Prof. Dr. Binnur Yeşilyaprak yazdı:
Yeni yıla girmeden kendimize Adleryan bir bakış!
“Herkes kendi patalojisini çalışır”
Peki ya siz?
Alfred Adler’in bu sözü, kendiniz hakkında ne söylüyor, hiç düşündünüz mü?
‘Hayır’ mı?
Öyleyse şimdi tam sırası..
Özellikle içinde bulunduğumuz 2022 yılını tamamlayıp yeni bir yıla girmeden önce kendimizi Adleryan bakış açısı ile değerlendirmeye ne dersiniz?
“Ben Adler’in yalancısıyım” diyemeyeceğime göre, ona saygı duyan bir akademisyen olarak “Ben Adler’in hayranıyım” diyerek bu yazıya başlamış bulunuyorum.
Alfred Adler (1870-1937), Bireysel Psikoloji ekolünün kurucusu, Avusturyalı psikiyatrist. Derinlik Psikolojisinin 3 büyük kuramcısından biri (Freud, Jung ve Adler) olarak, 20.yüzyılın en seçkin psikologlarından biri kabul edilir ve kendinden sonra gelen tüm kuramları bir şekilde etkilemiştir. Bu yüzden bugün hala güncelliğini korumaktadır.
Kuramına, kendi yaşam öyküsü kaynaklık etmiştir
Alfred Adler, 1870 yılında Avusturya'da Viyana yakınlarında doğdu. 4 erkek ve 2 kız kardeşe sahip bir ailede büyüdü. Çocukken raşitizm hastasıydı ve dört yaşına kadar yürüyemedi. Hassas ve ürkek bir yapısı vardı. Raşitizm ve zatürreden başka diğer bazı hastalıklarından dolayı zorlu bir çocukluk geçirdi. Küçük kardeşinin yanı başında ölmesinden çok olumsuz etkilendi. Okulda matematikle arası çok iyi değildi ve öğretmeni babasına, onu okuldan alıp bir ayakkabıcının yanına çırak olarak vermesini önerdi.
İşte, yaşadığı bu sıkıntılar Adler'i doktor olmaya motive etti. 1895'te Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu ve önce göz doktoru, ardından genel doktor olarak kariyerine devam etti.
Ancak, insanların ‘iyi oluş’larının bedensel hastalıklardan daha çok psikolojik sorunlarından kaynaklandığını görerek psikiyatri alanına geçti. Daha sonra psikanalizin kurucusu olarak anılacak olan Sigmund Freud tarafından oluşturulan bir psikanaliz tartışma grubunun parçası oldu. Adler, görüşlerinde farklılıklar ortaya çıktığında Freud ile yollarını ayırdı, ancak ikisi birbirlerini meslektaş olarak görmeye ve dostane şartlarda kalmaya devam ettiler.
Adler, çocukken yaşadığı hastalık ve sorunların yarattığı ‘yetersizlik duygusu’ ve bunu aşmak için kendi bireysel çabalarından yola çıkarak kuramını ‘Aşağılık Duygusu’ ve ‘Üstünlük Kompleksi’ gibi kavramları ortaya atarak geliştirmeye başladı. Çocukluk yaşantılarının, bireyin kendilik algısını ve dünyaya ilişkin görüşünü nasıl belirlediğini açıklayan bir kuram geliştirdi. Yaşadıkları, onun kuramının yapı taşlarını oluşturdu. Bireyin yaşadığı sorunları çözmek amacıyla bir yaşam hedefi oluşturduğunu, böylece hem kendini iyi etmek hem de bu konularda başkalarına yardım etmek amacıyla yaşam yönelimini belirlediğini savundu. İşte benim başlıkta kısaca ifade ettiğim söz böylece hayat buldu:
“Herkes kendi patolojisini çalışır!”
O halde şimdi kendi yaşamınızı, yaşam hedeflerinizi, uğraşlarınızı, işinizi/mesleğinizi, ilgi duyduğunuz konuları dikkatle inceleyip analiz edin dürüstçe ve içtenlikle yanıt verin:
Sizin patoloji/leri/niz nedir efendim?
Yok, hayır..yanıtı bana vermeyin, kendinize verin öncelikle ama bu yanıt ne kadar gerçekçi olacak bilemiyorum. Çünkü Adler diyor ki;
“İnsanlar için en güç şey; kendini tanımak ve değiştirmektir”
Olası bir kaçış yoluna dikkat çekeyim izninizle (insanı anlamaya ilişkin bir bilim alanında 41+ yıl çalışan bir akademisyen olarak).. Genellikle sahip olduğumuz olumsuzlukların/ yaşadığımız sorunların “nedenlerini” dışa/başkalarına yükleme eğilimi.. Örneğin;
-Hep sorunlu insanlar beni buluyor!
-Benim başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir!
-Bende şans olsa hayatım böyle olmazdı!..vb.
Benzer ifadeleri ne sıklıkla kullanıyoruz?
‘Ara sıra/nadiren’ şıkkı ise yanıtınız; gerçeklik algınızda sorun yok! Eğer ‘genellikle/sıklıkla’ şıkkı ise;
-Hımmm..sizi anlıyorum (terapistinizin tepkisi)
Gerçek şu ki yaşadığımız olumsuzlukların NE olduğundan çok, bizi NASIL etkilediği önemlidir diyor Adler (ben de onaylıyorum).. Yani önemli olan olayları nasıl algılayıp nasıl etkilendiğimizdir. Onun görüşlerini desteklemek üzere Psikodrama ve sosyodramanın ustası J.L. Moreno’ da;
“Hiçbir seçiş tesadüf değildir” diyor.. Acaba neden bu işi seçtik? Bu partneri seçtik? Bu yeri, bu kişiyi, bu ilişkiyi sürdürmeyi seçtik? Bizim hangi patolojimize ‘iyi’ gelmesini umduk?
Adler: Zamansız bir kuramcı
Adler bizi bu sorularla hala uğraştırıyorsa, bu durum; onun insanı anlama konusundaki görüşlerinin değerinin giderek daha iyi anlaşılmasına dayandırılabilir elbette. 1900'lerin başında Alfred Adler tarafından önerilen “Bireysel Psikoloji” ekolü, günümüzde, modern psikolojinin çeşitli biçimlerinin çoğunun üzerine inşa edildiği temel ilkelerle iç içe geçmiş halde geçerliğini sürdürmektedir.. Adler'in geliştirdiği kuramın ana ilkelerinin ve yaptığı çalışmalarının modern psikolojiyi nasıl etkilemeye devam ettiğini gördüğümüzde onun nasıl da ‘zamansız bir kuramcı’ olarak var olmayı sürdürdüğünü kabul ederiz.
Öyle ki, A. Ellis’e göre Adler; modern psikoterapinin gerçek babasıdır.
Adler’in kuramında yer verdiği; bireyin bütünsellik içinde ve sosyal çevresi ile birlikte ele alınıp anlaşılması, çocukluk döneminde oluşturulan ‘yaşam stilinin’ ve ‘yaşam hedefinin’ yetişkinlikte nasıl etkinliğini sürdürdüğü, aile atmosferi, doğum sırası, aile takımyıldızı vb kavramları, yaşam boyu davranışlarımızın hangi temel ihtiyaçlara dayandığı gibi bence kendimizi ve diğerlerini anlamada çok önemli görüşlerini irdelemiyorum bu yazı kapsamında.
Çok istiyorsanız (!) belki bir yazı daha yazarım bu konuda (?)
Yazımı bitirmeden Adler’i günümüze bağlamak için aklımdaki bir noktaya dikkat çekmek istiyorum.. Malum, yılın son günlerini yaşıyoruz.. Her yeni yıla girerken hani bazı kararlar alırız ya da kendimize bazı sözler veririz ( tutmayacağımız sözler…) işte bunlardan biri olarak;
“Geçmişe bir sünger çek, geçmiş geçmiştir; bu yıl yepyeni bir kişi olacağım, her şeye yeniden başlayacağım” diyorsanız Adler’den bir kötü, bir iyi haber var! Önce kötü haber şu:
“Geçmiş-şimdi-gelecek bir bütündür, iç içedir”
O halde geçmişe bir sünger çekemeyiz, geçmişle yüzleşip hesaplaşmamız, barışmamız, anlayıp kabul etmemiz gerekiyor (üzgünüm…).
Adler’in bu konudaki iyi haberi ise şöyle:
“Her birey, kendi yaşamının ustasıdır; kaderinin kurbanı değil!” Bir diğer ifade ile ‘hem sanatçıyız, hem de o sanatçının yarattığı sanat eseriyiz’.
Öyleyse yeni yıl için anlamlı bir motto ile bitirelim bu yazıyı:
“Amor fati.. Memento mori..”
Bu latince deyişin türkçesi şöyle ifade edilebilir sanırım: Kaderini sev, geçmişinle barış.. Ölümü unutma ve yaşamın değerini bil..
Mutlu yıllar!
Not: Sahi, siz bu yazıya neden ilgi duyup okudunuz?...
B.Y.
25 Aralık 2022 Bahçelievler/Ankara