İSLAMOFOBİ TARTIŞMALARI I: FETİH, İŞGAL VE ŞİDDET
Armağan Öztürk
Önce İsveç, ardından da Hollanda’da ırkçı-faşist siyasetçiler Kuran yaktı. Bu olaylar İslamofobi tartışmalarını tekrar gündeme taşıdı. Müslümanların kutsal gördüğü şeyler ve İslam’ın doğrudan doğruya kendisi hedef alınıyor. Bu tartışmalı olayları parantez içine alarak İslamofobinin temel tartışma alanlarını tüketmekte yarar var.
İslamofobik ötekileştirmenin içerik ürettiği alanlardan başında şiddet gelmektedir. Temel İslamofobik-oryantalist tez şu şekilde formüle edilebilir: İslam şiddet dolu bir dindir. Savaşla yayılmaktadır. Müslümanlar dünyaya cihat etmiş, yaptıkları işgalleri fetih gibi göstermiştir. Müslüman toplumların saldırgan davranışları dün olduğu gibi bugün de dünyayı kana bulamaktadır. Cihat kültürü devam etmektedir. Geçmişin mücahitleri zamanın teröristlerine dönüşmüştür.
İslam’ı şiddet dini gibi gösteren ve başlangıcından bugüne kadar Müslüman toplumların insanlığın medeni gelişimine yaptığı katkıyı görmezden bu okuma sorunludur. Başlarken öncelikle fetih ile işgal arasındaki farka değinelim. Fetih ile işgal aslında aynı şeydir. Bütün savaşlar kötüdür ve başlatanlar bakımından haksızdır argümanı her şeyden önce doğal hukuka aykırıdır. Doğal hukukun en önemli konularından biri haklı savaş olmuştur. Antik Yunan’dan günümüze çok sayıda Batılı ve Doğulu kaynak haklı savaşı irdelemeye çalışmıştır. Fetih müdafaa savaşıyla birlikte haklı savaşın parçasıdır. İşgal ise her durumda haksız savaştır. İslam savaş hukuku haklı savaşı önemser. Çocuk, kadın ve acizlere dokunulmamasını emreder. Masumlar öldürülemez. Ayrıca can ve mal güvenliği esastır. İslam ordularının fetihleri, ayrıntısına daha fazla vakıf olduğumuz Osmanlı tarihi dahil olmak üzere, daha çok haklı savaş kategorisindedir. Şiddet üzerinden İslam’ı mahkum edenler, savaş nedeniyle Osmanlı tarihini bir barbarlık tarihi gibi sunan anlayış kendine şu soruyu sormalı: Osmanlı fetihleri hangi halkı yok etti?
Bu noktada bir parantez açıp modern zamanlara dair bir hatırlatma yapmak da yarar var. Şiddetin kontrolsüzce dünyaya yayılması ve savaşın soykırıma eşit hale gelmesi daha çok modern dünyanın ürünüdür. Pre-modern zamanlarda ise tablo tümüyle farklı bir içeriğe sahipti. Savaş tarihine klasik imparatorluklar ve fetihler bakımından bakıldığında genelde mağlup olan halkların can ve mal mülkiyetinin korunduğu ve şiddetin sadece düşman askerlerine yönelik bir eylemle sınırlandığı görülecektir. Bu içerik modernleşmeyle birlikte değişmiştir. I. ve II. Dünya Savaşlarını hatırlayalım. Bugünkü Ukrayna-Rusya savaşının sonuçlarına bakalım. Tablo ne kadar acı değil mi? Ölen sivil sayısı asker sayısından fazla. Kentler ve ülkeler tümüyle harabeye dönüşmüş.
Bu geniş parantezi kapatıp tekrar konumuza döndüğümüzde üç argümanı ayrıca dile getirmek gerekiyor: Öncelikle fetih ve işgal kavramları sadece Türkçede kullanılmıyor. Invasion/occupation ikiliğinde örnekleyebileceğimiz üzere İngilizcede ve dünyanın diğer belli başlı dillerinde haklı savaşı haksız savaştan ayıran bir dilsel duyarlılık var. İkinci husus bugünün değer yargılarıyla dünü yargılayan indirgemeci bakıştan kaynaklanıyor. Osmanlı neden üç kıtada pek çok ülkeyi fethetti? Askeri güç kullanarak sayısız bağımsız devleti kendine bağladı, bu doğru mu diye soruyor bugünden düne bakan zihniyet. Oysa askeri güç kullanarak ülkeyi genişletme anlayışı ne İslam’a ne de Osmanlı’ya özgü. Eski Mısır uygarlığından Romalılara, Napolyon savaşlarından üzerinde güneş batmayan İngiliz İmparatorluğuna kadar her çağda ve her coğrafyada askeri açıdan yayılma isteği vardı. Bu noktada hassas davranmak gerek. İlke olarak her türlü savaşa karşı çıkmak bir şey. Tüm insanlık, tüm devletler ve halklar savaşırken şiddeti sadece Türk-İslam kültürüyle özdeşleştirmek bambaşka bir şey. İslam’a barbar diyenler Roma’ya hayranlık duyuyor. İşte İslamofobiyi yaratan oryantalizm tam da bu kırılmada söz konusu olmakta.
Bu son argüman bizi nihai bir sona yaklaştırıyor. İslamofobi sanıldığının aksine sadece Batılı toplumlara yönelik bir hastalık değil. Yaşadığımız toplumda, özellikle seküler kesimlerde Türk-İslam kültürüne ve Osmanlı medeniyetine karşı mesafeli bir duruş var. Osmanlı’dan ve Türk-İslam kültüründen utanmak, hatta Batı uygarlığı karşısında Doğuya ait şeyleri küçümsemek çok yaygın. Bir İngiliz, İngiliz kültürü, bir Fransız, Fransız kültürü, bir Alman, Alman kültürü, bu halkların mensupları ayrıca Avrupa uygarlığıyla gurur duyarken bizim Türk-İslam uygarlığını unutulması gereken uzak bir hatıra gibi görmemiz ne kadar doğru? Oryantalizme oksidanyalizmle yanıt verelim, kendi kültürümüzü, dinimizi, milletimizi kayıralım demiyorum elbette. Sadece geçmişle kavgalı olmayı bırakalım. Bütüncül ve hakkaniyetli bir bakış açısı doğuda ve batıda, geçmişte ve bugün bize ait olan her şeyi kapsamayı gerektirir. Belki böylelikle Yaralı Bilinç’ten sıyrılabiliriz. Modern Batı Doğuyu sömürgeleştirdi. Onu kendi özgün gelişme seyrinden çıkardı. Biz dahil olmak üzere Doğulu toplumlar kültürel yabancılaşmaya mahkum oldu. Bu kabustan sıyrılmalıyız.
Ez cümle, Türk-İslam tarihinde şiddet ve savaş var mı? Evet var. Ama Batı tarihinden fazla değil bu olaylar. Durum böyleyken Müslümanları şiddet sevici barbarlar gibi gösteren İslamafobik aşağılamaya karşı hakkaniyetli değerlendirmede ısrar etmeliyiz.
* Doç. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.