Babuççu ile “Varoluşçuluk” Üzerine

Felsefe-Mantık 22 Aralık 2023 17:41 - Okunma sayısı: 1.094

Araş. Gör. Dr. Ali Han Babuççu Hamit Ölçer

Araş. Gör. Dr. Ali Han Babuççu ile “Varoluşçuluk” Üzerine

Sayın Arş. Gör. Dr. Ali Han Babuççu kısaca kendinizden bahseder misiniz?

1989 yılında doğdum. Lisans eğitimimi Uludağ Üniversitesi felsefe bölümünde, 2013 yılında “Jorge Luis Borges’te Zaman ve Gerçeklik” adlı bitirme çalışmasıyla tamamladım. Yine aynı üniversitede 2016 yılında “Presokratiklerden Platon’a Antik Yunan’da Logos Kavramı” üzerine yazdığım tezle yüksek lisansımı tamamladım. Doktoramı ise “Nietzsche ve Erken Alman Romantiklerinde Sanat ve Edebi Form” başlıklı tez ile yine Uludağ Üniversitesi felsefe bölümünde tamamladım. 2015 yılından bu yana Uludağ Üniversitesi felsefe bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışmaktayım.

Lisans döneminde 2011-2012 yılları arasında Erasmus programı ile bir sene Polonya Wroclaw Üniversitesinde bulundum. Doktora çalışmam sırasında ise 2019-2020 yılları arasında Secondos bursu ile bir dönem Avusturya’da bulunan Leopold-Franzens-Universität Innsbruck’ta ve 2021-2022 yılları arasında ise Tubitak doktora sırası araştırma bursu ile bir sene Albert-Ludwigs-Universität Freiburg’ta Prof. Dr. Andreas Urs Sommer danışmanlığında Nietzsche felsefesi üzerine araştırmalarda bulundum. Çalışmalarım arasında Nietzsche felsefesi, erken dönem Alman romantikleri, Antik Yunan felsefesi, felsefe ve edebiyat ilişkisi gibi konular vardır.

Soru 1. “Varoluşçuluk” derken bundan tam olarak neyi anlıyoruz? Başka bir deyişle varoluşçuluğu savunan düşünürler bize neyi söylemeye çalışmaktadırlar? Bu konuda bize kısaca bilgi verebilir misiniz?

Varoluşçuluk’tan bahsettiğimizde, konuyla biraz ilgilenen herkesin hemen aklına gelen, artık klişe olmuş birtakım kalıplar vardır. Bu soru birisine sorulduğunda genelde bu kalıplarla cevap verilir. Buna göre teist ve ateist varoluşçular vardır. Nietzsche, Heidegger, Sartre gibi düşünürler ateist kanatta, Gabriel Marcel ve Kierkegaard gibi düşünürler ise teist kanatta yer alır. Hiç şüphesiz bu kalıplaşmış görüşte bir doğruluk payı vardır. Zaten bu görüşü dile getiren bizzat Sartre’ın kendisidir. Sartre ünlü “Varoluşçuluk” metninde bu ayrımı yapmış, Heidegger ile kendisini ateist kanatta yer alan varoluşçular olarak adlandırmıştır. Fakat yine de bu türden tasniflere dikkatle yaklaşmamız gerekir. Varoluşçuluğu ele alan metinler, Sokrates’ten Aziz Augustinus’a ve Pascal’a, Nietzsche ve Kierkegaard’dan Heidegger, Sartre ve Camus’ye kadar birçok filozofun yanı sıra Dostoyevski, Kafka, Rilke gibi birçok edebiyatçıyı da varoluşçuluk içerisinde değerlendirirler. Oysa bugün kitaplarda varoluşçu olarak adlandırılan bu filozofların birçoğu kendisini varoluşçu olarak adlandırmamıştır. Hatta içlerinden bazıları ısrarla içerisine hapsedilmeye çalışıldıkları bütün “izm”lerden kurtulmaya çalışmışlardır. Bu da sebepsiz değildir hiç şüphesiz. Bir düşünürü, bir filozofu ya da onun düşüncesini belirli bir “izm” çerçevesinde anlamlandırmaya çalışmak insana o düşünürü anlamakta kolaylık sağlasa da indirgemeci olma tehlikesini taşır. Düşüncenin zenginliğini, söz konusu kalıba uymayan farklılığını gözden kaçırmamıza neden olabilir. Bu varoluşçuluk için de geçerlidir. Dahası yukarıda andığım düşünürlerin neredeyse hiçbiri kendisini doğrudan varoluşçu olarak adlandırmamıştır. Sadece Sartre doğrudan kendisini varoluşçu olarak adlandırır. Gerçi Sartre bile ölümünden beş sene önce verdiği bir röportajda, bu sözcüğü kendisinin seçmediğini, kendisine getirip yamadıklarını söyler ve “bugün olsaydı kabul etmezdim” diye ekler. Bütün bunlardan bahsetmeyi oldukça önemli buluyorum çünkü söz konusu düşünürlerin hepsini tek potada eritmenin oldukça sakıncalı olduğunu düşünüyorum. Bütün bu düşünürler sokulmak istendikleri kalıplardan çok daha zengin düşüncelere sahip figürlerdir. Bunu belirtmekte fayda var.

Yine de bu düşünürlerin tek bir potada eritilmeye çalışılması tesadüf değildir. Bu çok değişik isimleri birbirine bağlayan bir bağdan söz etmek de mümkündür. Her şeyden evvel bu düşünürlerin temel ortak noktaları bireyi belirli kalıplar içerisinde anlama çabasında olan bütün düşüncelere meydan okumalarıdır. Felsefe tarihinde insanın belirli kalıplar içerisinde tanımlanmasına örneğin temelde onun rasyonel yönünün öne çıkarılmasına ve insanın sadece rasyonel bir varlık olarak anlaşılmasına itiraz ederler. Bu düşünürlerin her birisi kendi yordamınca bireyin deneyiminin biricikliğine dikkat çekmiş ve insanı anlama çabasının bu biriciklik çerçevesinde gerçekleşebileceğini dile getirmeye çalışmıştır. Onlar insanın dünya ile olan ilişkisine odaklanmışlar ve bu dünyada insan olarak varolmanın ne anlama geldiğini sorgulamışlardır.

Soru 2. Varoluşçu düşünürlerin ortaya koydukları fikirleri göz önünde bulundurduğunuzda, bu düşünürlerin ele aldıkları konular hakkındaki fikirlerini ana hatlarıyla özetleyebilir misiniz?

Varoluşçuluk, insanın varoluşunun herhangi bir öze dayanmadığı, insanın apriori bir öze yahut doğaya sahip olmadığı iddiasıyla, insanı evrensel açıklamalarla anlamaya ve anlatmaya çalışan kuramların karşısında yer almaktadır. Bu önemlidir çünkü bu düşünürler felsefe tarihinde genellikte karşımıza çıkan evrensel sistemlerin karşısında dururlar ve merkeze tek tek bireyleri, insanın tekilliğini koyarlar. Varoluşçu filozoflar insanı anlarken herhangi bir öze yahut verili doğaya başvurulamayacağı fikrini öne sürerek insanın anlaşılmasında öne çıkarılabilecek yegâne şeyin tek olarak bireyler olduğunu söylemek suretiyle insanın bu dünyadaki tekilliğine ve yalnızlığına vurgu yapmışlardır. Buna örnek olarak Dostoyevski’nin metinleri gösterilebilir. Dostoyevski’nin kendisi hiç şüphesiz kendisini varoluşçu olarak tanımlamamıştır. Ancak ele aldığı temalar varoluşçu olarak adlandırılan birçok düşünüre ilham olmasının yanında varoluşçu filozofların düşüncelerine yakınlık gösterir. ‘Yeraltından Notlar’ metninde romanın kahramanı insanın rasyonel bir varlık olarak daima kendi çıkarına hareket edeceği düşüncesini reddeder. O, insanın öngörülebilir bir madde, kendi tabiriyle bir ‘piyano tuşu’ olmadığını kanıtlamak için tamamen kendi zararına olan eylemlerde bulunabileceğini söyler. Dostoyevski romanlarında karşımıza çıkan hemen bütün karakterlerde bu özellik gözümüze çarpar. Karakterler devamlı kendilerinden beklenenin tam aksine davranırlar. Bile bile bütün hayatlarını mahvedecek kararlar alırlar. Bu hiç şüphesiz insanın öngörülemezliğini, önceden belirlenemezliğini okura gösterme amacı taşır. İnsanın değişmez, sabit, önceden belirlenmiş bir özü yoktur. Dolayısıyla bu düşünürlere göre insanın elinde ona bakarak yaşayabileceği bir kılavuz yoktur. Böylelikle bu düşünürler insana eylemlerinde mutlak bir sorumluluk yüklerler. İnsan devamlı olarak ‘oluşmaktadır’. Bu süreç hiçbir zaman sona ermez. Her kararımız, her eylemimiz bizi her an yeniden belirler. Bu da insana büyük bir sorumluluk yükler. Tabiri caizse insan anlamın olmadığı bir dünyada anlamı devamlı olarak kendisi yaratır. Tam da bu nedenle varoluşçu olarak adlandırılan hemen her düşünür, dünyayı anlamlandırma ve eylemde bulunma sırasında insanın bir kaygı, korku, saçmalık duygusu yaşadığına vurgu yapmaktadırlar.

İnsanın eylemlerinin mutlak sorumluluğunu taşıdığı ve bu sorumluluğun insanda kaygı, bulantı gibi duygular yarattığı varoluşçu olarak adlandırılan filozofların ortak temalarından birisidir. Bunun yanında herhangi bir düşünce okuluna ait olmamak, her tür inanç kümesini ve sistemi yetersiz görmek, bilgiçliği, sığlığı ve yaşamdan uzaklığı dolayısıyla geleneksel felsefeye karşı mesafeli tavır varoluşçuluğun ana temaları arasında sayılabilir.

Soru 3. Varoluşçu düşünme biçimini doğuran temel dinamikler nelerdir? Bize bu konuda bir fikir verebilir misiniz?

Geleneksel felsefenin bu dünyadaki nesnelerin ardında daha yetkin başka bir varlık olduğu varsayımı ve dünyayı töz, idea, tanrı gibi varlıklarla açıklaması, bütün bu açıklamalarda insanın ikinci planda kalmasına neden olduğundan, varoluşçu olarak adlandırılan filozofların ortak noktalarından birisi de bu tümel açıklamalara karşı çıkmaları ve bunların yerine bireye vurgu yapmalarıdır. Ancak bireye yapılan bu vurgu, doğrudan Descartesçı anlamda bir özne kavrayışı olarak düşünülmemelidir. Gerçekten de varoluşçu filozoflar, kendi bilgisinin kesinliğinden yola çıkarak fenomenleri de kesin bir biçimde bilme iddiasında olan ve insanın özünü rasyonel olarak belirleyen Descartesçı gelenekten farklı bir anlayışa sahiptir. Onlar en başta herhangi bir bilginin kesin ve değişmez olduğu iddiasını reddedecek, bireyin nesnelerle olan ilişkisinin her bir tek bireyin varoluşunda anlaşılabileceğini savunacak ve bu bağlamda kesinliğe ve eksiksizliğe karşı çıkacaklardır. Bireyi anlamak herhangi bir metafizik sistemin rasyonel ve tümdengelimsel akıl yürütmeleri yoluyla mümkün olamaz. Eylemleri ve seçimlerinin gerisinde –en azından ateist varoluşçular için- aşkın hiçbir kritere sahip olmayan insan bu dünyada yapayalnızdır ve hayatın anlamı konusunda hiçbir belirleyici güce sahip değildir. İnsanın varoluşu ve seçimleri konusunda, doğru hayatın yaşanması konusunda özcü yaklaşımların varsaydığı sabitelerin hiçbirisi yoktur. Bu durumun bilincinde olmaları nedeniyle varoluşçu filozofların hemen hepsinde, P. Foulquie’nin varoluş dramı olarak adlandırdığı bir takım sınır durumları ile karşılaşırız. Bu nedenle varoluşçu filozoflar metinlerinde sürekli olarak kuramsal bilgilerin yardımcı olamayacağı sınır durumları yaratırlar. Sınır durumları, hiçbir kuramla kuşatılamayacak olan durumlardır. İnsan bu durumlarla karşı karşıya kaldığında hiçbir kurala, öze, kılavuza dayanarak karar veremez. Kararı verebilecek olan yalnızca kendisidir. İşte bu sınır durumları insanda yıllardır mevcut olan, onlara göre yaşanan değerlerin temelsizliğini ve asılsızlığını ortaya çıkararak insana hiçbir verili öze dayanamayacağını gösterir. Bu durumda varoluşçu felsefenin alameti farikası olan kaygı, korku, iç sıkıntısı, bulantı gibi kavramların ortaya çıkmasına neden olur.

O halde varoluşçu filozofların tümdengelimsel açıklamaları reddetmeleri, bir insanı anlamaya çabalarken belirli bir özden yahut sistemden hareket etmeye karşı çıkmaları ve bu bağlamda eylemlerinin sorumluluğunu bireye yüklemeleri ve insanının sadece tekilliğinde anlaşılabileceğini düşünmeleri bakımından bazı ortaklıklara sahip oldukları su götürmezdir. Ancak tekrar vurgulayalım, bu temel temalara bakarak, bir okula ait olma fikrini reddeden bu filozofları tek bir şema içerisinde değerlendirmek hata olacaktır. Bu akımın içinde yer aldığı söylenen filozofların kendi bireysel felsefelerinden bağımsız olarak, onların hepsini kuşatıcı ve tek bir potada eritecek şekilde bir varoluşçuluk tanımı yapmak son derece zordur. Macintyre’ın da işaret ettiği üzere varoluşçu diye adlandırılan filozofların tümü tarafından paylaşılan tek bir ortak karakteristik bulamayız ve Kierkegaard’ın, Heidegger’in, Marcel’in, Sartre’ın düşüncelerini tek potada eritecek herhangi bir formülümüz yoktur.

Soru 4. Varoluşçuluk yaklaşımının günümüz dünyasındaki yansımaları ve etkileri hakkında ne söylemek istersiniz?

Şüphesiz günümüzde varoluşçuluk 1940’lı ve 50’li yıllarda sahip olduğu etki ve şöhrete sahip değildir. Hareketin tamamen sona erdiğini düşünen araştırmacılar da vardır. Bu kısmen doğrudur. Ancak varoluşçu düşünce hâlâ insanlar üzerinde etkili olmakta ve çeşitli disiplinler tarafından varoluşçu düşünürlerin görüşlerinden faydalanılmaktadır. Çeşitli sinema filmlerinde varoluşçu temaları gündeme gelir. Çeşitli edebiyat eserleri yine varoluşçu temalar üzerine kurulur. Bugün psikiyatri alanında da varoluşçu düşünürlerin görüşlerinden faydalanılmaktadır. Öyle ki ‘varoluşçu psikoterapi’ adında bir gelenek de vardır. Bu bakımdan diyebiliriz ki belki varoluşçuluk bir zamanlar sahip olduğu etki ve şöhrete artık sahip değildir ama söz konusu düşünürlerin ele aldığı konular insanın hemen her zaman ilgisini çeken ve onu meşgul eden sorular olduklarından, varoluşçu düşünürler her zaman okunması gereken düşünürler olarak kalmaya devam edeceklerdir.

Yorumlar (0)

SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Felsefe-Mantık
ÖLÜMSÜZLÜK FELSEFESİ

Felsefe-Mantık09 Kasım 2024 16:16

ÖLÜMSÜZLÜK FELSEFESİ

Çağdaş Felsefenin Üç Geleneği

Felsefe-Mantık15 Eylül 2024 22:38

Çağdaş Felsefenin Üç Geleneği

AHLAKIN GELECEĞİ ve GELECEĞİN DÜNYASINDA AHLAK

Felsefe-Mantık25 Mayıs 2024 19:09

AHLAKIN GELECEĞİ ve GELECEĞİN DÜNYASINDA AHLAK

EPİKTETOS’UN ÖZGÜRLÜK VE MUTLULUK ANLAYIŞI

Felsefe-Mantık07 Mayıs 2024 16:30

EPİKTETOS’UN ÖZGÜRLÜK VE MUTLULUK ANLAYIŞI

Philip Goff ve Marco J. Nathan Felsefelerinin Karşılaştırılması: Evrenin ve Yaşamın Bir Amacı Var mıdır?

Felsefe-Mantık14 Mart 2024 16:11

Philip Goff ve Marco J. Nathan Felsefelerinin Karşılaştırılması: Evrenin ve Yaşamın Bir Amacı Var mıdır?

Prof. Dr. Ogün Ürek ile Varoluşçuluk Üzerine: Jean Paul Sartre

Felsefe-Mantık12 Mart 2024 11:06

Prof. Dr. Ogün Ürek ile Varoluşçuluk Üzerine: Jean Paul Sartre

Prof. Dr. Harun Tepe ile İnsan Hakları Üzerine

Felsefe-Mantık17 Aralık 2023 21:57

Prof. Dr. Harun Tepe ile İnsan Hakları Üzerine

Albert Camus ve Yaşama Felsefesi

Felsefe-Mantık01 Aralık 2023 22:21

Albert Camus ve Yaşama Felsefesi

İnsan Yaşamının Riskten Arındırılması ve Makine-İnsan Savaşının Etik Analizi

Felsefe-Mantık29 Temmuz 2023 09:23

İnsan Yaşamının Riskten Arındırılması ve Makine-İnsan Savaşının Etik Analizi

Ekonomik İlişkilendirme Mantığının Gerekçesi: İnsanda Olmayan Bilinebilir mi?

Felsefe-Mantık05 Haziran 2023 09:36

Ekonomik İlişkilendirme Mantığının Gerekçesi: İnsanda Olmayan Bilinebilir mi?