Dijital Yalnızlık
Çağan Irmak’ın yönettiği Issız Adam filmi şu cümle ile biter: “karda donmak üzeresin, uyumak tatlı geliyor ama sen öldüğünün farkında değilsin!”
Acaba gerçekten böyle midir? Yani insan donacağını bilerek uykuya dalar mı yoksa uyku mu vazgeçilmezdir?
Bu cümlelerin sayısı ve biçimini değiştirerek hemen her olguya uyarlayabiliriz. Ama esasen benim bu yazıda vurgulamak istediğim şey, yalnızlık olgusu. Hatta daha da özel bir yalnızlık biçimi olan dijital yaşamda hissedilen yalnızlık…
Dijitalleşme bizi daha yalnız mı yapıyor? Yoksa yalnızlığımıza teknolojik kamuflaj mı arıyoruz?
İçinde yaşadığımız çağ, tekniğin ve bilimin yükseldiği ve tüm gücüyle insani olan her şeyi yıkıma uğrattığı, bize dair hemen her şeyin ya anlamsızlaştığı ya da yeni anlamlar kazandığı sert ve yıkıcı bir dönem. Bu denli yoğun anlam kaymalarının olduğu bir dönemde yaşamak, hatta yaşamaya çalışmak bile önemli bir çaba gerektiriyor. Tüm bu dinamizm içinde insan olmak, insani değerleri öne çıkararak yaşamak da zor… Değerlerimizi, yaşam biçimimizi ve insanlığımızı dijital dünyada yitiriyoruz; başkalarının değer ve yaşam biçimlerine sosyal medya kanalıyla öykünüyoruz. Saatlerimizi harcadığımız TikTok, Facebook veya Twitter gibi mecralarla yalnızlığımıza çare bulmaya çalışıyoruz. Telefonumuz çalsın istiyoruz, birilerinin bize ihtiyacı olsun… Boş mesaj kutularını veya eski iletileri defalarca okuyor; başkalarının durumlarında paylaştığı görsellere defalarca bakıyoruz. Aslında yalnızlığın o yıkıcı dehlizlerine çoktan düşmüşüz ancak bunun farkında bile değiliz, biraz fark etsek de aslında bir şeyleri değiştirme gücümüzün olmadığını düşünüyoruz. Karda donmak üzereyiz ama uyumak da hoşumuza gidiyor…
Dijital yalnızlık, insanın kendini internet veya diğer dijital teknolojiler yardımıyla diğer insanlardan soyutlaması hali. Hikikomori sendromu, slaktivizm gibi farklı şekilleri olan ve tepkisizlik veya eylemsizliğin bir sonucu olarak gelişen psikolojik bir durum. Aslında Hikikomori hastalığı hemen her şeyden elini eteğini çekip kendini dijital detoksa sokmak demek. Yani dijital dünyadan kaçarak inzivaya çekilmek… Slaktivizm ise bir çeşit eylemsizlik hali, dijital ortamda karşılaştığımız şeylere karşı geliştirdiğimiz bir çeşit tepkisizlik, vurdumduymazlık… Bu ikisi birleşince insan tüm enerjisinin damarlarından çekildiğini hissediyor. Yani bizi biz yapan her şey bir süreliğine rafa kalkıyor. Dijital alanda olsak da artık diğerlerinin yaşamlarıyla ilgilenmiyor veya kendi yaşamımızı ifşa etmiyoruz. Sessiz kalıyor, mesajları okuyor ama yorum yapmıyoruz… Twitter’da hesap açıp insanların iletilerini okuyan ama herhangi bir etkileşime girmeyen insanlar dijital yalnızlığın tam da ortasında…
Dijital yalnızlığın gerçek yaşamdaki yalnızlıkla da ilgisi var elbette. Yaşamda yalnız olan birey bir şekilde dijital dünyada sosyalleşmek istiyor; bunun için mesela sanal evlilik sitelerine yöneliyor. Evlilik sitelerine üye olup profil oluşturuyor; insanlarla tanışıyor veya sadece orada olup farklı bir heyecanı deneyimliyor. Bu profillerin çoğu yalan yanlış bilgiler içeriyor. Yapılan bir araştırmada evlilik sitelerinde oluşturulan profillerin sadece %8’i kendisi hakkında doğru bilgileri paylaşmış; %42’si ise tamamen hatalı bilgiler vermiş, geriye kalan %50’nin de çok az bilgiyi doğru söylediği ifade edilmiş. Demek ki dijital yaşam yalanlar üzerine kurulu… Yani bu evlilik sitelerinde doğru bir şey bulmak zor; hatta bataklıkta gül aramak gibi bir şey. Ama elbette hayatının aşkını bulanlar da olabilir. Yine de insanlar yalnızlıklarına çözüm bulmak için buralara giriyorlar.
Dijital yalnızlık biraz daha farklı bir şey aslında… Bazen gerçek yaşamda sosyal bir çevrede yer alıp sırf kendi benliğini bulmak veya sakladığı kişiliği ortaya çıkarmak için bile bu tür sitelere girildiği oluyor. Özellikle yetişkin içerikli sitelerde dijital yalnızlığın bin bir çeşidini görüyorsunuz; insanların içlerinde iki temel güdü olduğunu söyleyen Freud’un kemikleri sızlıyordur. Çünkü bu tür sitelere girenlerin %60’ı şiddet içeren cinsel içerikleri tüketmekten haz aldığını, %70’i yalnız bir yaşam sürdüğünü söylüyor.
Bugün Japonya’da yalnızlık bakanlığı diye bir kurum var. Amaçları vatandaşların yalnızlıklarına çözüm üretmek. Buna benzer bir durumun gelecekte hemen her ülkede yaşanacağı öngörülüyor. Tek ebeveynli aileler, stüdyo daireler, evcil hayvan besleme oranlarının yükselmesi, boşanma oranlarındaki artış… Tüm bu nicel veriler aslında giderek yalnızlaştığımızı ortaya koyuyor.
Dijitalleşme bizi daha yalnız yapmıyor. Biz dijital dünyada yalnızlığımızı gizlemeye veya ondan kurtulmaya çalışıyoruz. Kimimiz kendisini gizleyerek ikinci veya üçüncü karakterini ortaya çıkarıyor; içindeki LGBT+ eğilimleri dizginlemek için dijital mecralarda vakit geçirenler de var, dijital alışveriş sitelerine milyonlarca lira yatıranlar da… Yani hepimiz bir nedenle, yalnızlığımızı saklamak veya ona çare bulmak için sanal ağlarda geziniyoruz. Facebook’ta karşılaştığımız ilkokul arkadaşımızla birkaç selamlaşma dışında ne konuşabiliriz ki… Oysa birilerinin, hiç tanımadığımız birilerinin bize işinin düşmesini seviyoruz… Bazen tanımadıklarımızla konuşmak için hasta numarası yapıp hastanelere gidiyoruz, bazen bir fatura kuyruğunda saatlerce bekleyip sohbet ediyoruz. Aslında iletişim içinde olmaya muhtacız, ama dijitalleşme artık tek kelime etmeden iletişebilmeyi mümkün kılıyor. Mesela ben bu satırları yazarken sizinle konuştuğumu hayal ediyorum ama aslında tek kelime etmeden yazıyorum bu satırları…
Dijital yaşamda bizi yalnızlığa iten başka bir sebepte, konuşanların durumunu veya başlarına gelen ilginç olaylara şahit olmamız. Konuştuğu için linç edilen, siber saldırıya uğrayan, siber zorbalıkla karşılaşan veya çevrimiçi utandırmaya maruz bırakılanları gördükçe korkuyoruz. Başımıza kötü bir şey geleceğinden korkuyoruz. Sessiz kalıp içe çökerek, yalnızlaşarak hayatta kalacağımızı düşünüyoruz. Varoluşsal bir tehdit olmaksızın yaşadığımız bir korku bu… Oysa yalnızlık bizi daha derinden etkileyen bir olgu. Yalnızlaştıkça aslında çevremize yabancılaşıyoruz, yalan söylemeye başlıyoruz. Bazen yalnızlara nasılsınız diye sorduğunuzda oldukça uzun cevaplar alırsınız. Yalnız insan sizi konuşturmaz, sürekli kendinden, başarı veya başarısızlıklarından bahseder. Yalnız insan anlatmak, açılmak, dertleşmek ister; oysa dijital dünyada buna izin verilmez. Çünkü orada evrensel ahlak vardır; ya tamamen ahlak şövalyeliği yapar herkesi linçlersiniz ya da hiçbir şeyi önemsemez, her şeyi boş verirsiniz. Ortası yok maalesef…
Acaba gerçekten yalnız mıyız? Yoksa rol mü yapıyoruz?
İstatistikler yalnız insanların bunu kabul etmediğini söylüyor; aslında yalnız olan ve bunu dert edenler ise daha depresif karakterdeki insanlar. Küçük bir azınlık ise yalnızlığının farkında ve buna çözüm arıyor…
İçimizdeki yalnızlığı gidermenin bir yolu var elbet… Diğerlerine zaman ayırmak, dijital dünyada olsun olmasın herkese hak ettiği saygıyı göstermek ve beklemek: Onlardan sizi hatırlamalarını beklemek… Bu sayede içimizdeki yalnızlığı bir nebze olsun hafifletiriz, belki…