AYDINLANMA ÜZERİNE - 3
Hasan Güneş: Aydınlanmada bilinç değişiminin yeri ve önemine değinir misiniz?
Doç. Dr. Mustafa Günay: Aydınlanma bilinçte gerçekleştiği için elbette bir değişim söz konusudur. Yeni bir bilgi, yeni bir kavrayış ve yaşama deneyimleri bilinç değişimine yol açabilir. Ancak kişinin de kendisini değişimlere açık tutması, dogmatik tutum ve anlayışlardan kurtarması gerekir. Yoksa ne kadar öğretici olabilecek olaylar ve deneyimler yaşasa bile bunlar bazı kişilerde herhangi bir değişime yol açmayabilir.
Dışardan gelen etkiler ve izlenimler önemli olsa da aydınlanma öncelikle içte, zihinde yaşanabilir. Bilinçte gerçekleşmeyen, bilincimizi değiştirmeyen bir aydınlanma olmaz. Dış gerçeklik derken bunu insanın içinde yaşadığı tarihsel, sosyal ve kültürel koşulların bütünü olarak düşünmek yerinde olur. Elbette doğayı da gözardı edemeyiz. Kısacası insan belli bir doğa ve kültür gerçekliği içinde yaşayan bir varlıktır. Bilinçte meydana gelen değişmeler ise kişinin içinde bulunduğu gerçekliğe başka bir gözle bakma olanağı verir. Aydınlanma bilincin aydınlanmasıdır. Bu ise hiç şüphesiz kavramlarımızın, düşüncelerimizin, duygu ve değerlerimizin değişmesini, yenilenmesini ve çözümlenmesini de içerir.
Aydınlanma, kişide, onun bilincinde, düşünme biçiminde meydana gelirken aynı zamanda başkalarına da yayılır. Aydınlanmanın ışığı ve etkisi kişi ile, bir özne ile sınırlı kalmaz. Aydınlanmış insan aydınlanmamış olanları da aydınlatabilme olanağını ve gücünü taşır. Söz konusu olanağın ve gücün ne kadar işlevsel olabileceği ise elbette pekçok etkene bağlı olarak gerçekleşir.
Bu bağlamda felsefe tarihinden bir örnek vermek gerekirse Platon’un Devlet kitabında yer alan Mağara metaforunu ve öyküsünü anımsayabiliriz. Bilinç değişimi yaşayan ve aydınlanmaya başlayan insan diğerlerini de aydınlığa çağırır. Elbette bu noktada alışkanlıkları ve bazı düşünme tarzlarını kırmak, değiştirmek kolay olmayabilir. Zaten düşünce ve kültür tarihinde de yazar, aydın, düşünür, sanatçı ve bilim insanlarının uğraşlarında ve eserlerinde ortaya koydukları aydınlanma birikimini topluma ve insanlığa ulaştırabilmelerinin önünde hemen her dönem engeller, güçlükler çıkarılmıştır. Ancak şunu da söylemek sanırım abartma olmaz: aydınlanma başlamışsa, sürüp gider, sona ermez…
Hasan Güneş: Aydınlanmada eğitimin ve ekonominin yeri ve önemine değinir misiniz?
Doç. Dr Mustafa Günay: Elbette ekonomik etkenlerin insan yaşamında büyük önemi vardır. Eğitimin de… Eğitim çoğunlukla sosyalleşme olarak görülür. Bilgi, değer aktarımı da eğitimin en önemli unsurları arasında yer alır. Ancak eğitimin sadece topluma uygun yurttaş ya da belli bir mesleğin gereklerine uygun kişiler yetiştirmesi gerektiği eksik bir anlayıştır. Aydınlanma olarak eğitim, kişinin insan olarak olanaklarını ortaya çıkarmaya ve geliştirmeye yönelen eğitimdir. İnsan olma, insanlaşma eğitimi… İnsan olmayı değil de örneğin dindar yetiştirmeyi amaçlayan anlayışlar ve politikalar, hem çarpık bir eğitim düşüncesinin örnekleridir hem de insanın aydınlanması yolunda da ciddi birer sorun durumundadırlar. Bu nedenle günümüzde aklın ve aydınlanmanın belirleyici olduğu bir eğitime duyulan ihtiyaç ve özlem de güçlenmektedir.
Ekonomi derken, bu çok yönlü ve geniş bir konu… Ancak aydınlanma ile ilişkisi bakımından şunlar söylenebilir: insanın insanca yaşayabilmesine imkan veren koşullar ve olanaklar, onun eğitimini ve aydınlanmasını da etkiler. Bu bağlamda temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan insanların/yurttaşların yaşama ufku da kararır ve sınırlanır. Özellikle yoksulluk, yoksullaşmanın giderek derinleşmesi, insanın sağlıklı beslenme, sağlıklı barınma ve yaşama ortamlarından uzaklaşmasına yol açar. Bizde ve bazı toplumlarda olduğu gibi kitlelerin yoksullaşması bir sadaka kültürünün sürüp gitmesine ve sosyal yardım adıyla söz konusu yoksulluk durumunun bir siyaset aracına ve yönetme biçimine dönüşmesini de güçlendirir. Yoksullaştırma bir ekonomi ve siyaset tercihi ve yolu olarak, bu kesimdeki insanların/yurttaşların aynı zamanda aydınlanmaları önünde de engeller, duvarlar oluşturur. Özellikle temel ihtiyaç ürünlerine göre geri planda bırakılan kültür ürünleriyle aramızdaki mesafe aynı zamanda aydınlanma olanaklarından da uzak kalınması demektir. Ama elbette insanın sağlıklı ve özgürce yaşamasının ve gelişiminin önünde en büyük engellerden biri olan yoksulluk, bir başkaldırıyı, tepkiyi, bilinç değişimini ve sonuçta belli bir aydınlanmayı da besleyebilir. Bu noktada teolojik ve ideolojik açıdan yoksulluğun kader olduğu düşüncesine ve dogmasına karşı eleştirel ve şüpheci bir tutum gösterilebilirse, buradan hareketle yine de özgürleşme ve aydınlanma yönünde adımlar atılabilir. Çünkü insan en olumsuz koşullarda bile, en umutsuz durumlarda bile, içinde yaşadığı duruma, gerçekliğe “hayır” diyebildiği için her zaman bir umut yaratabilir ya da arayabilir. Bu arayış ise hem kişinin, bireyin hem de toplumun ve kültürün değişimini de etkileyebilir. Elbette bu bağlamda siyasi iktidar olgusu da karşımıza çıkar.
Hasan Güneş: Aydınlanmada siyasi iktidarlarının tutumunun önemine değinir misiniz?
Doç. Dr. Mustafa Günay: Siyasi iktidarın aydınlanmaya karşı tavrı nasıl bir yönetimin ve rejimin yürürlükte olduğuyla ilişkilidir. En demokratik görünen bir iktidarın bile zorda kaldığında ya da gerek duyduğunda şiddete ve güce başvurduğunu görebiliriz. Bu anlamda liberal hukuk devleti söyleminin gerçeklikle mutlak biçimde örtüşmesi söz konusu değildir.
Kant, “aydınlanma nedir” metnini yazdığı dönemde, zamanın kralına, yöneticisine övgü içeren sözler söyler. Çünkü aydınlanmayı destekleyen, toplumda bir aydınlanma havası oluşmasına olumlu bakan bir yönetici söz konusudur. Peki, aydınlanmaya olumsuz bakan, insanın aklını kamusal alanda özgürce kullanma cesareti göstermesine hoş bakmayan yöneticiler varsa ne yapacağız? Yeryüzündeki bazı iktidarlar aydınlanma korkusunun örnekleri olarak görülebilir.
Elbette siyasi iktidarlara onay veren, rıza gösteren toplumların ve kitlelerin sorumluluğunu da unutmamak gerekir. Bu nedenle aydınlanmamış bir toplumda demokrasinin ve demokratik değerlerin varlığı da sorunludur. Aydın ve aydınlanma düşmanlığı baskıcı, demokrasi düşmanı yönetimlerin dikkat çeken başlıca özelliklerinden biridir. Eğitimli yurttaştan oy alamayacağını açıkça söylemekten utanmayan bazılarının söylemleri de aydınlanmanın ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Siyasi iktidar ve aydınlanma ilişkisiyle ilgili olarak da bugünlerde bazılarının ısrarla unutmaya yöneldikleri laiklik kavramını anmak yerinde olur. Laiklik olmadan ne demokrasi ne de laiklik mümkün değildir. Laiklik kavramıyla ilgili bulanık/belirsiz tanımlamalar ve tuhaf bazı adlandırmalar, aynı zamanda toplumsal aydınlanma korkusuyla da ilgilidir. Örneğin “özgürlükçü laiklik” vb. Laiklik zaten özgürlüğü içeren bir kavram ve ilkedir. Burada elbette toplumun aydınlanmaya karşı tutumu da önemlidir.
Hasan Güneş: Toplumun aydınlanmaya karşı tutumunun sürecin başarısında etkisini ele alabilir misiniz?
Doç. Dr. Mustafa Günay: Toplumun aydınlanmaya karşı tutumunu yorumlamak ve değerlendirmek istediğimizde, bazı ayrımlar yapmak gerekebilir. Toplum dediğimizde aydınlanmış ya da aydınlanmaya çalışan yurttaşlar/bireyler ile aydınlanmamış olanlar arasındaki farklılıkları düşünebiliriz. Söz konusu farklılıklar çeşitli biçimlerde ve konularda karşımıza çıkar. Örneğin herhangi bir seçim ya da karar verme durumunda aydınlanmış yurttaş ile aydınlanmamış olan arasındaki farklılıklar açıkça görülebilir. Bir zamanlar Aysun Kayacı’nın kurduğu cümleyi anımsarsak, bilgiye dayalı seçim ve kararlar ile bilgiye dayanmayan seçimler arasındaki fark, yalnızca o kişileri değil aynı zamanda bir toplumu ve onun geleceğini de belirler. Dolayısıyla bir toplumu oluşturan bireylerin aydınlanmış olması ya da olmayışı herkesi etkiler. Dönemin koşullarına ve bazı etkenlere bağlı olarak toplumda aydınlanma karşıtı rüzgarlar estirilse de aklın, sağduyunun da büyük ölçüde gücünü koruması aydınlanma bakımından geleceğe umutla bakmayı sağlıyor diye düşünüyorum.
Elbette tümüyle gerçekleşen bir aydınlanmadan değil devam eden bir aydınlanma sürecinden ve mücadelesinden söz etmek yerinde olur. Kant da böyle demişti: tümüyle aydınlanmış bir çağda değil aydınlanmaya yönelen bir çağda yaşıyoruz… Her çağın, dönemin ve toplumun kendine özgü aydınlıkları ve karanlıkları da olabilir. Ancak kendi tarihsel ve kültürel geleneklerimizde, özellikle düşünce tarihi ve edebiyat alanında önemli bir aydınlanma birikimi olduğunu düşünüyorum. Yunus Emre’ler, Pir Sultan Abdal’lar, Şeyh Bedreddin’ler, Hacı Bektaşi Veli’lerden Aşık Mahzuni’lere Aşık Veysel’lere, Neşet Ertaş’lara ve daha nicelerine kadar, geçmişten bugüne sürüp gelen değerler, düşünceler bağlamında, aydınlanma çabamıza katkıda bulunan ve yaşama serüvenimizde yol gösterici nitelikte pekçok unsurun olduğunu da unutmamak yerinde olur. Farklı kültürlerin yurdu ve kavşağı olan Anadolu’nun insanları olarak İyonya felsefesinin miras bıraktığı aydınlanma geleneği de ayrıca yeniden irdelenmeye ve düşünülmeye değerdir.
Aydınlanma konusundaki başarılar ve atılan adımlar, hiç şüphesiz toplumda ve kültürde oluşan ya da oluşabilecek ortam ve havayla da ilgilidir. Kısa süreli karanlık ya da karamsar havalar olsa da, tarih bilinciyle geleceğe daha uzun vadeli ve geniş boyutlu bakmak gerekir. Aydınlanma düşüncesi belli bir tarih bilincini de içerir. Tarihsel düşünmek, aydınlanmayı sürüp giden bir süreç olarak görmek demektir.
Sayın hocam nirvanasosyal. Com ailesi adına yürüttüğüğümüz Aydınlanma konulu söyleşiye katkıda bulunduğunuz için teşekkür eder, saygılar sunarım.