ÖZ TERAPİ ‘içsel bir kazı’ Üzerinden İnsanın Trajedisi:
Kendi gerçekliğimizle yüzleşmek bizi güçlendirir (mi?)..
Yazan: Orhan Yoncalık
A.Ü. Psikolojik Danışma Programı Doktora Öğrencisi
Siz hiç kafanızı bedeninizden, kendi ellerinizle ayırıp karşınızdaki boş sandalyeye koydunuz mu?
Sonra bedeninizin tuttuğu arşivden çıkardığınız delillerle kendi kafanıza hesap sordunuz mu?
Çünkü “beden unutmaz, beden arşivler.” Boş sandalyede duran kafanıza;
“Hep ne yapmam gerektiğini dikte ettin bedenime! Beni özgür bırakmadın! Beni prangalara mahkûm ettin.” diye çıkıştınız mı?
“Senin isteklerini yerine getirmekten yorgun düştüm… yıllardır… yeter artık” diye serzenişte bulundunuz mu?
Sonra o kendi ellerinizle bedeninizden ayırıp boş sandalyeye koyduğunuz kafanız size; “Evet ama sen böyle istedin!” diyerek kendini savundu mu?
O anda sizden izin almadan, gerçeği dile getiren kafanızın sesini duyup birdenbire “kafanızın içine yer etmiş bütün o beklentilerin, isteklerin, kalıp düşüncelerin bedeninizi, siz izin verdiğiniz için, yönetir hale geldiğini” kendinize itiraf ettiniz mi? Yoksa siz hala “konuşan bir kafa” olduğunuzun farkında değil misiniz?
Yoksa siz, bedeninizin isteklerinden uzaklaşmış, bedeniniz ile ilişkisi kopuk bir konuşan kafa mısınız?
…
Bizler en spontane yanımızla doğarız, anne rahmindeki organik plasentadan bu dünyadaki sosyal plasentaya… ve organik donanımımızı yani en doğal yanlarımızı baskılayacak ‘sosyal yazılım’ bize o andan itibaren yüklenmeye başlar…
Siz hiç, hafızanız izin verdiğince, bu sosyal yazılımın size yüklenmeye başlandığı günlerden şu anınıza kadar, an an bu sosyal yazılımın şifrelerini çözmeye çalıştınız mı? Bir nevi sosyal DNA’nızın dizilimini keşfetmeye çalışmak gibi… Kendi yaşamınızı hedef tahtasına koyup sonra karşısına geçip cesurca okları fırlatmak gibi… Hem iğneyi hem de çuvaldızı hem kendinize hem de herkese batırmak gibi… Hiç kendi içinize yolculuk yapmaya niyet ettiniz mi?
En mahrem sayılabilecek, en kuytularda özene bezene sakladığınız hikayelerinizi önce kendinize sonra da herkese anlattınız mı hiç?
Kurtuluş Savaşı gazisi bir dedenin torunu, Köy Enstitüsü mezunu eğitimci bir anne-babanın kızı, Carl Rogers’ın öğrencisinin öğrencisi… Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık alanının Türkiye’deki kraliçesi… Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak…
Öz Terapi isimli kitabında bunu yapıyor…
Ömür yolculuğunda geldiği noktada durup, dönüp onca yürüyüp ilerlediği yola bakıyor… Sahip olduğu bütün kimliklere cesurca meydan okuyor…
Hepsinden hesap soruyor.. Hepsinin kendi payına düşen hesabını ödüyor… Bir ömür telakkisi…
Yaşam romanını oluşturan her kelimenin üstünden büyük bir titizlikle geçiyor, aynayı kendine çeviriyor ve adeta kendi yaşamını temize çekiyor…
Neden sorusunun değil, nasıl sorusunun peşine düşüyor… Yargılayarak değil, anlayarak, anlamlandırarak, yeniden kurarak, yüzleşerek, kabul ederek, şefkat göstererek…
…
Kendi ayak izlerinin peşinden, kendine tanıdık coğrafyalardan ve adreslerden yeniden geçerek yapıyor bu yolculuğu… Yol arkadaşları ona eşlik ediyor bu yolculukta…
Kah Adler’le beş çayında “herkes kendi patolojisini çalışır” sözü üzerine konuşuyorken caddenin karşısından geçen Nietzsche’ye el sallıyor; kah Michelangelo ile bir heykel atölyesinde “fazlalıkları yontup içindeki heykeli ortaya çıkarmaya” çalışıyor… Sartre sokağın başından bas bas bağırıyor “Gelecek, geçmişe mahkum olmayacak”… Binnur onu duyuyor ve “evet” diyor, geleceğimi geçmişime mahkum etmeyeceğim…
Kafka geçiyor oradan, dilinde bir slogan: İçsel varlığınızı, içsel ritminizi duymadığınız her an içinde yaşadığınız yabancılaşmanın devleşeceğini ve çürüyüp yok olacağınızı asla unutmayın. Kafka’nın elinde de bir pankart: Kendinizi kandırmayın! Dostoyevski koşarak geliyor Kafka’ya sarılıyor. Sonra dönüp Binnur ile göz göze geliyor, eğilip Binnur’un kulağına fısıldıyor: İnsan bir trajedidir. Sonra Binnur’un yanağına küçük bir öpücük konduruyor ve oradan koşarak ayrılırken bir an duruyor ve bilgece ekliyor: “Gerçek sizi güçlü kılacak.”
Binnur tam o sırada Kafka’nın cebinden Milena’ya gönderilmek üzere yazılmış bir mektubu çaktırmadan çekiyor ve oradaki bir cümleye gözü takılıyor: Hiç durmadan bir kayaya çivi çakmakla görevlendirilmiş gibiyim ve üstelik çivi de, onu çakan da benim! Canı acıyor Binnur’un.
Tam o sırada Richard Erskine yetişiyor imdada ve elindeki kırmızı boya ile duvara yazıyor: “Biz ilişkiye doğarız. Doğumdan ölüme; ilişkide kırılırız, yıpranırız, vazgeçeriz. Yine de hepimizi ilişki onarır.” Sarılıyor Binnur’a. Adler de geliyor kollarını kocaman açıp ikisine birden sarılıyor. Binnur’a akıl veriyor: Herkes kendi patolojisini çalışır demiştim ya Binnur, neden biliyor musun? Hem kendini iyileştirmek ihtiyacındadır hem de bu konuda başkalarına yardımcı olmak ister.
…
Binnur, annesi ve babasına öfkeli.. Bunu gören J. K. Rowling, Binnur’a sesleniyor sokaktaki bir evin balkonundan: Ebeveynlerinizi, sizi olumsuz etkiledikleri için suçlamanın da bir son kullanım tarihi vardır; bunun farkına vardığınızda artık sorumluluk size aittir.
Ve daha niceleri…
…
Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak bize Öz Terapi kitabında Binnur’un en saf halini ve bu saflığın gerçek ile temasından oluşan hikayesini hediye ediyor. Kulağında bir ses: “Sen kendini başkasının hayatını değiştirecek kadar önemli mi görüyorsun?” Kendi gözündeki saygınlığının kısıtlamalarından sıyrılarak kendini önemsemenin patolojisinden kurtarıyor kendini… Kendi kendinden özgürleşme çabasının uzun bir özetini sunuyor bize kitabında…
…
Not: Arkası yarın… belki yarından sonra.. siz kitabı sipariş ettiğiniz zaman yazının devamı gelecek…
ORHAN YONCALIK
Kitap:
Binnur Yeşilyaprak, Öz Terapi ‘içsel bir kazı’, (2003) 4.baskı, Nobel Kültür Yayınları, Ankara.