Gösterime giriş tarihi:20 Ocak 2006 (Türkiye)
Süre: 1 saat 58 dk
Yönetmeni: Roberto Benigni
Senaryo:Roberto Benigni&Vincenzo Cerami
Ülke: İtalya
Türü: Savaş, Drama
Kar ve Kaplan, sürrealizmle harmanlanmış, trajikomik aynı zamanda da romantik bir film. Her ne kadar ismi kıyıda köşede kalmış bir film olsa da, verdiği mesajlarla izlenmesi gereken filmler arasında görüyorum.
Parantez içindeki kısım film hakkında Spoiler içerir!
(Roma'daki Yabancılar Üniversitesi'nde dersler veren yazar Attilio, hayranı olduğu şair ve yazarların hayali sesleriyle yaşamaktadır. Aşık olduğu kadını rüyalarından çıkaramayan delişmen yazarın son kitabı Kar ve Kaplan yeni yayınlanmıştır. Bunun da heyecanı ile hayatının aşkı Vittoria'ya bir kez daha evlenme teklif etse de sonuç değişmez. Kendisi gibi bir edebiyatçı olan Vittoria, Attilio ile evlenmeyi aklının ucundan bile geçirmemektedir.
Kadının birlikte olmalarının imkânsızlığını anlatmaya çalıştığı sözü ise manidardır. “Ne zaman kar da gezinen bir kaplan görürsem ancak o zaman birlikte olabiliriz!” Kadının tek amacı, Amerikalılar işgal etmeden önce vatanına dönmek isteyen Iraklı şairin (Fuad) biyografisini tamamlamaktır. Günün birinde Attilio'nun telefonu çalar... Vittoria biyografiyi tamamlamak üzere Bağdat'a gitmiş ve ilk Amerikan saldırısında başından ağır yaralanmıştır.
Adam ise aynı gün Irak’a doğru yola çıkmak ve sevdiği kadına ulaşmak için bir dakika bile tereddüt etmez... İnatçılığı ve şansı sayesinde aynı gün kadının her şeyden habersiz ve bilinçsizce ölümü beklediği hastaneye ulaşır. Hastane ve doktorlar savaşın mahvettiği koşullarda çaresizdir. Ne ilaç ne de gerekli malzeme vardır. Kadının beyninde ödem oluşmuştur ve bunu geçirmeye yarayan hiçbir ilaç hastanede bulunmamaktadır. Filmde geçen “Umutsuzluk ölümden bile kötüdür...” sözü bu durumun vahimliğini anlatıyor olmalıydı.
Delişmen adam ise umutsuzluğu asla kabul etmeyen tavrı ile şehirde ilaç aramaya başlar. Aramaları her seferinde yıkılmış eczanelerde son bulur. “Eğer ilaç yoksa o zaman imal edilmelidir... Aşk ölümsüzdür...” Vittoria ölmemelidir ona göre. Sonunda adam sevdiği kadını hayata döndürmeyi başarır ama kadın bundan habersizdir. Bir süre sonra kadın ülkesine döndüğünde ise bahar ayında arabasıyla gezinirken ağaçlardan dökülen, etrafı kar yağdığına inandıran pamukçuklardan göz gözü görmez. Arabanın karşısına ise hayvanat bahçesinden kaçmış bir kaplan çıkar...)
Kısaca özetlemiş olduğum film de, reddedilme ve savaş ortamının getirdiği tüm olumsuzluklara rağmen umudunu kaybetmemenin önemini görmekteyiz. Yazar Fuad’ın hazin sonunda ise umutsuzluğun sonucu örneklemiş gibi. (Her ne kadar ölüm şekilleri ve nedenleri farklı olsa da Beşir Fuat’a gönderme yapılıyor gibi hissettirmesi yoruma açık)
Umut, bu hayatta bize verilmiş en büyük içsel güç olsa gerek. Her birimizin hayatı, kendi penceremizden bakıldığında birçok zorlukla doludur. Kime sorsanız kendi hayatı diğerlerinkinden daha zordur. Birçoğumuz bu zorluklarla baş edemeyip pes ederken, bir kısmımız ise zorluklarla baş etmenin anahtarını bulup hayata sıkı sıkı tutunabilmektedir. Hayatın tüm zorluklarına karşı umudumuzu yitirdiğimizde ise hayat çekilmez hale gelir ve boşvermişliğin sularında sürüklenmekten başka yol kalmaz bize.
Felsefi açıdan baktığımızda ise mitolojik bir karakter olan Sisifos, her gün bir kayayı yukarıya çıkarıp durur. Ancak Sisifos tam zirveye çıkacakken, kaya elinden kaçarak eski yerine gelir ve tekrar o kayayı yukarıya götürür. Bu kısır döngü sonsuza kadar sürer. Sisifos gibi bizlerde her gün benzer işlerle uğraşarak döngünün değişeceği anı bekleriz. Ancak içimizdeki cılız umut ateşinin fitilini yükseltmeden ve de hayatımızdaki dengeyi kurmadan bu kısır döngünün değişebileceğini ummuyorum. Tam bu noktada determinizm işin içine girmekte. Biz dün ne yaptıysak bugün onlar karşımıza çıkar, bugün yaptıklarımız ise yarını inşa eder. Her şeyin sonucu bir sonraki olacağın nedenini doğurur. Bu süreç daima birbirini kovalar durur. Diyeceğim o ki; yaşantımızı şekillendiren yapı taşlarının ustaları kendimiz olabilir miyiz? Bu gerek yanlış meslek, eş, arkadaş seçiminde, gerekse ruhumuzu dinginleştirip bizi mutlu edecek ve geliştirecek etkinliklere zaman ayırmamızda ve daha bir çok konuda hayatımızın imarlığını yapmaktayız. (Diyeceksiniz ki her şey mi bizim yüzümüzden, tabii ki hayır, öyle sıkıntılarla uğraşan insanlar var ki bunların sebebi kadere ya da talihe bağlanabilir)
Peki her şeye rağmen zorluklarla baş etmenin anahtarı nedir? Bana göre bunun iki yolu vardır. İlki bilimsel açıdan baktığımızda karşımıza çıkan “Düşünce Gücü”dür.
Uzmanlara göre “Düşünce Gücü”ile her şeyi değiştirebiliriz. Ne zaman bir deneyim yaşasak, karşılık gelen nöronlar aktive olur. Her etkinleştirildiklerinde, önem sırasına göre biraz yükseltilirler. Bir deneyimi tekrarlamak veya uzatmak, nöronlar arasındaki bağlantıları güçlü tutacak ve kalıcı olmalarını sağlayacaktır. Yaşadığınız her şey beyninizin fiziksel yapısını bir şekilde değiştirecektir. Yaptığınız şeyler, zaman geçirdiğiniz insanlar, her duygu, düşünce ve otomatik deneyim, sizi olduğunuz kişi yapmak ve kim olabileceğinizi etkilemek için beyninizin kablolarını etkiler.
Bu bakış açısı her ne kadar kulakları tıkalı bireylere hitap etmese de ben bu güce inananlardanım. Sürekli olumsuzluklara odaklanan insanların bir süre sonra hayatında sadece olumsuzluklar yaşadığını görmekteyim. Ancak hayatındaki tüm olumsuzluklara rağmen sürekli olumlama cümleleriyle beynine olumlu sinyaller gönderen bireylerin, hayatın olumlu taraflarını görmeye başladıklarında, daha pozitif bir hayat sürdüklerini ve de üretken olduklarını söyleyebilirim.
Biz mi beynimizi yönetiriz beyin mi bizi yönetir sorusu derin bir paradoksu doğursa da; beynimizi bizlerin etkilendiğine inanıyorum. Olumlu ya da olumsuz sinyaller gönderdiğimiz beynimiz, gönderdiğimiz sinyalin türüne göre geri dönüt verir. Eğer ki gireceğimiz bir sınav ya da iş başvurusu öncesi “ben bunu zaten başaramam, hata yapacağım” komutunu beyne gönderirsek, beynin “hımm bu kişinin istediği başarısız olmak, ben onun istediğini yerine getireyim” demesi kaçınılmazdır. Ancak olumlama cümleleriyle beynimize gönderdiğimiz “ben bunu başarabilirim, üstesinden gelirim” gibi sinyallerine ise beynimiz olumlu yanıtlar verecektir. Eğer ki kendisine hiçbir halta yaramaz bu denmesine rağmen umudunu kaybetmeden bildiği yolda yürüyüp geleceğe damga vuran bir Einstein, Thomas Edison, Tolstoy, Elvis Presley ya da tüm zorluklara rağmen umudunu yitirmeyen Hawking gibi nice isimler ortaya çıkmazdı.
Öğrencilerime bu isimlerin yanında şu iki örneği veririm bu konuyla ilgili. İlki, buz pateni yarışması başlar başlamaz yere düşen kızın, yarışmaya çok geride başlamasına rağmen içindeki umudu kaybetmeyip yarışmaya azimle devam ederek açık ara farkla birinci olması.
İkincisi ise beyin tümörü teşhisi koyulan birisinin bir hafta boyunca beynine sürekli olumsuz sinyaller göndermesinden sonra tekrar hastaneye çağrıldığında tahlillerin karıştığını öğrenmesi ve hastanenin özür mahiyetinde check up yapınca bir hafta önce kanser olmadığı halde bir hafta sonra kanser çıkması.
Bu iki örnekte de görüyoruz ki düşünce gücüyle beynimiz tercih ettiğimiz bakış açısına göre bize yanıt vermiş. Filmde de “Umut, gözle görülemeyeni görür, elle tutulamayanı hisseder ve imkânsızı başarır.” repliği ve filmin sonundaki sahne: Umudun diğer bir deyişle düşünce gücünün yapamayacağı bir şey olmadığını gösteriyor. İnanmak başarmanın yarısıdır diye boşa denmemiş değil mi?
İkinci yol ise; hayatımıza renk katıp onu anlamlı kılarak dengeyi kurmak olsa gerek. Her gün aynı maratonun koşucusu olmak tabii ki bizi bir Sisifos’a çevirecek. Hayatın akışına paralel kürek çekmek yerine başka yönlere de kürek çekmeye başladığımızda, hayatımızdaki dengeyi de kurmaya başlayabiliriz kim bilir.
Her gün işe ya da okula gitmek, eve gelindiğinde ise uyuyana kadar hep aynı şeyleri yapmak bir süre sonra ruh boşluğuna yol açacaktır. Yıllar o kadar çabuk geçecek ki bir de bakmışız yaş başını almış gitmiş ve kendimizi, hayatımızın anlamını sorgularken bulmuşuz. Ancak fiziksel ve zihinsel olarak birçok şeyi yapabiliyorken hayatımızın anlamını bulabilirsek; geçmişte keşke şunları şunları yapsaydım deyip kendimizi heba etmeden, mutlu bir ölüme kucak açabiliriz.
Velhasıl yaşamımızı sürdürmek için her ne kadar rutin konulara zaman ayırmak zorundaysak; ruhumuzun çöküşüne sahne olmamak için ihtiyacı olan şeylere de zaman ayırmalıyız ve dengemizi bulmalıyız.
Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...
Sinema09 Ağustos 2024 16:29