“Bizim Filistin”, Edward W. Said ve Uluslararası (Küresel) Toplum
Mete Çubukçu’nun kitabına “Bizim Filistin” adını vermesinin nedeni hiç kuşkusuz Cumhuriyet Türkiyesi’nin bütün toplumsal kesimleri ve insanlarının Filistin konusunda ortak bir duyarlılığa sahip olmalarıdır. Bu duyarlılık herkesin kendi ilkeleri ve öğretilerine göre kavramsallaştırılan bir hakkaniyet ve adalet arzusuna tekabül etmektedir.[1] Kitabına Friedrich Engels’in “başka halkları baskı altına alan bir halkın kendisi de özgür olamaz” sözüyle başlayan İsviçreli Walter Hollstein’ın Filistin Sorunu: Filistin Çatışmalarının Sosyal Tarihi’nde anlattıklarına bakılınca bu arzunun Türkiye’nin yanı sıra dünya genelinde de vicdanlı insanlar tarafından paylaşıldığı anlaşılabilmektedir. 1975 yılında Türkçeye çevrilmiş ve yayınlanmış bu kitabın Filistin ile İsrail arasındaki çatışmaları oturttuğu küresel toplum zemini bugünkünden pek de farklı görünmemektedir. Hollstein’ın kitabı, İsrail’in kuruluşunu mümkün kılan Siyonist tasarımın klasik sömürgecilikteki gibi yerli Arap Filistinlileri boyunduruk altına almayı bile kabul etmediğini, bütün Filistinlilerin Filistin’den kovulmalarını talep ettiğini belirtmektedir.[2] Hollstein, Yahudi olmak ile Siyonistliği birbirinden özenle ayırmaktadır. Ona göre Siyonizm modern bir ideoloji olup, aslında tarihsel bir arka plana sahip kutsal yurt (Sion) ve kutsal halk öğretisini içermektedir. Bu nedenle dünya Yahudileri arasında İsrail fikri kolaylıkla bir karşılık bulamamıştır.[3]
İsrail’in özgür ve tam bağımsız bir devlet niteliğinde resmi olarak ilan edildiği ve hemen bir gün sonra ilk Arap-İsrail Savaşı’nın başladığı 14 Mayıs 1948 tarihinde Edward W. Said 13 yaşındaydı. 20. yüzyılın muhtemelen en etkili küresel entelektüeli ve post-kolonyal çalışmaların Frantz Fanon ile birlikte en önemli iki esin kaynağından biri olan Said, hayat hikâyesini ve akademik mesaisini her zaman Filistin, Kudüs ve İslâmiyet’e (Doğu’ya) adayacaktı.[4] Ebeveynleri Filistinli Arap Hıristiyanı olup kendisi de Marksist ve aynı zamanda ateist olan Said’in İslâm üzerine bu denli eğilmesinin nedeni muhtemelen Filistinlilerin Müslüman oldukları için küresel toplum tarafından göz ardı ediliyor olmalarını fark etmesidir. Said sonraları Müslüman aydınlara ve toplumlara yeri geldikçe pasif, tembel ve çekingen davrandıkları için çok kızacaktır, ama onun için İslâm ve Müslümanlar –tıpkı bir dönem Fanon için olduğu gibi- çok saygıdeğer bir tarihin çağdaş dönemde haksızlığa uğrayan mağdurlarıydılar.[5] Said, Filistin sorunu üzerine yazdığı kitapta; Filistin ve İslâm’ın temsili, uluslararası liberal Batı’nın Filistin’e yaklaşımı, Siyonizm ve kurbanları ve Filistinli olma bilincine yer vermektedir. Onun Araplık ile İslâm’ı zaman zaman özdeşleştiriyor görünmesi ve Osmanlılar ve Cumhuriyet Türkiyesi’nden mağdurlar olarak pek bahsetmemesi eleştirilmeye değerdir, ama meselenin bir tarafında Siyonizmin, bir tarafında uluslararası liberal Batı’nın ve bir tarafında da Doğulu ve Müslüman insanların kendilerini temsil edemiyor oluşlarının bulunduğunu saptaması önemlidir.[6] Said’in başka zamanlar da tekrar ettiği en önemli vakıa insanın bugünü ve geleceğiyle ilgilidir. Uluslararası veya küresel toplum her zaman çifte standart davranmaktadır. Bu tabloyu izleyen dünyadaki hiçbir insan kendinden başkasına güvenebilmekle ilgili tutarlı bir tasarruf izleyememektedir. Aslında uluslararası toplum herhangi bir şekilde barış istememektedir. Onların bütün istedikleri, güçlünün haklı ve zayıfın da haksız olduğunu meşrulaştırabilecek ve kanıksatacak göstergeler ve söylemler icat etmektir. Said’e göre bu hem gerçek hem de gerçeğin arka planındaki gerçektir.[7]
Filistin halkıyla bağlantısı Gazze kentini resmi olarak yönetiyor olmak bakımından olan Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’de sivil insanları hedef alan saldırısının ardından İsrail de devlet seviyesinde ve hükümet olarak Filistinli sivilleri hedef alan çok kapsamlı bir savaş başlattı. Bu savaştan önce uluslararası psikolojik şartlar İsrail ile Filistin arasındaki karşıtlığın iki devletli bir modelle çözülebileceği seviyesine yakındı. Güçlü ve Filistin halkının bölgeden kovulmasını isteyen bazı İsrailliler ile zayıf ve bütün beklentisi İsrail ile Filistin kimliğini koruyarak barış içerisinde bir ilişki kurmak olan Filistinliler açısından bakıldığında bu kötü bir durum değildi. İsrail Başbakanı Benjamin Netenyahu bu hadiselerden önce İsrail içerisinde siyasal seviyede pozisyonunu koruyabilirken psikolojik olarak oldukça yıpranmış vaziyetteydi. Bu en iyi ünlü İsrailli tarihçi ve yazar Yuval Noah Harari’nin Netenyahu’ya ilişkin sözlerinden anlaşılabilir. Savaştan önce diktatörlük ve otoriterliği anlatırken kimi zaman Netenyahu’dan örnek veren Harari’nin CNN International’de Christiane Amanpour’un konuğu olarak son duruma dair yaptığı yorumlar artık Netenyahu karşıtı görünmemektedir. Artık Harari de İsrail ve Filistin arasında barışı çok zor gören bir izlenim vermektedir. Uluslararası (küresel) toplum ilk andan itibaren İsrail ve Filistin arasındaki barıştan başka bir gündeme sahipmiş gibi davranmaktadır. İsrail hükümetinin zaten mevcut olan haksızlıkları geçen bir haftalık zaman diliminde Gazze’deki bütün Filistinlilerin yaşam haklarını yok etmeye taşıyabilmesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Mesele artık İsrail-Filistin meselesi olmak kadar uluslararası (küresel) toplumun etkin ve yetkili insanlarının meselesidir.
Peki, bu gelişmeler ve İsrail-Filistin meselesi insanlara nasıl bir mesaj vermektedir? İki tarafın dışındaki insanlar bu olanlardan ne öğrenmektedirler? Filistinlilerin insan olma ve yaşama haklarını elde etmeleri ve İsrail vatandaşı olup da demokratik bir yaşam talebinde bulunan Yahudilerin özgür olabilmeleri nasıl mümkün olabilir? (Said, Filistinlileri düşünürken Yahudilerin haklarını her zaman gözetmeye özen göstermişti) Muhtemelen son sorunun en doğru cevabını Filistin’in Londra Büyükelçisi Husam Zomlot katıldığı BBC canlı yayınında verdi. Uluslararası hukukun tutarlı bir şekilde hem İsrail’e hem de Filistin’e uygulanması meselenin çözülebilmesi ve kalıcı bir barış için artık tek seçenek niteliğinde görünmektedir. Bununla birlikte uluslararası (küresel) toplumun etkin ve yetkili olmayan insanlarının aldığı mesaj ve öğrendikleri genel geçer vakıa, yaşanılan dünyada güçlü olmadan hiç kimsenin haklı da olamayacağıdır. Platon’un Devlet kitabında ve bütün Peygamberlerin kendi tarihlerinde karşı çıktıkları bu olgu şu anda dünyanın uluslararası hukuku olarak işletilmektedir. Oysa hak ile güç arasındaki denge haklılık oranında güçlü olmak şeklinde olmalıdır. Belki İsrail hükümeti ve uluslararası (küresel) toplum şu anda istediklerine kavuşabilirler, ama bunu yapıyorken kendilerine ve bütün insanlığa büyük bir kötülük ediyorlar. İnsanların birbirlerine güvenebilme olanakları zaten azalmışken bunu büsbütün yok ediyorlar.
[1] Bkz. Mete Çubukçu, Bizim Filistin: Bir Direnişin Tarihçesi, İstanbul: Metis Yayınları, 2002.
[2] Walter Hollstein, Filistin Sorunu: Filistin Çatışmalarının Sosyal Tarihi; çev.: Cemal A. Ertuğ, İstanbul: Yücel Yayınları, 1975, s. 308.
[3] Hollstein, Filistin Sorunu: Filistin Çatışmalarının Sosyal Tarihi, s. 54-63.
[4] Edward W. Said, Out of Place: A Memoir, New York: Alfred A. Knopf, 1999, s. 20-30.
[5] Edward W. Said, Orientalism, New York: Penguin Books, 4. Basım, 2003, s. 335-337.
[6] Edward W. Said, The Question of Palestine, New York: Vintage Books, 1980.
[7] Edward W. Said, Peace and Its Discontents: Essays on Palestine in the Middle East Peace Process, New York, London: Vintage Books, 2. Basım, 1995, s. 26-31.