RÜYA SATAN ADAM FİLMİ VE HİKÂYELERİMİZİN DEVAMI İÇİN BİZE VİRGÜL
GEREK
Gösterime giriş tarihi: 8 Aralık 2016 (Brezilya)
Tür: Dram
Süre: 1 saat 38 dk
Yönetmen: Jayme Monjardim
Rüya Satan Adam, Augusto Cury ‘nin “Rüya Satan Adam” adlı kitabından esinlenerek
çekilmiş, her bir repliğin altı çizilesi anlamlı bir film.Bir psikoloğun intihar girişimiyle başlayan, pejmürde diyebileceğimiz bir adamın onu ikna
etmesi ve kendisiyle yüzleşmesini sağlayarak birçok insanı da içsel muhasebeye sürükleyen bir yapım var karşımızda. Başlarda büyük filozof Sokrates’e benzetebileceğimiz sokakta yaşayan karakterin kendini insanların özünü bulmasına adamasının altında yatan nedenleri daha sonra öğreniyoruz. Yer yer “Mandıra Filozofu” filmini andırsa da daha farklı detaylarla felsefi dersler veriyor bize.
Daha önce de belirttiğim gibi filmler, düşünlerimi samimi bir şekilde sizlerle paylaşmak için birer araç benim için. Onun dışında sanat ya da sinema eleştirmeni olmayan en büyük tutkusu yazmak olan bir felsefe öğretmeniyim. Bu filmde beni en çok etkileyen cümle, “Sana bir virgül satabilirim, hikâyeni devam ettirebilmen için” cümlesi olmuştu.Noktalama işaretlerine hepimiz hakimimizdir. Ancak her birinin duygularımızı anlatmada ne kadar değerli olduğunu hiç fark ettik mi? Ünlem olmasa duygu yoğunluğumuz nasıl anlaşılırdı? Ya soru işareti olmasa? Nokta ise daima cümlenin bittiğini belirtir. Ancak virgül ise daima devam eden bir şeyler olduğunu gösterir. Hatta virgülden önceki kelime daha yüksek tonla söylenir. Sözüm ona her birimizin hikâyesinin devamı için ihtiyacımız olan en güzel
noktalama işareti virgül olsa gerek. Hem de birçok virgül...
Hepimiz çoğu zaman hikâyelerimizi tamamlamış gibi hissederiz ve cebimizdeki noktaları birer birer hikâyelerimizin sonuna ekleriz. Bu durum ise tükenmişlik sendromunu da beraberinde getirir. Kendimizin ve her şeyin değersizleştiğini ve anlamsızlaştığını hissettiğimiz bu evrede kendimizi boşlukta süzülürken buluruz. Herhangi bir şey yapmama isteği ise ilerleyen evrede yok olma, kaybolma düşüncesine evrilir.Olumlu ya da olumsuz fark etmez; yaşanmışlıklarımızın bittiğini düşünerek üzerine bir şey dahi koyamayacağımızı zannetmek, hayata tutunmamızı zorlaştıran en büyük yanılgıdır.Kendi ellerimizle kapısını araladığımız labirentin içinde sıkışıp kalırız böylelikle. Ancak cebimizde noktalar taşımak yerine virgüller taşıdığımızda ise hikâyelerimizin devam etmesine de izin vermiş oluruz. Keza hikâyemizin baş yazarı da bizler olmalıyız. Başkalarının bize biçtiği karakterlerden, rollerden, yakıştırmalardan vb sıyrılıp kendi benliğimize uygun hikâyelerde daha mutlu olduğumuzu da fark ederiz. Böylelikle değerimizi başkalarının gözüyle belirleme yanılgısından da sıyrılmış olup özgürlüğümüzle kucaklaşırız. Çünkü biz kendimize verdiğimiz değer kadar değerliyiz ve özgürüz bu hayatta... Uğur böceği bizlere sevimli gelirken neden hamam böceği sevimsiz gelir? Ya da bir tırtıl gördüğümüzde irkilirken neden bir kelebek gördüğümüzde heyecanlanırız? Hepsi birer böcek türüdür nihayetinde. Bizim ne olduğumuza kim karar verebilir? Nietzsche’nin dediği gibi “Ahlakında estetik kuralları vardır.” Diğerlerinin de eğitimine, kültürüne, çıkarına vb kendine özgü değer yargıları vardır. Her birey kendine özgü ise onun değer yargılarını nasıl genele indirgeyebiliriz ki? O yüzden başkalarının değer yargılarını bir yere kadar önemseriz ama tamamını önemsemek yerine kendi değer
yargılarımıza göre kendimizi biçimlendirmemiz, özümüzü keşfetmemiz gerek.Bize göre belki de dünyanın en kötü olaylarını yaşadık, kimselerin başına gelmeyen bizim
başımıza geldi, yapılmaz denilen şeyleri yaptık fark etmez... Her birimiz biriciğiz ve hikâyelerimiz de bize özeldir. Olgunlaşmanın en kıymetli anahtarıdır bana göre acı ya da tatlı tecrübelerimiz.Geneline baktığımızda hayat zıtlıkların toplamından ibaret değil midir? Yin Yang gibi... Uzak doğu felsefesinde birçok derin anlamı barındıran bu simgeyi derslerimde ve yazılarımda çok kullanırım. Çünkü gece olmadan gündüzün, karanlık olmadan aydınlığın, yanlış olmadan doğrunun, kötü olmadan iyinin, acı olmadan tatlının, çirkin olmadan güzelin, bozkır olmadan yeşilin, nefret olmadan sevginin değerini bilebilir miydik?Her birimizin içinde mevcut olan zıtlıklar aslında bizi bütüne tamamlayan özelliklerimizdir. Toplumsal itici güçle bastırdığımız her bir duygumuz, her bir yaşanmışlığımız bize hastır.
Yeter ki içimizdeki dengeyi sağlayıp bütüne mayalanabilelim...
Filmde de modern insanın bir “Guru” olarak gördüğü, hayatının anlamlanması için medet umduğu kişinin geçmişinde yaşadıkları onu delirtecek bir duruma getirse de o pişmanlıklarını, parayı malı mevkiyi aşmış ve kendini, insanların kendileriyle yüzleşip onları asıl mutlu eden şeylerin ne olduğunu bulmalarında yol gösterici üst insan karakterine evrilmiştir. Hikâyesinin devam etmesi için kendine bir şans verip virgül’ün sihirli gücünden faydalanmıştır. Bu konuda da son zamanlarda ortaya çıkan Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşi”ne eklenmeye çalışılan bir kavram örnekleniyor gibi burada. Hatırlarsınız piramidin en tepesinde “Kendini
Gerçekleştirme” basamağı vardı. Uzmanlar ise en tepeye “Adanmışlık, Aşkınlık” basamağını eklemektedir. Tüm basamakları tamamlayıp kendini gerçekleştiren insanların birçoğuna baktığımızda ise bilgilerini, tecrübelerini kendine saklamayıp toplumu uyandırmak,aydınlatmak, onların ihtiyaçlarına deva olmak için her şeyi aşıp adanmışlık rolüne geçiyor. Ve bu adanmışlık onları kendini gerçekleştirmeden daha fazla mutlu ediyor. Daha öncede belirttiğim gibi belki de acılarımız bizi biz yapan en kıymetli tecrübelerimizdir. Bu tecrübelerimiz ise başka yüreklere dokunan tılsımlı bir güce dönüşmek için var olmuşlardır
kim bilir...Filmde intihara teşebbüs eden karakterin psikolog olması ise ayrı bir mesaj veriyor gibi. Hangi alanda uzmanlaşmış olursak olalım içimizdeki mükemmeliyetçi tarafımız, işler yolunda gitmediğinde bazen içimizdeki dar boğazda sıkışıp kalmamıza yol açabiliyor. Her şey mükemmel olmak zorunda mı? Sanırım bu noktada hayatı bazen akışına bırakmak gerekiyor.Geçmişte yaptığımız hatalarla yaşamak ya da gelecek kaygısıyla yaşamak her daim bugünümüzü heba etmekten başka işe yaramıyor çünkü.Kısaca ister psikiyatrist ister psikolog ister sıradan bir insan olalım fark etmez. Her insan baş etmeye çalıştığı acılarla doludur. Kim bilir belki de psikoloji alanında ilerleyen birçok kişi önce kendi acılarından kurtulmak için daha sonra da kendisine benzeyen acılarla dolu insanları bu durumdan kurtarmak için bu alanı tercih etmiştir...Acılarımızın bize verdiği zararlardan kurtulmak için acılarımızla yüzleştiğimizde ve hikâyemize tertemiz virgüller koyduğumuzda hayatın baktığımız tek bir pencereden ibaret olmadığını da anlarız diye düşünüyorum.
Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...
Sinema09 Ağustos 2024 16:29