TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ ÜZERİNE DR. ÖĞRT. ÜYESİ EYLEM YENİSOY İLE SÖYLEŞİ
Uğur Özeren:Sayın Eylem Yenisoy Şahin, kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Eylem Yenisoy Şahin:Felsefe Lisansımı Hacettepe Üniversitesi’nde, lisansüstü eğitimimi ise ODTÜ’de tamamladım. 4 yıldır Bursa Uludağ Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde çalışıyorum. Lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde epistemoloji ve feminist felsefe dersleri veriyorum. Şafak ve Deniz adında iki çocuğum var. Ben kimim: Bir akademisyenim, anneyim, kadınım. Akademik çalışmalar yapıyorum, ders veriyorum, çocuk büyütüyorum ve en önemlisi kendim olmaya, kendim kalmaya çalışıyorum.
Uğur Özeren:Toplumsal cinsiyet sizce nedir? Ülkemizde Toplumsal cinsiyet nasıl tanımlanıyor?
Eylem Yenisoy Şahin:Toplumsal cinsiyet toplum tarafından bireylere atanan cinsiyet ve cinsiyet rollerine işaret eder. Buna göre kadın belirli kalıplar içinde davranmalı, toplumun kendinden beklediği rolleri ve sorumlulukları yerine getirmelidir. Bu erkek için de geçerlidir. Ülkemizde annelik kutsal meslek olarak görülmekte, kadından öncelikle evinin kadını olması beklenmektedir. “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.” sözü bu beklentilerin özetidir. Ülkemiz kadınlarının durumu, maalesef azınlıkta kalan ayrıcalıklı kadınlar haricinde, bundan pek de farklı değildir. Üstelik kadınların kendi bedenleri ve yaşamları üzerinde tasarruf hakkı olduğunu, “namus!” bekçisine lüzum olmadığını kabul eden çok küçük bir azınlık ancak bulabilirsiniz. Öte yandan erkekler de evi geçindirme yükümlülüğü, namus bekçiliği derken hayatı kendilerine de kadınlara da dar etmeye devam etmektedir.
Uğur Özeren:Ülkemizde bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği hali söz konusu bu soruna nasıl bir çözüm önerirsiniz? Toplumsal Cinsiyet eşitsizliğinin sonuçları neler olur?
Eylem Yenisoy Şahin:Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çözümü bana kalırsa ancak topyekûn bir zihniyet ve toplumsal sistem değişimi ile mümkün olabilir. Çünkü toplum dinamiklerinde ya da bireysel düşünme kalıplarında bu eşitsizliği beslemeyen bir damar bulmak zordur. “Çözüm” ancak bu olabilir ama “durum iyileştirmeleri” de önemli. Osmanlı Döneminden bu yana feminist mücadele çok büyük kazanımlar elde etti. Yakın tarihte “İstanbul Sözleşmesi” çok önemli bir kazanımdı, ama o da erkek aklın ve erkek politik kaygıların işbirliğiyle fes edildi. Daha bilinçli olduğunu söyleyebileceğimiz bazı kadın ve erkeklerde dahi hala eşitsizliği besleyen önyargılar var. Dolayısıyla her an geri düşmeler söz konusu olabiliyor. Sonuç ortada aslında: Dilediği gibi yaşayamayan, giyinemeyen, seyahat edemeyen, eğitim alamayan, kendini sürekli olarak nereden geleceği belli olmayan bir tehdit altında hisseden ve tüm bu nedenlerle kendini gerçekleştiremeyen kadınlar. Sonuçta kaybeden yalnızca kadınlar değil toplum da oluyor. Çünkü toplumun yarısı –henüz neler gerçekleştirebileceğini bile bilmediğimiz yarısı– atıl ve ikincil durumda. Geri kalmışlıktan da bir türlü kurtulamıyoruz.
Uğur Özeren:Toplumsal Cinsiyet eşitliği sağlanması için Kurum ve kuruluşların üzerine düşen görevler nelerdir?
Eylem Yenisoy Şahin:Öncelikle yasamanın cinsiyetleri eşit gören ve cinsiyeti nedeniyle ayrımcılığa uğrayanları koruyan yasaları iptal etmemesi, daha güçlülerini çıkarması gerekiyor. Kurumların görevlerini bu yasalara uygun yerine getirmesi, cinsiyeti nedeniyle eziyet görenleri ve öldürülme tehlikesi altında olan kadınları “gerçekten” koruyabilmesi gerekiyor. Yargının da, tecavüzcülere iyi hal indirimi uygulamayı bırakıp, bu gerekleri yerine getirmeyen kamu görevlilerine yaptırım uygulaması gerekiyor.
Yapılması gereken çok şey var elbette: Örneğin, özel sektörde çoğu yerde hala kadına düşük ücret uygulaması devam etmektedir. Bunun da ilgili ve yetkili kurumlarca önlenmesi gerekiyor. Bu uygulama kadının çalışması karşısında aldığı ücreti geçim ücreti olarak değil, yalnızca “ev bütçesine katkı” olarak gören eril tahakkümün bir uzantısıdır.
Ayrıca kadınların okumasını ve çalışmasını yani kendini var etmesini, gerçekleştirmesini istiyorsak, kreş ve bakım-evi hizmetinin devlet kurumları tarafından en iyi ve en uygun şekilde verilmesi gerekiyor. Aslında yasalarımız bunu da kurumların görevi olarak tanımlıyor ama bir türlü hakkıyla uygulamaya geçirilemiyor. Kısaca toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin azaltılması için kurumların “eril ikiyüzlülükten” bir an önce kurtulması gerekiyor.
Uğur Özeren:Toplumsal Cinsiyet eşitliği sağlanması için nasıl projeler hazırlandı ve hazırlanıyor? Biraz bahsedebilir misiniz?
Eylem Yenisoy Şahin:Proje pratiklerinin içinde olmadığım için bu soruya vereceğim cevap eksik kalacak. Ancak görebildiğim kadarıyla en değerli çabalardan bir tanesi kadın cinayetlerini, katil gereken cezayı alana kadar takip eden, bunun için kamuoyu baskısı oluşturulmasını sağlayan “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu”. Kadın cinayetlerinin cinsiyete karşı işlenmiş suç olduğunun altının çizilmesi de önemli. Bunlar dışında “kadın dayanışma ağlarının” kurulması da çok değerli. Kadın deneyimlerinin ve kadın için gerekli ya da keyifli bilgi paylaşımlarının olduğu bir diğer önemli proje de “Feminist Bellek”. Kadınlar yazıyor, birlikte okuyor, tartışıyor, deneyimlerini paylaşıyor, birbirine omuz oluyor, umut oluyor.
“Proje” kelimesinin bana hatırlattığı başka bir şey daha var. Simone de Beauvoir, kadınlar önlerine (erkeklerin değil, patriyarkanın değil) kendi projelerini koymalı ve bunları gerçekleştirmeli diyor. Şu anki projelerimiz maalesef ki bu varoluş aşamasında değil, sadece bunun imkânı yaratılmaya çalışılıyor.
Uğur Özeren: Ülkemizdeki toplumsal cinsiyet eşitsizliği halini azaltmak ve ortadan kaldırmak için bu soruna nasıl bir çözüm önerirsiniz?
Eylem Yenisoy Şahin:Eğitim alanında gerçekçi bir reform sonuç veren bir şey olurdu. İlkokul yıllarından itibaren çocuklara ve gençlere yaşlarına uygun pedagojik yöntem ve sınırlarda cinsiyet, cinsellik, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi verilebilir. İnsanların yerleşik toplumsal cinsiyet rol ve kalıplarının kadir-i mutlak olmadığını, gökten zembille inmediğini, başka türlü de deneyimlenebildiğini ve çok daha önemlisi bunun yalnızca bireyleri bağlayan bir durum olduğunu anlamalarını sağlayacak geniş bir perspektifin mümkün en erken yaşta kazanması önemli. Bu belki cinsiyet eğitimi bile olmayabilir. Çocuklarımıza ve gençlerimize ötekilere, kendisine benzemeyenlere, kendisi gibi yaşamayanlara açık ve saygılı olmasını öğretecek bir programın ya da dersin eğitim programına eklenmesi dahi bu sorunun çözümünde etkili olacaktır. Eklemek gerekir ki, bu dersin ya da eğitimin etkili olabilmesi ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini “gerçekten” reddeden, ötekilere gerçekten açık liyakatli kişiler tarafından verilmesiyle mümkün olacaktır.
Bunun dışında eklemem gereken başka bir şey daha var: Kadının suç ortaklığı. Çocuklar daha ilk bebekliklerinden itibaren cinsiyetçi kodlamaya maruz kalıyorlar. Burada da sorumlulardan biri ve tekrar edeyim maalesef ki hala baş sorumlu anne. Anneler kız ve erkek çocuklarını ayrımcılık tohumları ekerek büyütmemeli. Sadece bunu başarırsak bile, çok büyük bir değişim olacağı kesin bana kalırsa.
Uğur Özeren: Kadına şiddet ülkemizde son dönemlerde artış kazanan bir durum, bu konu ile ilgili yapılan çalışmalar nelerdir? Yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Eylem Yenisoy Şahin:Kamu spotları yapılıyor; şiddet gören kadınların, çocukların ulaşabileceği acil arama hatları oluşturuluyor. Ama maalesef bunlar kadına yönelik şiddette bir azalış olmasıyla sonuçlanmıyor. Azalışa etki bakımından değil ama hakiki dayanışmanın örülmesi bakımından sivil inisiyatifler daha etkili. Bunun nedeni sivil oluşumların sorunu çok daha yürekten sahiplenmesi. Daha önce de andığım “Kadın Cinayetlerini Durduracağız” platformu bunun en iyi örneklerinden biri.
Ayrıca kamu kurumlarının çabasının yetersizliğin nedeni, durumu kavrayamamalarından kaynaklanmıyor ki biz bunu “şu şu eksiklikler giderilmeli” şeklinde öneriler yaparak düzeltmeye çalışalım. Eşitsizliği kabul eden bir yerde konumlandıkları için başarısız oluyorlar. Kadının erkekle eşit olmadığını kabul ettikten sonra, erkeğe kadın üzerinde bazı haklar tanıdıktan sonra, kadının eşini memnun etmek ya da eşine itaat etmek gibi görevi olduğunu söyledikten sonra, şiddeti durdurmanız imkânsızdır. Şiddeti durdurma çabanız da samimi değildir.
Uğur Özeren: Ekonomik özgürlük, cinsiyet eşitsizliğinde nasıl bir etki yapmaktadır? Çalışma hayatında cinsiyetçi ifadeleri ve cinsiyetçi kalıpları nasıl yıkabileceğimizi düşünüyorsunuz?
Eylem Yenisoy Şahin:Ekonomik özgürlük elbette kadının eşitsizliğe karşı direnmesinde önemli bir unsur. Ekonomik özgürlüğe sahip olmadığı için yıllarca uğradığı şiddete sessiz kalmak zorunda kalmış binlerce kadın var ülkemizde. Ancak çalışma hayatındaki kadının yaşamı da hiç kolay değil. İki katı eşitsizliğe maruz kalıyor bile diyebiliriz. Evli ve çocuklu çiftlerde bakım ve ev içi işler çalışıyor olmasına rağmen hala genel olarak kadında. Güya toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan kocalar eşlerine “yalnızca” yardım ederler. Müşterek sorumluluk altına girmezler. Durum bu olunca kadın iş yerine yenilenmeden, dinlenmeden gider. Ben yaklaşık 25 yıldır devlet kurumlarında çalışıyorum. Her iş kolu için söyleyemem ama büro işleri için rahatlıkla söyleyebilirim: İş yeri kadın için dinlenme, sosyalleşme yeridir. Yine tüm kadınlar için söyleyemem ama bu durumda kadının kendini işine vermesi, kendini geliştirmesi, hatta verimli olması da zordur. O, hep yorgundur, kafasında hep bitip tükenmeyen, sürekli tekrarlanan işleri nasıl organize edeceğine dair sorular vardır. Yani kadınlar daha az akıllı olduklarından değil, başka hiçbir cinsin taşıyamayacağı yükü omuzlarında taşıdıkları için daha az üretir. Kadınların nasıl üretken olabileceği ya kendi çabasıyla ya da şanslı koşulları nedeniyle üretebilen kadınlar sayesinde artık çok da tartışma konusu değildir.
Çalışma yaşamında kadınların erkeklere göre daha az kazandığı DİSK Araştırma Merkezi’nin 2020’de hazırladığı raporda açıkça görünüyor. Bireysel teşebbüslerde de erkek daha çok kazanıyor, işçi statüsünde de. Bugün dahi aynı işi yapıp daha az ücret alan kadın işçiler vardır. İşin daha vahim yanı bu durumun onlar için bile normal hale gelmiş olması: Erkekler kas gücü bakımından daha güçlü durumda olduğundan, işverenin işine daha fazla yaradığına göre elbette daha fazla ücret alabilir.
Başka bir örnek, üniversitelerdeki kadın akademik personel sayısı ve kadın rektör sayısı arasındaki tutarsızlık. Burada, kadınların bakım sorumlulukları nedeniyle kendini işine yeterince veremeyeceği ayrıca karar almada duygusal davranma ihtimali gibi bahanelerle yönetici pozisyonu için çok da uygun görülmediklerine tanık oluruz.
Çalışma hayatındaki tüm bu cinsiyet ayrımcılıklarına tek bir çözüm sunmak imkânsız. İyimser olmak için ise kadınların kendini var etme çabasına bakmak yeterli.
Uğur Özeren:Sayın Eylem Yenisoy Şahin, değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için hem Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi ailesi adına hem de okuyucularımız adına çok teşekkür ederiz.
Sosyoloji07 Haziran 2024 12:47