Belleği ve Öfkeyi Diri Tutmak
Kapitalist sistem belleğimizi ve öfkemizi ufalayıp duruyor. Hamur kıvamına getirip istediği şekli veriyor. Tek başımıza kaldığımızda buna direnme olanakları fazlasıyla sınırlı. Onun usta ellerinden sakınmak kolay değil. Bizi biz yapan değerler hiçleştiriliyor, dönüştürülüyor, eğilip bükülüyor. Toza dönüştürülüp biblolar halinde dolaşıma sokuluyor. Bu biblo çeşitliliği elbette bir yanılsama. Bu küçük, sevimli metalar hep aynı kaderi yaşıyor. Neo-liberalizmin oyuncaklarına dönüştürülüyor.
Kimliğimizi ve bağımsızlığımızı korumanın, biricik kalabilmenin temel koşulu değerler erozyonuna karşı direnmek galiba. Şeyler arasında bir şey olmaktan sıyrılabilmenin temel koşulu bu olsa gerek. Her birimiz ürettiğimiz oranda yaşama bir renk, tat katıyoruz. İnsana, doğaya yabancılaşmadan ürettiğimiz her şey yaşamı zenginleştiriyor. Bir arada olabilmenin imkânlarını da genişletiyor. Bu özgürlüğü kıskançlıkla korumak oldukça önemli. Korunamadığı takdirde kimliğimiz, ürettiğimiz her şey serbest piyasanın ağına takılıyor, bir meta işlevi görüyor.
Her birimiz aynılaştırmanın kıskacındayız. Kapitalizm tek tip bir insan modeli istiyor. Sistemin kendisini sorgulamayan, bu çarpıklığa karşı eyleme geçmeyen edilgen bir birey. Hafızalarımız silinme ya da çarpıtılma tehlikesiyle karşı karşıya. Bir yandan belli tüketim kalıplarına mahkûm edilmeye çalışılırken bir yandan da bunun için insanlığa çektirilen çileler görünmez kılınmaya çalışılıyor. Bunun ideolojik aygıtları oluşturuluyor. Ana akım medya gerçeğin çarpıtılması üzerine kurulu örneğin. Var olana değil anlatılana inanmamız isteniyor. Bize verilen eğitim eleştirelliği örtbas ediyor. Politikacılar bize biçilen alanda oynamamız için bizi oyalıyor. Bir yandan da bizi temsil ettikleri iddiasında bulunuyor. Aydın olarak pazarlanan birileri umutsuzluğu ve her şeyin bitişini vaaz ediyor. Dayanışma, bölüşme, paylaşma eskinin masalları olarak aşağılanmaya maruz kalıyor. Sorgulayan bakışımız ele geçirilemiyorsa bu sefer korkutulmaya çalışılıyoruz. Birey olarak bu basınca direnmek oldukça zor. Burada bir arada oluş değer kazanıyor.
Bombardımanına maruz kaldığımız bilgi uçuculuk taşıyor, bizde iz bırakmadan yenileri servise çıkıyor. Bir bilgi yığını üzerimize boca ediliyor. Durup düşünmemize, neden sonuç ilişkileri kurmamıza zaman tanınmıyor. Çarklar dönüp duruyor. Bir bellek doluluğu yaşıyoruz, bu yükü tek başımıza taşıyamayacağımız için umursamazlığa meyledebiliyoruz. Belleğimiz çöp yığınına dönüştürülüp hiçleştirilmeye çalışılıyor. Asıl olan unutturuluyor, gölgelerle baş başa kalıyor ve bunlarla oyalanmaya zorlanıyoruz.
Sistem içinde kaybolmamanın, direnmenin önemli bir uğrağı örgütlü belleği diri tutmak olsa gerek. Asıl olanı kavrayabilmek için bu olmazsa olmaz bir şart gibi. Bir yığın halinde üzerimize sürülen bilgi yığınını süzgeçten geçirip gerçeğin bilgisine ulaşmaya çalışarak korunmanın yolu örgütlü bellek. Tek başımıza ayakta direnebilmek oldukça zor. Sendikalar, dernekler, vakıflar… Kendimizi korumanın, dayanışmanın ve sanal gerçeklerden arınmanın yollarını sunabilir bize. Belleğimizi korumanın, insan kalabilmenin, ufalanıp hiçleştirilmeye direnmenin yollarını birlikte öğrenebiliriz. Birey kalabilmek için de gerekli bu dayanışma. Kendi kararlarını kendisi veren, dayatmalara aldırmayan, bağımsızlığına ve özgürlüğüne düşkün birey bugünü yaşanabilir kıldığı gibi aynı zamanda gelecek nesillere de nefes alacakları bir gelenek bırakacaktır.
O kadar yoğun bir haber, bilgi yığınına maruz kalıyoruz ki bir süre sonra hiç unutulmaması gerekenler de silikleşiyor belleğimizde. Son yaşadığımız büyük depremi düşünelim. Canı yananlar, bir yandan hayatta kalma, ayakları üzerinde durma mücadelesi verirken bir yandan da unutulmanın acısını yaşıyor. Öfkelerini nereye yönelteceklerini bilemez haldeler, derin bir hayal kırıklığı içindeler. Bu durumun sorumluları kim, kimler hesap vermeli soruları bir süre sonra umursamazlığa bırakıyor kendini. Kendini çaresiz hisseden birey kabullenişe savruluyor. Yaşanan o büyük dayanışmadan geriye “kadermiş” anlayışı kalıyor.
Örgütlü varoluş aynı zamanda öfkeyi korumanın ve doğru yerlere yöneltmenin de imkânlarını sunuyor. Bu sayede kafa rahatlığımızı sağlamak, iç huzurunu yakalamak ve vicdanlarımızı korumak için çözüme katkı sunulabilir. Öfke genelde olumsuz bir çağrışım yapar. Ancak sorunun kaynağına yöneltildiğinde ön açıcı da olabilir. Asıl olan öfkemizi terbiye etmek sanki. Ölçülü olmak. Yönünü ve amacını doğru belirlemek. Bu terbiyeyi de demokratik kitle örgütlerinin mücadele deneyimlerinden öğrenebiliriz. Kolektif bellekten. Değiştirme, daha insani kılma eylemi somut kazanımlara böylece kavuşma olasılığını arttırır. Dayatılan koşullara teslim olmayarak varlığımızı daha anlamlı hale getirebiliriz. Öfke, bu psikolojik yük, paylaşıldığı oranda hafifleyecek ve kabul edilebilir sınırlarını bulacaktır.
Belleği ve öfkeyi diri tutmak aynı zamanda bir değiştirme iradesi göstermek de demektir. İçinde yaşadığımız adil olmayan koşullar, bizi sarıp sarmalayıp hareketsiz bırakmaya çalışsa da bir çıkış yolu bulunabilir. Kolektif belleğimiz bize kılavuzluk edip hareket alanımızı genişletebilir. Biraz daha rahat nefes alabiliriz. Korkularla baş etmenin, sinmemenin, silikleşmemenin, yaşam koşullarına karşı dirençli olmanın yolu dayanışma ve paylaşmadan geçiyor.
Bazen yaşam mücadelemize hüzün karışabilir. Bazen umut ederiz, ama kötümserlik taşırız bir yandan. İnsani duygular bunlar. Bir araya gelerek, bölüşüp paylaşarak, acılarımızı ve sevinçlerimizi daha anlamlı hale getirebiliriz. Yeter ki kozamızdan çıkalım, kolektif irademizi sahiplenelim. Belleğimizi ve öfkemizi yerli yerinde tutalım. Kıymetini bilip uyanık olalım. Güneşin sofrasında hepimize yer var. Yeter ki dayanışma içinde olalım.