DÜNYANIN SU SORUNU
“ Su gibi aziz ol” derdi büyüklerimiz çok sevdiklerine. Onlar için su; kutsal sayılan, değerli görülen aziz bir nimetti. Peki, su bugünün modern insanı için de aynı anlamı taşıyor mu? Yoksa su, hoyratça kullanılabilecek bir zenginlik mi?
Öyle ya “Faturasını ben ödüyorum, size ne oluyor canım.” Demezler mi insana. Ama bir gün gelir de biz ya da çocuklarımız faturasını ödeyebilecek olsak bile, ihtiyacımız olan içme ve kullanma suyuna erişemezsek ne yapacağız?
“Aman sen de abartma, dağ, taş su kaynıyor, hem dünyanın uzaydan çekilmiş fotoğraflarına bak, su küre karalar küresinden daha fazla yer kaplıyor.” denilebilir. Yalan da değil hani, dünyanın % 70’ini su küre oluşturuyor.
O zaman neden son yıllarda ulusal ve uluslararası kuruluşlar yeraltı ve yerüstü sularının tasarruflu kullanılmasıyla ilgili, insanlığı bilinçlendirmek için yoğun çaba sarf ediyorlar? Çünkü dünyamızdaki toplam su rezervinin çok küçük bir miktarı temiz içme ve kullanma suyu. Bu miktarın tüm sularımızın % 1’i ile % 3’ ü arasında değiştiği yazılıp çiziliyor.
Sorun o kadarla da bitmiyor. 1900’lü yılların başında ortalama 1,5 milyar olan dünya nüfusu bugün 7 milyarı geçmiş durumda, 2050 de bu rakamın 9,7 milyara ulaşması bekleniyor. Dünya nüfusu artarken buna paralel olarak dünyanın doğal kaynakları ve temiz su rezervleri de artıyor mu? Maalesef hayır.
Artan nüfusun ihtiyaçları nereden karşılanacak? Dünyamızın doğal kaynaklarından. İşte burada ortaya ciddi bir problem çıkıyor. Acaba dünyamız sonsuza dek insanlığın her ihtiyacını karşılayabilecek güce sahip mi?
1 kg pirincin soframıza gelebilmesi için geçen süreçte ortalama 2 ton su tüketiliyor. Tek bir hamburger için ise bu miktar ortalama 3,5 ton. Bunlar sadece iki örnek. Tüm gıda maddelerinin ( bitkisel, hayvansal ) üretilebilmeleri için dünya genelinde ciddi miktarlarda temiz su kullanılıyor. İnsanların tüketim alışkanlıkları değişmedikçe de bu kullanım sürekli artacak gibi görünüyor.
Ekonomi terimi açıklanırken en basit haliyle kaynak, ihtiyaç ve bu ihtiyacın karşılanma biçimleri üzerinde durulur. Kaynaktan kasıt, dünyamızın doğal kaynaklarıdır ki bu kaynakların hepsinin bir sınırı var. İhtiyaçtan kasıt ise insanların ihtiyaçlarıdır ki, bu ihtiyaçlar maalesef sınırsız. Öyleyse dünyanın sınırlı kaynaklarıyla, insanların sınırsız ihtiyaçlarını karşılayabilmek gibi imkânsız bir çaba çıkıyor ortaya.
Bu çaba özellikle sanayi devrimi ile ciddi bir ivme kazandı. Buhar motorunun icadı tarım ve sanayide emek yoğun faaliyetlerden makine yoğun faaliyetlere geçilmesini, ayrıca enerji kaynağı olarak kömürün öne çıkmasını sağladı. Böylece insanların refah seviyeleri arttı, şehirler meydana geldi ve büyüdü, çalışma şartları değişti, mal ve hizmetlere erişim daha ucuz ve kolay hale geldi. İlerleyen yıllarda kömüre petrol de eşlik etmeye başladı.
Bunların sonucunda kendini doğadan üstün gören bir insan türü (!) ortaya çıktı. “Günümüzün modern insanı.” Bu insan türü hep daha fazlasını istedi ve tüketim toplumunu yarattı.
İlk insan volkanik araziler üzerine insanlığın ilk ayak izlerini bırakmıştı. Bunu gören modern insan “Benim onlardan ne farkım var? Ben daha üstünüm.” Dedi ve doğaya kendisini temsil eden bir ayak izi bıraktı. Bu ize “Karbon Ayak İzi” deniyor. İkisi de ayak izi ama biri diğerinden daha acımasız ve yıkıcı.
Tüketim toplumu, dünyanın her yerinde literatüre, küresel ısınma, sera etkisi, asit yağmurları, yağış noksanlığı gibi kavramları ekledi. Bunların hepsinin temelinde atmosfere kontrolsüz salınan karbon türevli gazlar var.
Küresel ısınma buzulların erime hızını ciddi anlamda artırıyor. Bu da önümüzdeki yıllarda deniz ve okyanusların seviyelerinde hissedilir bir artışın gerçekleşmesiyle birlikte hem tarım hem de yerleşme alanlarının bir kısmının sular altında kalması demek. Ayrıca artan atmosfer sıcaklıkları nedeni ile meydana gelen buharlaşma, tarımda ve şehirlerde kullanılan sular üzerine ciddi bir baskı oluşturuyor.
Tarımda su yetersizliğinin doğuracağı kuraklık, gıda ürünleri üretim miktarlarını azaltacak ve dünyanın bazı bölgelerinde kıtlık tehlikesine yol açacak. Bunun sonucunda da kontrolsüz göçler ilk etapta özellikle geri kalmış ülkeleri ciddi anlamda kaosa ve kargaşaya sürükleyebilecektir. Bu olumsuzluklar zamanla dünyamızın geneline yayılacak, bugün enerji kaynakları için yapılan savaşlar ilerleyen yıllarda temiz su ve tarım ürünleri için yapılır hale gelecek.
Peki, bu olumsuzlukları önlemek mümkün değil mi? Günümüz dünyasında hiçbir şey imkânsız değil. Yeter ki insanoğlu istekli olsun, tüketim alışkanlıklarını dünyanın lehine değiştirsin, yaşanacak yeni gezegenler aramak yerine elindeki dünyayı daha yaşanılır hale getirmeye çalışsın.
Biz fırsat verirsek dünyamız daha uzun yıllar bize yaşam sunmaya devam edecektir.
İbrahim PEKMEZCİ
Lisans: Gazi Üniversitesi
Gazi Eğitim Fakültesi
Coğrafya Öğretmenliği
Eğitim Yönetimi Ve Denetimi