“Eski Yunan felsefesi üç bilime ayrılıyordu: fizik, etik ve mantık. Bu bölümlenme konunu yapısına uygundur, yapılabilecek tek geliştirme, buna, dayandığı ilkeyi eklemektir; böylece hem bu bölümlenmenin tamlığı güvence altına alınmış olur, hem de zorunlu alt bölümlenmeler doğru olarak belirlenebilir.” -Kant.
Kant’ın düşüncesini sorgularken onun ünlü ve güzel öğüdüne uyarak ‘‘aklımızı kullanma cesaretini’’ göstereceğiz.
Alıntıda görüldüğü gibi Kant, tikel ve tekil bilimlerin felsefeden ayrıldıklarını söylüyor, bu düşüncenin dayanağı olarak eski Yunan felsefesini gösteriyor. Bu düşünce, salt Kant’ın düşüncesi değil; düşünce tarihinin ortak kabul ettiği ve geleneksel adını hak eden bir dizge bölümlemesidir. Bu düşünceye göre Felsefe, tümel-kök bilim; öteki tikel ve tekil bilimler ise felsefeden doğan-çıkan ayrımlar olarak kabul edilir. Bizim sorunlu olarak gördüğümüz de tam bu düşüncedir; felsefenin, tümel kabul edilip dizgenin O’na göre-görece dizilmesi.
Kant’ın düşüncelerinin içine girerek her bir parçasını daha yakından görmeye çalışalım.
Öncelikle söyleyelim ki burada öznellik kavramı, var olanın nesnel kabul edilmesinin karşılığı olarak kullanılmamaktadır. Mutlak olması anlamında, her şeyin bağlı olduğu varlık olması anlamında kullanılmaktadır.
“Eski Yunan felsefesi üç bilime ayrılıyordu.” Burada özne, ‘‘eski Yunan felsefesidir’’. Kavramlar, Eski, Yunan ve Felsefe. Eski zaten bir akıl kavramıdır, kendinde özü yoktur. Bu yüzden baka şeylerin ilişkisine göre vardır, bu yüzden görecedir, bu yüzden tümel olamaz. Bu tür kavramlarda görecelilik apaçıktır. Eski, bir başka şeye göre, bir yeniye göre ya da daha az eskiye göre vb. eskidir.
Yunan, görecedir; uluslardan biri olarak, başka uluslar olmasa idi kendi de olmayacaktı. Bu yüzden varlığını başka varlıklara borçludur, mutlak değil görecedir. Keza felsefe de görece bir kavramdır, çok çeşitlidir. Öyle ki, herkesin bir felsefesi olduğundan söz edilebilir. Eski Yunan felsefesi, eski ya da yeni felsefelerden biri olarak bir felsefedir. Ya da ulus felsefelerinden bir felsefe; Fransız felsefesi, İngiliz Felsefesi, Alman felsefesi gibi görecedir.
Eski Yunan felsefesi varsa, yeni, daha yeni, daha, daha yeni… Yunan felsefeleri de olacaktır.‘‘Eski Yunan Felsefesi’’ düşüncesi, içinde, olumsuz olarak başka ulusların felsefelerinin belirlenimini taşır: Eski Çin felsefesi, yeni, yeni yeni Çin felsefeleri. Ne kadar ulus varsa o kadar eski ve yeni felsefe. Bu ulusların filozoflarının sayısı kadar ayrı cins felsefe.
Eski Yunan felsefesi içinde de çok çeşitli felsefeler var. Eski Yunan Felsefesi bunlardan hangisi, Herakleitos mu, Sokrates mi, Septikler mi, Pythagoras mı, Parmenides mi...? Belirsizlik, belirsizlik, belirsizlik! Bilim, bilim, bilim!
“Eski Yunan felsefesi üç bilime ayrılıyordu: fizik, etik ve mantık.’’
Bu iki tümceli cümle, dizgenin düzenine göre kurulmadığı; aklın düzeni ise dizgenin düzenine göre kurulduğu için aklı rahatsız eder. Bu cümlede Tümel ile ayrımlar arasındaki ilişki dilsel ifadede görünmez. Ayrılanlar da zorunlu olarak var olması gereken birliğe ilişkin hiçbir iz yoktur. Oysa ayrımlar, Tümelde-Bir’de ortaktırlar ve bu ortaklık her birinin tözsel yanıdır. Türlere ayrılan tümeldir, türler Tümelin türleridir. Türde, türemiş olanda tümelin kendisi vardır ve bu var oluş ifadede olmalıdır. Çünkü ayrımlarda var olan tümelin mührü ya da damgasıdır. Tersi durumda ayrımlar, namussuz, damgasız ve anneleri babaları belli olmayan olarak köksüz, asılsız vb. olacaklardır. Diyebiliriz ki, tümelin adı türde tekrarlanmıyorsa adlandırma kötü bir adlandırmadır. Çünkü bu durumda türde asıl olanın temsili seçik olarak görünmez.
Bir başka tümce: “Bu bölümleme konunun yapısına uygundur”
Bu tümcede de görecelilik ile daha karşılaşıyoruz. Bu kez özne Kant ve öznellik-görecelilik Kant’ın öznelliği-göreceliliği. Çünkü Kant, bölümlemenin konunun yapısına uygun olduğunu söylüyor fakat neden böyle olduğunu, niçin başka türlü olamayacağını söylemiyor. Bu durumda bu yargı iki kez öznel bir yargıdır. İlki Kant’ın yargısı olmasından, ikincisi nesnelliğinin serimlenmemesinden dolayı iki kez öznel bir yargıdır. Bu yargının öznelliğinin bizim tarafımızdan kanıtlanması beklenmememledir -bunu yapacak olmamıza karşın- çünkü yazar yazmakla, yazdığının kanıt içermesi sorumluluğunu da üstlenmiş olmaktadır. Bu durumda düşünce dizgesi mutlak-nesnel bir zeminden yoksun olarak öznel kavramların dizilimi ile devam ediyor. Nasıl mı? Bakalım.
Bu bölümleme konunun yapısına uygundur”
Konu ne? Konunun yapısı ne?
Konu mutlak’tır, tümeldir. Konunun yapısı mutlak’ın yapısıdır.
Kant mutlak’ın bu iki kipine ilişkin bilgi vermiyor. Düşüncesi ile açıklaması arasında ilişki kopuk.
‘‘Bölümleme konunun yapısına uygun’’ ve ‘‘Eski Yunan felsefesi’’… Bu iki öznel yargının ilişkisinden ortaya çıkacak yargı da zorunlu olarak öznel olacaktır. Öznel olan demek temelsiz olan demektir; varlık-bilim dizgesinin çıkarımı öznel-temelsiz yargılara bırakılamaz. Eğer bu yapılacak olursa tinsel alanın nesnel ya da bilimsel olması gereken zemini, insanların öznel yargılarına göre oluşacaktır ki, bu tinin ürettiği yaşam kipi de öznel yaşam biçimlerinin toplamı olacaktır, düzensizlik/kargaşa tini.
“Yapılabilecek tek geliştirme, buna, dayandığı ilkeyi eklemektir.”
Kant, bize bölümlemeyi bir ilkeye dayandırma sözünü verir ama bu çabaya girişmez. Konuya ilişkin devamla yazdıkları bölümlemenin dayandığı ilkeyi arayış değildir. İlke mutlaktır; çünkü ilk mutlaktır, mutlak ise yalnızca ilk olan olabilir. Bölümleme, kendi özüne uygun olarak mutlak-tümelin, görecede ve tikel-tekilde kendini devam ettirerek açığa sermesidir. Tikelde- tekilde kendini devam ettiren ortak evrensel mutlaktan başka bir şey olamaz. Kant gerçekten de bu ilkeyi, bu evrenseli-mutlak’ı aramaya yeterince yoğunlaşsaydı, bölümlemesindeki çelişkiyi görebilirdi. Bunun için ise dikkatini pratikte zaten var olan tekil bilimlerin adlandırmasındaki lojik ekine döndürmesi yeterli olacaktı. Biz, bu basit işlemi yaparak dizgeyi açık seçik bir kipte mutlak’a-tümele dayandırmaya çalışacağız.
FELSEFE ADI/KAVRAMI, MUTLAK’IN-TÜMELİN ADI/KAVRAMI OLABİLİR Mİ?
Felsefe adının mutlakın adı olamayacağı o kadar açıktır ki, şimdiye kadar felsefeye mutlak varlıktır diyebilen hiçbir düşünür olmamıştır. Mutlak varlığa, töz, tanrı, logos vb. adlar verilmiştir ama felsefe adı asla.
Buna karşın, bölümlemenin mutlaktan başlanması zorunluluğu, felsefeden başlama keyfiyetine nasıl dönüşmüştür bilemiyoruz. Ama bu dikkatsizlik mutlak hakkında yapıldığı için, yanlışın sonuçlarını mutlaka ve mutlak biçimde taşıyacaktır.
Kant’ın düşüncesinin kendinde hali bize, Felsefesözcüğünün mutlak’ın/tümelin adı olabileceğinden daha çok mutlak’ın/tümelin adı olamayacağını gösterir. Bunun Kant’ın dikkatinden kaçmış olmasının bir nedeni, o dönemlerde -ve hemen her dönemde- felsefe sözcüğünün etimolojik anlamı dışında rastgele ama rast getirilemeyen bir biçimde kullanımının alışkanlık haline gelmiş olmasıdır. Descartes’in dediği gibi, filozofların çoğu zaman düşüncelerini doğrulamadan öne sürmeleri, sanılarını gerçek sanmalarıdır. Alışkanlıkların bilim alanında ne kadar yıkıcı olabileceğini ve bir düşünceyi doğrulamadan öne sürmenin yanlışlığının, kuşaktan kuşağa çoğalarak yayıldığını ve yanlışlığı yaşamlaştırdığını görmek zor olmamalıdır.
MUTLAK’IN-TÜMELİN TAŞIMASI GEREKEN ZORUNLU ÖZELLİKLER.
Mutlak-Tümel, bütün tikel ve tekil ayrımları kapsamalıdır. Tikel ve tekil bilimler çok olduğu için tümel bilim ya da mutlak çok değil, BİR olmalıdır; öznel değil nesnel, mutlak anlamda nesnel olmalıdır.
Oysa felsefe bir tane değildir yüzlercedir.Ulusların felsefesi, çağların felsefesi, filozofların felsefesi, bilimlerin felsefesi, kişilerin felsefesi gibi pek çok felsefe cinsi ve bu cinslerin dalları olarak da felsefe türleri vardır. Buna karşın herkesin kabul ettiği BİR tek felsefe yoktur ve olamaz. (Hegel gibi bazı filozoflar tek bir felsefeden söz etmiş olsalar da aynı anda, bir o kadar da birçok felsefeden söz ederek ve bunun kitaplarını yazarak tek bir felsefe düşüncesini kendileri olumsuzlamışlardır.) Salt bu nedenle Felsefenin göreceliliği-öznelliği apaçıktır ve öznelden-göreceden dizge başlamaz ya da doğmaz. Dizgenin doğumu zorunlu olarak görece olmayandan, mutlak ’tan olmalıdır.
GELENEKSEL DİZGE-KANT’IN DİZGESİ DOĞRU OLSAYDI SONUÇ NE OLACAKTI.
Bir an, olmayan eğri yöntemine göre, var olmayanı var sayalım. Ve bu varsayımın sonuçlarını görelim. Felsefenin tümel-mutlak bilim olduğunu kabul edelim. Bu duruma göre-görece, dizgenin ad ve kavramlaştırılmasının nasıl şekilleneceğimi görelim.
Eğer felsefe mutlak-tümel bilim kabul edilirse, dizgenin ayrım ve birliğinin adlandırılması, bir tekil bilim üzerinden şöyle olma zorunda kalacaktı: Mutlak-tümel, kendini tekilin adı ve kavramında bizzat göstermelidir; tikel ve tekil, tümelsiz-temelsiz olamaz.
Mutlak’ın felsefe kabul edildiği durumda dize aşağıdaki gibi ortaya çıkacaktır.
Biyo Platon Felsefesi, Biyo Skolastik Felsefesi, Biyo Descartes Felsefesi, Biyo Spinoza Felsefesi, Sosyo Aristo Felsefesi, Biyo … Felsefesi… Elbette bu tekil bilimlerin tümellerinin-felsefelerinin yerine yüzlerce felsefe türü konulacağı için yüzlerce biyoloji-sosyoloji türü olacaktır. Ancak bilim için ilk şart olan evrenselliğin yerine, olanaksız olan yüzlerce öznel bilimler olacaktır. Bu kipte öznellik ve bilim kavramları (nesnellik) birbirini götürür, sonuçta ortada ne evrensel kalır ne de bilim.
Yine de evrensel, biz onu tanımadığımız için yok olmaz, tanınır olmaktan çıkmaz. Bir yolunu bulur, kendini tanıtır ve kendi yerini bize rağmen alır. Hegel buna aklın hilesi der. Fakat aklın hileye gereksinimi yoktur, akla hile yapmaya kalkışan insandır. Tek hile yapılmayacak şey akıldır, bu yüzden hiçbir hile aklı tümü ile kapatamaz, örtemez.
Mutlak’ın akıl olarak kendini göreceliliğe karşı evrensel olarak ortaya koyuşu ve dayatışı, Tekil bilimlerin adlandırılmasında açık ve seçik ortaya çıkar. Bu açık-seçikliğe karşı bizim düşüncemiz, karışık ve kapalı olsa da.
Pratikte Bölümleme kendi kendini doğru kurmuştur. Tekil alanlar kendi tekil adına ek olarak GERÇEK MUTLAK’IN-tümelin adını da almıştır. Biyo-loji, sosyo-loji gibi. Mutlak-Tümel Logostur. Öyle ise gerçekte tekillerin adlandırması zaten doğrudur, logos ’un yerine başka bir tümel aramak (felsefe gibi) konunun içerik ve biçiminin ne kadar karıştırıldığının bir anlatımdır.
Burada daha ayrıntılı üzerinde durmak gerekmese de Kant, metninin sonraki bölümlerinde doğa felsefesinden, tin felsefesinden doğa metafiziğinden, tin metafiziğinden söz ederek yalın olanı karmaşıklaştırır durur.
MUTLAK-TÜMEL ‘BİR’ OLMALIDIR.
Mutlak-Tümel, bütün tikel ve tekil bölünmeleri-bölümleri kapsamalıdır. Tikel ve tekil bilimler çok olduğu için tümel bilim, çok değil BİR olmalıdır, öznel değil nesnel, aynı zamanda bilimin konusu ve bilim olmalıdır. Çünkü bilim ancak bilimden doğar. Bilim olmayan, bilim olanı doğurma yetisine, bilim olan da bilim olmayandan doğma olanağına sahip değildir.
Oysa felsefe bir tane değildir, yüzlercedir.Ulusların felsefesi, çağların felsefesi, filozofların felsefesi, kişilerin felsefesi gibi pek çok öznel felsefe cinsi felsefe vardır, buna karşın herkesin kabul ettiği BİR felsefe yoktur ve olamaz.Salt bu nedenle Felsefenin öznelliği apaçıktır ve öznel mutlak olmayandır. Çünkü, görecelilik-öznellik, bilimin ilk ve en önemli niteliği olan evrenselliği olumsuzlar.
Eğer felsefe mutlak ve tümel bilim kabul edilirse, dizgenin ayrım ve birliğinin adlandırılması, bir tekil bilim üzerinden şöyle olma zorunda kalacaktı: mutlak-tümel, kendini tekilin adı ve kavramında bizzat göstermelidir; tikel ve tekil, tümelsiz-temelsiz olamaz.
MUTLAK’IN DİZGEYE SIZIŞI.
MUTLAK’IN-TÜMELİN kendini öznelliğe karşın evrensel olarak ortaya koyuşu ve kendini öznelliğe dayatışı Tekil bilimlerin adlandırılmasında açık ve seçik ortaya çıkar. Bu açık-seçik liğe karşı bizim düşüncemiz, karışık ve kapalı olsa da.
Pratikte dizgede-bölümlemede, Tekil alanlar kendi tekil adına ek olarak gerçek mutlak’ın- tümelin adını da almıştır. Biyo-loji, sosyo-loji gibi. MUTLAK-TÜMEL LOGOSTUR. Öyle ise gerçekte tekillerin adlandırması zaten doğrudur, logos’un yerine başka bir tümel aramak (felsefe gibi) konunun içerik ve biçiminin ne kadar karıştırıldığının kaba bir anlatımıdır.
‘‘Felsefe’’ Kavramının İçerik Olarak mutlak’ı-Tümeli Taşımadığı Şüphesinin Ortaya Çıkışına Bakalım
Felsefe ad ve kavramının tümel bilimi temsil etmediği (edemeyeceği) şüphesinin ortaya çıkış zamanı önemlidir. Bu şüphe neden başka bir zamanda değil de tekil bilimlerin gelişmesi ile birlikte doğmuştur?
Ayrımın pratik olarak ortaya çıkması, dönüp birliğe yeniden bakmayı kolaylaştırır ya da tümel tekil ilişkisini test etmek için ayrımın fiilen ortaya çıkması ve tümelle uyumunu göstermesi gerekecektir.
Tekil bilimler, özgün birer bilim olarak hep var değildiler. Kendi kendilerini Zamanla ve süreç içinde kurmuşlardır. Özellikle de Reform-Rönesans sonrasında gelişmeye başlamışlardır.
Tekil bilimlerin ayrımı pratik olarak geçekleştiği zaman, yani tekil bilimler geliştiği ve bağımsızlık kazandığı zaman, önceden varsayılan, bilimlerin birliğinin Felsefede olduğu görüşü sarsıldı. Çünkü birlik ve ayrım, salt kendi kendinde değil, karşıtlarında da daha seçik görülür. Öyle ise pratikte ayrım oluştuğu zaman, yani bilimler ayrılıp kendi belirlenimleri geliştiği zaman, onları neyin birliğe getirdiği veya onların neyden ayrıldığı tekil bilimlerin kendisinde açıkça görünür hale geldi. Çünkü bu birliği ve tümeli, her bir tekil bilim, kendi adında-biçiminde ve içeriğinde taşıması gerekir.Birlik gerçek birlik değildi. Tekil bilimlerin gelişmesi sahte birliği açığa çıkardı, gerçek birliğin aranması için olanak açtı.
Özetle, birlik ve ayrımın biçimsel yapısı, önce insan eli-düşüncesi ile bozuldu sonra bu bozukluktan şikâyet edilmeye başlandı. Böylece de bu bozulmanın düzeltilmesi olanağı doğdu.
Felsefe adı altında birlik sanısı pratikte yıkıldı ama gerçek birlik kurulamadığı için sanının yerini şüphe aldı ve elbette yeni bir doğru kurulum ihtiyacı da belirdi. Bir yandan da eski alışkanlık son bulmadı. Birliğin kurulması istemi, şüphenin alanına ilerledi, oraya iyice yerleşti.
Ayrımların birliğini ve birliğin ayrımını tereddütsüz taşıyan kurucu ilke olan bir AD-Kavramın temelinde dizge yeniden kurulamayınca dizgedeki karmaşa ve karmaşa içinde dizge; daha doğrusu dizgesizlik devam etti.
MUTLAK-TÜMEL, ZORUNLU OLARAK TÖZDEN BAŞKA BİR ŞEY OLAMAZ.
Tözün dışında her şey ayrım-bölümdür. Bölüm tümel olmaz; bölüntüdür, parçayı kapsar.
Mutlak-Bütün, ya da tümel, her şeyi kapsayan ve başka bir şey tarafından kapsanmayandır.
Tümel, her şeyi kapsamasa idi, kendi dışında tikeller ve tekiller olacaktı. Bunlar zorunlu olarak bir tümelin bölümü olacağına göre bir başka tümel olması gerekirdi. Oysa her şeyi kapsayan iki tümel olamaz.
Öyle ise tümel tek olmak zorundadır. Tek olan sonsuzdur, sonsuz olan töz ya da Tanrıdır, logostur. Bu durumda mutlak ya da tümel olan tözdür ve ayrım tözden olacaktır.
Tözün bölünmeyeceği düşüncesi bizi duraksatmamalıdır. Bölünme, bölme kipi töze uygun değildir; var olan her şey tözden başka bir şeyden türeyemez. Tözün bölünmesi yerine, sonsuz sıfatları yolu ile oluşa geçişi diye ifade edersek, bölünme sözcüğünün uygunsuz kip olduğunu da anlatmış olur ve tözden-mutlaktan tikel ve tekile geçişi bir ilkeye oturtabiliriz.
Var olan her şey sıfatları-yüklemleri ve kipleri yolu ile vardır ya da var olan şeyde yüklemler ve kipten başka bir şey yoktur. Her şeyin bir özü vardır, zorunlu olarak böyledir ve özü belirleyen yüklemler-sıfatlardır. Yüklem ve sıfatlar özün adlarıdır. Öz’deki ayrım kendinde bulunan sonsuz sıfatlara ve bu sıfatların oluştaki kiplerine göre oluştuğu için böyledir.
Mutlak’ın-tümelin töz olduğunu bir başka açıdan da açıklayabiliriz.
Var olan her şeyin tekillerden oluştuğu açık ve seçiktir. Tekillerin kümeler-tikeller halinde gruplandığı da açık ve seçiktir. Tekillerden ileri doğru ilerlendiğinde sonsuz tekillere doğru; tekillerden geriye doğru ilerlendiğinde ise sonsuz mutlak’a-tümele ulaşılır. Buradan ise Bir’in çoğu kapsadığı, çoğun ise Bir’de kapsadığı sonucu açığa çıkar.
KONUNUN AÇIK SEÇİK ANLAŞILMASIMNI ÖNLEYEN BİR ÖNYARGI
Töz-mutlak ve ayrımlar konusunu düşünürken her şeyi birbirine yanlış bağlamaya yol açan bir tutum, önyargı vardır ki, bu önyargıya değinmeden geçmek bu önyargının yargısında çökmemize yol açar.
Bu önyargı-tutum şudur: Reel olarak önce kendinde mutlak-töz- tanrı vardı. Ayrımlar ise hiç yoktu, ayrımlar zaman ve mekân olarak sonradan oluştu. Bu oluşumdan önce zaman ve mekân yok idi. Bu önyargı daha çok tek tanrılı dinlerin mantıksal yapısının bir sonucudur.
Bir başka ifade ile, Birlik ve ayrım, töz ve onun sıfatlarının olgusallığı önce ayrı ayrı vardılar sonra her ne olduysa, her ne zaman oldu ise Töz-mutlak’tan, tanrıdan ayrılan bu sıfatlar olgusallaştı.
HAYIR, HAYIR, töz ve sıfatları arasında böyle, ZAMANSAL VE MEKÂNSAL bir ilişki yoktur, olamaz. Töz, zamansal ve mekânsal değil, sonsuzdur. Bu şu demektir, hiçbir zaman ve hiçbir mekânda töz-tanrı, kendi soyut halinde ve ondan oluşan tikel ve tekillerden apayrı bulunmuyordu. Bu, soyut metafiziktir. Oysa soyut metafizik adından da anlaşılacağı gibi soyuttur, somut ve gerçek değil. Mutlak-Tümel-Tikel ve tekil kipleri beraber vardırlar. Salt Tözün kendinde kipi sonsuz değildir. Tözün, töz-tanrı ve tikel ve tekiller, somut olarak ya da aktüel olarak hepsi bir arada sonsuz zamanda ve sonsuz mekânda birlikte vardırlar.
Ya da sadece tözde potansiyel olarak vardır. Reel ile kendinde kipleri ayrı ayrı sadece soyutlama olarak vardırlar, yani var sayılırlar. Çünkü gerçeklikte-somutta ayrımları birbirini yok eder o nedenle ayrımları reel olarak yoktur. ‘‘Birlik ve ayrım, töz ve onun sıfatlarının olgusallığı, önce ayrı ayrı vardılar, sonra her ne olduysa, her ne zaman oldu ise Tözden-Tanrıdan ayrılan bu sıfatlar olgusallaştı. HAYIR, tözün ve sıfatları arasında böyle, ZAMANSAL VE MEKÂNSAL bir ilişki yoktur, olamaz. Töz, zamansal ve mekânsal değil, sonsuzdur. Bu şu demektir, hiçbir zaman ve hiçbir mekânda, töz-tanrı, kendi soyut halinde ve ondan oluşan tikel ve tekillerden apayrı bulunmuyordu. Salt Tözün kendisi sonsuz değildir, töz-tanrı ve ayrımlaşmış sıfatlarının ikisinin bir arada sonsuz zamanda ve sonsuz zamanda birlikte var oluşları da sonsuzdur.
TÜMEL, TÖZ-TANRI NEDEN LOGOS-LOJİK OLARAK ADLANDIRILMALIDIR?
Logos sözcüğü, bildiğimiz gibi tümelin kavramı olarak ilk kez Herakleitos tarafından kullanılmıştır. Logos kavramı, Düşünce tarihinde her zaman, kendi mutlak-tümel yerinde konumlanamamış ise de bu pratik, düşünürlerin felsefe kavramına takılı kalmalarından kaynaklanır.
Tekil bilimlerin adlarında logos-loji ek adının bulunduğunu, kullanıldığını biliyoruz. Bu fiili durum, bizi uyarması gereken bir biçimlenme değil midir?
Logos’un kendinde biliminin -Bu bilime Kant yanlış olarak biçimsel bilim diyor- adı lojik değil midir? Bu pratik adlandırma da mutlak’ın-tümelin ne olduğu, -logos olduğu- konusunda bizi uyarmalı değil midir?
Düşünce tarihi boyunca Logos adı tanrı yerine kullanılmış değil midir? Bu kullanım bizi uyarmalı değil midir? Kuşkusuz burada Tanrı kavramını tümel olarak alırken, onu, saltık akıl olarak alıp ona akıl dışı hiçbir şey yüklememeyi zorunlu şart olarak kabul etmeliyiz.
Gerçek açığa çıktığı zaman, hayret edilecek derecede yalın olduğu görülür. Ortaya çıkarılamadığı zaman ise karışık ve karmaşık görünür. Her varlık kipinde ve her varlığın bilgi kipinde mutlak-tümel olarak logos vardır, kendini gösterir. Yeter ki biz onu kapatmayalım, yeter ki dizge doğru kurulsun.