Nirvana Sosyal

Anasayfa Künye Danışmanlar Arşiv SonEklenenler Sosyal Bilimler Bilimsel Makaleler Sosyoloji Fikir Yazıları Psikoloji-Sosyal Psikoloji Antropoloji Tarih Ekonomi Eğitim Bilimleri Hukuk Siyaset Bilim Coğrafya İlahiyat-Teoloji Psikolojik Danışma ve Rehberlik Felsefe-Mantık Ontoloji Epistemoloji Etik Estetik Dil Felsefesi Din Felsefesi Bilim Felsefesi Eğitim Felsefesi Yaşam Bilimleri Biyoloji Sağlık Bilimleri Fütüroloji Edebiyat Sinema Müzik Kitap Tanıtımı Haberler Duyurular İletişim
Prof. Dr. Veysel Sönmez İle “ Gelecek Nasıl Bir Eğitim Bekliyor” Adlı Söyleşisi

Prof. Dr. Veysel Sönmez İle “ Gelecek Nasıl Bir Eğitim Bekliyor” Adlı Söyleşisi

Eğitim Bilimleri 07 Mayıs 2022 15:58 - Okunma sayısı: 2.867

Nazmiye Hazar

Prof. Dr. Veysel Sönmez İle “ Gelecek Nasıl Bir Eğitim Bekliyor” Adlı Söyleşisi

Tarih: 4 Mayıs, 2022
Nazmiye Hazar: Hocam, öncelikle görüşme ile ilgili davetimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Türk Eğitim sistemine kuşak bakımından baktığımızda X, Y, ve Z kuşaklarının da ilgisini çeken birçok kitabınız olduğunu görmekteyiz. Bu açıdan ben de sizin kitaplarınızla yetiştirilmiş bir öğretmen olarak sizinle bugün bir arada olmanın beni onore ettiğini belirtmek isterim. Saygı değer hocam, 2020 yılında tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi Covid-19 virüsü nedeniyle eğitimin özellikle pandemi krizinin başlangıç sürecinde sosyal bir örgüt olan okulları ne kadar olumsuz etkilediğini hepimiz birlikte yaşadık. Bu açıdan “ Gelecekte Olası Eğitim Sistemleri ve Bazı Araştırmalar” adlı kitabınızın özellikle genç araştırmacıların ilgi ve merak konusu olduğunu sizinle paylaşmak isterim. Ancak benim size asıl soracağım soru bir eğitim bilimci olarak kurgusal bir kitap diye tanımladığınız kitabınız ile ilgili bugün neler söylemek istersiniz?
Veysel Sönmez:Bu kitabın hazırlanmasında doktora seminerlerinin çok etkisi oldu. 1976 yılında doktora öğrencisiyken deneysel psikoloji seminerinde öğrenme psikoloji konusunda çalışıyordum. Hocam Dr. İffet Dinç” Veysel bilim ve teknoloji bu hızla gelişirse gelecekte eğitim nasıl olabilir? Bu konuda bir araştırma yap ve bize sun” dedi. Ben hemen kabul ettim. O zamanlar bilgisayarlar çok ilkeldi. Yalnız onlarla basit işlemler yapılıyordu. Bilgiler kartlara delinerek işleniyor. Bu kartlar bilgisayarlara yükleniyor ve onlar üzerinde dört işlem, yüzde, kaykare gibi basit istatiksel işlemler yapılıyordu. İlerde eğitimin bilgisayarlarla yapılabileceğini ve bunun için okul dizgelerinin yeniden nasıl düzenlenebileceğini açıkladım. Öğrenci ve öğretmenin neler yapacağını açıklamaya çalıştım. Robotların eğitim ortamında öğretmenin yerini alacağını İzak Asimov’un bir makalesinde okumuştum. Ondan yararlanarak eğitimin robotlarla nasıl yapılacağını açıklamaya çalıştım ve eğitim dizgesinin nasıl olabileceğini gösterdim. Sonuncul olarak öğrenmenin beyinde olup bittiğini, ABD’de ve bizim fareler üzerinde yaptığımız deneylerle gördük. Buradan hareketle öğrenme ve eğitimin ilerde beyin mühendisliğine doğru evirildiğini kestirebildim. Gelecekte yalnız eğitim değil tüm yaşam ve meslekler beyin mühendisliğinin konusu içinde olabilir. Şimdiden buna hazırlanmamız gerekir. Nitekim Yapay Zekâ bunun habercisi olarak kendini bilim dünyasında göstermeye başladı. Çocuk anne karnındayken, hatta doğmadan önce ona tüm bilgi, beceri, duygu ve sezgiler yerleştirilebilir. Çok ilerde zamanla biyolojik insanın yerini biyo-teknolojik insan, daha sonra tekno insan ve nihayet enelhak insan alabilir. Ben bunları 1976’dan itibaren bazı açıkoturumlarda, panellerde, sempozyumlarda sundum. Hemen hemem tüm öğretim üyeleri karşı çıktılar ve benim içim “ Veysel Hoca oturup hayaller kuruyor ve onların içinde yaşıyor, üstelik saçmalıklarıyla bizi meşgul ediyor” ifadelerini duydum. Şaşırmadım. “Çünkü Türk toplumunun hayalleri bile bilimsel gelişmelerin gerisinde kalmıştı.” Bugün de görüşlerimin yaşamda adım adım gerçekleştiğini görmekten mutluluk ve kıvanç duyuyorum.

Nazmiye Hazar: Hocam, Türk Eğitim Sistemi’ni tarihsel bir süreç içinde değerlendirdiğinizde ne gibi eksikliklerimiz olduğunu ve bu eksikliklerin giderilebilmesine ilişkin yapılacaklarla ilgili ne gibi çözüm önerileriniz vardır?
Veysel Sönmez: Türk Eğitim Dizgesi tarihsel gelişim açışından genellikle çağının gerisinde kalmıştır. Benim görebildiğim kadar aşağıdaki hastalıklar hala sürmektedir:
1. Bilim, sanat ve felsefeyi temele alan, onları bilip uygulayan ve geliştiren insan yetiştiremedik.
2. Karşılaşılan sorunları bilimsel, sanatsal, felsefi yöntemleri kullanarak çözen insan yetiştiremedik. Ezberlemeğe ağırlık ve öncelik verdik.
3. Sürekli kendini yenileyen, icat ve buluşlar yapan insan yetiştiremedik.
4. Etik değerlerle donanık, yanı devletini, vatanını, ulusunu, insanı, doğayı seven, koruyan, onu geliştiren erdemli insan yetiştiremedik.
5. Niteliğin yerine, niceliğe öncelik ve ağırlık verdik. Nitelikli insanı uygun yerlerde ve zamanlarda kullanmadık, onun değerini bilmedik. Beyin göçüne ve ölümüne neden olduk.
6. Çağdaş yaşamı benimseyen, savunan, yaşayan ve geliştiren örnek ve önder insanlar yetiştiremedik. Genellikle geçmişi özleyen, onu yaşamak isteyen, kulluğu benimseyen, mazeret üreten, her şeyi başkasından bekleyen, yalaka, çıkarcı, çalıp çırpan, soyup soyan, dönek, bilime, sanata, felsefeye önem vermeyen, iyinin, güzelin, doğrunun, kendisine hizmet edenin ve sevenin, kurtaranın düşmanı olan niteliksiz, asalak, üretmeyen, sorumsuzca tüketen insanlar yetiştirtip işbaşına getirdik.
Nazmiye Hazar: Bugün okullarda çağdaş eğitim adı altında eğitim verdiğimizi öne sürmekteyiz. Ancak çocukluğumda Hababam Sınıfı filmini izlerken, gülüp kahkaha attığımız o yapının okullarda aslında nesiller değişse de değişmediğine tanıklık etmekteyiz. Kıbrıs’ta 1950’lerde Türk okulları ve Rum Okulları’nın ayrı ayrı okulları olduğunu, bu okullarla ilgili görsel fotoğrafları incelediğimizde bu okulların birçoğunun adanın ikiye bölünmesinin ardından bugün kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarında var olan birçok okulunun hala aynı binalar olduğunu görebilmekteyiz. Ancak üzülerek belirtmem gerekiyor ki; nüfusun artması nedeniyle okulların bahçesiz, deney ve laboratuvar odalarının dersliğe dönüştürüldüğü bir sorun ile iç içeyiz. Bu çerçevede bilişim teknolojileri ile ilgili ders araç gereçleri içerisinde teknoloji kaynaklarının çoğaldığını ancak çocukların bildikleri birçok şeyi yapmalarına olanak sağlayamayan bir durumla da iç içeyiz. Bir ilkokul öğretmeni olarak çocukların hayata ilişkin gelecekte olacakları rollere hazırlanmaları ile ilgili biz öğretmenleri zorlayan bir müfredat yığılması ile zorluklar yaşadığımızı belirtmek isterim. Bu açıdan eğitim sisteminde modern toplum olduğumuzu öne atan, eğitim yapılaşmasında çağdaş eğitim hizmeti verdiğini sanan ancak dünya ile rekabet edebilir düzeyde üreten nesil yetiştirebilmek adına öğretmen ve yönetici adaylarına ne gibi hususlarda dikkatli olmalarını önerebilirsiniz?
Veysel Sönmez: Eğitim ve öğretimde binalar ve onların donanımı istendik davranışları kazandırmada çok önemli olmayabilir. Nitekim İsrail’de önceleri okullar ve üniversiteler barakalardan oluşmaktaydı. Binalardan çok orada verilen eğitimin neliği ve onu verenlerin niteliği çok önemli. Üstelik artık okul insana istendik davranışların öğretildiği tek ve çok önemli bir kurum olmaktan gittikçe uzaklaşmaktadır. Batı ülkelerinde çoğu aile çocuklarını okula göndermemektedir. Okulun yerini bilgisayar, cep telefonları, internet, televizyonlar, görsel medya almaktadır. Yapılan araştırmalar, çağdaş insanın, okul ve öğretmenden %10-15 oranında istendik bilgi, beceri, duygu ve sezgi öğrendiğini göstermektedir. %85-90 öğrenmeler yaşamdan, doğadan, diğer iletişim araç ve gereçlerinden (bilgisayar, internet, televizyon, görsel medya, akıllı telefon, araştırma merkezlerinde) öğrenebilmektedir. Artık yaşam boyu eğitim süreci yoğunluk taşımaktadır. Bazı ileri ve gelişmekte olan ülkeler okul binalarına ve donanıma değil, eğitim ve öğretim sürecini kolaylaştırıcı ve etkisini artırıcı teknolojilere ve süreçlere ağırlık vermektedirler. Örneğin Çin ve Güney Kore’de çocuklar, gençler öğlene dek okulda, öğleden sonra ise fabrikalara, işyerlerine, doğaya, üretim ve tüketim merkezlerine gitmekte ve hatta oralarda uygun işlerde çalışmaktadırlar.
Öğretmen ve yöneticiler sorun çözen, iyi bir üretici ve tüketici ve etik değerlerle donanık örnek ve önder insan olan, teknolojiyi, iletişimi etkili şekilde kullanan bireyler yetiştirmeye öncelik ve ağırlık verebilirler. Okulun kazanımlarında bunlar önemli olabilir. Bunun için okul binaları ve donanımları çok önemli olmayabilir. Ezbere bir etkinlikten çok, bilgiyi araştırıp bulan, onu kavrayan, o bilgiyi kullanarak sorun çözen ve ondan yeni bilgi üreten bir sürece ağırlık ve öncelik verilebilir. Öğrenci böyle bir sürece sokulabilir. Bu sürecin sonunda o kendi kendine öğrenmeyi, ondan zevk almayı, sorun çözmeyi, buluş ve icat yapmayı öğrenebilir. Böyle bir süreci biz Köy Enstitülerinde çok başarılı bir şekilde uyguladık. Aynı süreci tüm okullarda kullanabiliriz.
Nazmiye Hazar: Hocam, İngiltere, Almanya, Amerika vb. ülkelerde eğitim ile ilgili okulların özerkleşmesi ile ilgili Belediyelerin ciddi çalışmalar yapmakta olduğunu gözlemlemekteyiz. Elbette Batı’nın da eğitimle ilgili ciddi sorunlar yaşadığını biliyoruz. Örneğin en ciddi sorunlardan birinin yazma becerisi olduğunu bire bir yaşadım. Ancak devlet bu eksikliği gidermek adına özel bir sanat değeri olduğu için güzel yazı kursları bile sağlayabilmekte çocuklara. Londra’da bir süre yaşama ve orada görev yapma fırsatı bulan bir öğretmenim ve çocuğum bir süre orada eğitim ve öğrenimini sürdürmüştü. Bu süreçte ben kendi gittiğim okullar dışında oğlumun okula gitmesi nedeniyle kendi ülkemiz, Türk Eğitim Sistemi arasındaki farklılıkları da gözlemleyerek yaşama fırsatı buldum. Örneğin orada eğitimin devlet tarafından başlatılması ile ilgili yaş başlangıcı 3 iken, bizde farklıydı. Ya da Batı’da kadının toplumda çalışma hayatı içinde en az erkek kadar faal olması nedeniyle eğitim hizmetinin verildiği süreç her gün saat sabah erken saatten 15.30’a kadardı. Çocukların eğitim ortamında trafik kurallarını öğrendikleri maket trenleri, otobüsleri, vs. olduğu gibi çocukların fen ve doğa eğitimi için özel sınıfları, öğrenme ile ilgili özel gereksinimi olan her çocuk için ayrı planlamaları, Öğretmenin sınıfında öğretmene yardım eden bir yardımcı öğretmen, çocukların beden eğitimi ve spor eğitimleri için gerekli kapalı alanın şartlarının çocuk güvenliğine uygun biçimde olduğu, okula yığınla kitap ve defter götürülmediği, dönem içinde verilen ödevlerin proje içerdiği, portfolyoya önem verdiklerini ve dahası benim bahsettiğim 2015 yılında her çocuğun ilgili okul adı altında kimlik bilgileri, o kimlik bilgileri içinde günlük ödevlerini bilgisayardan takip ettiği bir bilişim sisteminin olması vs. Bu açıdan sizce biz disipliner bir bütünlükle toplum ve dünyaya, ya da çevreye uyumlu bir eğitim felsefesi geliştirebildik mi? Neden?
Veysel Sönmez: Ben farklı bir eğitim felsefesi ileri sürdüm. Bu olabilirlik felsefesiydi. Bu felsefeye göre eğitim-öğretim her koşulda, ortamda ve zamanda yapılabilir. Yalnız okulda değil, onunla birlikte evde, işyerinde, doğada, fabrikada, köyde, kentte, mahallede, eğlence merkezinde, yolda, avda, tarlada, bağda, bahçede, hayvan otlatmada, üretim ve tüketimde, hapishanede, hastanede vs. her yerde kişiye istendik davranış kazandırılabilir.
Eğitim ve eğretim zamanla sınırlı olamaz; yaşam boyu sürer. Yaşam sürekli yenilenmekte, gelişmekte ve değişmektedir. Böyle olunca saniyede dünyayı değiştiren 6 buluş yapılmaktadır. Bu bağlamda kişinin bir günde oluşan bilgiyi bile öğrenmesi olanaksız olabilir. Bunun yerine bilgiyi araştırıp bulan, onu kavrayan, o bilgiyi sorunları çözmede kullanan ve ondan yeni bilgi, beceri, duygu ve sezgiler oluşturan bir süreç eğitim- öğretim ortamında işe koşulabilir ve bu sürece ağırlık verilebilir.
İnsan tek bir yöntem, teknik, taktikle öğrenebildiği gibi, pek çok yöntem, teknik, taktikle de öğrenebilir. Öğle zamanlar ve koşullar olabilir ki hiçbir yöntem işe yaramayabilir. Genellikle insanlar çok değişik ve uygun öğrenme-öğretme yöntem, teknik ve taktiklerini birlikte öğrenme ortamında kullanınca daha rahat öğrenebiliyorlar ve öğrenmeden zevk alabiliyorlar.
Öğrenme ortamında genellikle öğrenci merkeze alınabilir; fakat bazı durumlarda öğretmen, konu, devlet, kazanımlar da merkeze alınabileceği gibi, hiçbir şeyin merkeze alınmadığı durumlar da olabilir. Yani her şey eğitim ortamında merkeze yeri ve zamanı gelince alınabilir. Bir zorunluluk olmayabilir.
Eğitim-öğretimde genellikle çağdaş bilimsel, sanatsal, felsefi bilgiyi bilen, bunları kullanarak sorun çözen ve buluş ve icat yapan, kendini sürekli yenileyen, etik değerlerle donanık, teknolojiyi, iletişimi etkili şekilde kullanan örnek ve önder, iyi üreten ve tüketen bireyler yetiştirme temele alınabilir. Dünyadaki tüm uygarlıkların bu kazanımlar üzerine kurulduğu söylenebilir.
Çok boyutlu değerlendirme kullanılabilir. Bunun için geleneksel sınavların yanı sıra, port folyo değerlendirme, akran grubu değerlendirme, çalışma grupları değerlendirmesi, ürün dosyaları, gelişim dosyaları, bireysel değerlendirme vb. yapılabilir. Tüm değerlendirmeler velilerle, öğrencilerle, akran ve çalışma gruplarıyla birlikte yapılıp bilgisayarlara konulabilir. Her öğrencinin yeteneğine, ilgisine, öğrenme gücüne göre bir değerlendirme yapılabilir. Ders ve sınıf geçmenin yanı sıra onun gelişimine bakılıp belli bir düzeyde belge, diploma alması sağlanabilir.

Bu görüşün nedenleri aşağıdaki bilimsel verilere dayandırılabilir:
“1. Hiçbir kuram, öğrenme ve öğretmeyi tek başına tümüyle her zaman açıklayamamaktadır.
2. Her davranış yani bilişsel, duyuşsal, devinişsel, sezgisel özelikler her zaman tek bir kuram, yöntem, teknikle kişiye öğretilememektedir.
3. Her insan aynı davranışı aynı strateji, kuram, yöntem, teknik ve taktikle her zaman öğrenememektedir. Aynı davranışı öğrenmek ve öğretmek için her insan zaman zaman farklı yollar kullanabilmektedir; çünkü insan hem birbirinden farklı, hem bazı bakımlardan benzer, hem de çok boyutlu bir varlıktır.
4. İnsan tek bir etkinlikle her zaman öğrenememektedir. Pek çok etkinliği bir arada kullanınca davranışlar daha kalıcı olabilmektedir.
5. Davranışın düzeyi ve niteliği değişince çoğu kez farklı strateji, kuram, yöntem, teknik ve taktikler, akıl yürütme yolları işe koşulabilir.
6. Öğretimde ders değil çoğu kez ünite temele alınabilir. Bu ünitenin etrafında matematik, Türkçe, resim, müzik, beden eğitimi vb. derslerin hedef davranışları kazandırılabilir. Bu bağlamda her zaman öğrenci merkeze konulmayabilir. Yeri gelir konu, doğa, devlet, öğretmen olurken; yeri gelir hiçbiri merkeze alınmayabilir. Yani dinamik bir denge kurulabilir.
7. Öğrenciye bilgiyi bulup çıkarma, anlamlandırma, kullanma ve yeniden üretip yaratma becerisi kazandırılabilir (Sönmez, 1997). Bu davranışları kazanıp kazanmadığını saptamada bazen tek bir ölçme aracı, bazen pek çok ölçme aracı kullanılabilir. Bazen de hiçbir ölçme aracıyla da ölçülemeyebilir. Ölçme araçları için ileri sürülen bu özelik, diğer altı madde için de geçerli olabilir.”
8. Her zaman öğrenci merkeze alınamayabilir. Bazen devlet, kazanımlar, konu, doğa, öğretmen merkeze konulabilir. Öğle bir durum olur ki hiçbir şey merkezde olmayabilir.

Sömürgeci, emperyalist, kapitalist özellikle Batı toplumları Pragmatik Felsefeyi 21. Yüzyıla dek eğitim ve devlet dizgelerinde kullanmışlar, bence hala da kullanmaktadırlar. Buna karşın sosyalist blok Marksist eğitim anlayışını işe koşmuştur, dağıldıktan sonra onlar da pragmatik felsefeye geçmeye çalışmışlardır. Bugünlerde ise genellikle dünyada post modern anlayış hem devlet, hem de eğitim anlayışında baskın olmaya başlamıştır. Bu anlayış sömürgeciliğin, emperyalizmin yeni bir yüzü olan küreselleşmeyi sağlamak için devreye sokulmuştur. Bu yaklaşım emperyalizmin yeni yüzüdür. Yani isim değişmiştir. Amaçları yine aynıdır. Dünyanın bütün kaynaklarını ele geçirmek ve kendi gönençleri ve amaçları için kullanmaktır. Türkiye’de bu anlayışa uygun olarak 2005’ten sonra eğitim Programları değiştirilmiş, kazanımlar yeniden düzenlenmiştir. Ulusal birlik, bütünlük, tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek dil, ulusal ekonomi, savunma, çağdaş bilim, sanat, felsefenin yerine, etnisitelere dayalı, parçalanmış, eyaletlere ayrılmış, özerk bölgelerden oluşan topluluklar, çok dillilik ulus devletin yerine konulmaya çalışılmıştır. Bilim tek problem çözme yolu olmaktan çıkarılmış, onunla birlikte, din, efsane, gelenek ve göreneklere yer verilmiş, alternatif çıkış yolları ileri sürülmüş ve kullanılmıştır. Tarikatlar, cemaat ve cemiyetler önem kazanmıştır. Gerçek dünyanın yerini sanal dünya almaya başlamıştır. Bu nelikler gelişmekte olan devlet ve ülkelerin parçalanıp kaotik bir ortama sürüklenmelerine neden olmuştur. Biz de böyle çok tehlikeli bir sürecin içine girmeye başladık. Buradan hızla çıkıp yeniden devletin kuruluş ayarlarına dönmemiz gerekir. Batı’nın sana ne yapması gerektiğini tavsiye etmesine değil; onun ne yaptığına bakılmalı ve ona göre davranılmalıdır. Kendileri küreselleşmenin hiçbir ilkesini yerine getirmiyorlar, hala ulus devletin tüm özelliklerini savunuyorlar.

Benim oluşturduğum modele göre bizim eğitim dizgemiz olabilirlik felsefesini temele alıp aşağıdaki gibi düzenlenebilir.

Tüm uygarlıklar ve güçlü devletler temele çağdaş bilim, sanat ve felsefeyi almışlardır. Bilim somut olgulara, nesnelere, doğru iletişime, mantığa, deney ve gözleme dayanır. Nesne ve olgularla insan etkileşime girerek onlar hakkında bilgi, beceri, duygu ve sezgi elde edebilir. Sözgelişi taş, hayvan, bitki, yıldızlar, böcekler, mikroplar olmadan ve onlarla etkileşime girmeden onlar hakkında doğru, geçerli ve güvenilir, sorun çözücü bilgi, beceri, duygu elde edemeyiz. Bunları elde ederken deney ve gözlemle birlikte aklımızı da kullanırız. Bu verileri akıl süzgecinden geçiririz. Sonra matematik diline, geometriye yani sayı ve şekle çeviririz. Bu basamaklar olmadan fizik, kimya, biyoloji, astronomi, jeoloji gibi fen bilimlerini oluşturamayız. Zaten bilimlerin gelişiminde bu süreci gözleyebiliriz. Fen bilimleri oluştuktan sonra, bazen onlarla birlikte sosyal bililer gelişiyor. Sosyoloji, psikoloji, antropoloji, etnoloji gibi bilimler fen bilimlerinden sonra olgunlaşıyor. Tarih ve edebiyat için de aynı savı ileri sürebiliriz. Fen ve sosyal bilimlerin üzerine sanat, etik, din oturtturulursa ve tüm bunlar felsefeye dayandırılırsa tutarlı bir kültürel yapı ve uygarlık kurulabiliyor. Tüm uygarlıklarda ve güçlü devletlerde eğitim böyle bir yapıya sahiptir denebilir. Bunu, tüm uygarlıkları inceleyince görebiliyoruz. Bu görüş aşağıdaki gibi gösterilebilir.

Uygarlık konisine uygun bir eğitim yapılırsa, toplum ve birey maddi ve manevi açıdan hızla kalkınabilir. Çağdaş toplum olabilir. Uygarlık düzeyinin üstüne çıkabilir.
Uygarlık konisinde değerlere kadar olan kısım gerçekleşir, ondan sonraki değerler, inanç ve felsefeye gerekli ağırlık verilmezse, yani tutarlı değerler topluma ve bireye genellikle kazandırılmazsa, toplum ve birey duyarsızlaşabilir; bencilleşebilir; robotlaşabilir.
Değerler, inanç ve felsefeye kadar olan kısma gerekli önem verilmez, yalnız değerlere ve inanca ağırlık verilirse, toplum giderek sürüleşir, bağnazlaşır, kendini yenileyemez; sonra güçlü toplumlar tarafından ortadan kaldırılabilir.
Uygarlık konisine uygun bir eğitim yapılırsa, toplum ve birey maddi ve manevi açıdan hızla kalkınabilir. Çağdaş toplum olabilir. Uygarlık düzeyinin üstüne çıkabilir.

Yan Yatmış Uygarlık Konisi ve Eğitim
Uygarlık konisi yan yatarsa, dizge hızla entropiye kayar. Yeterli enerjiyi her basamak alamadığından, birbirlerinin düşmanı gibi çalışırlar ve sistem hızla çöker. Nitelikli insanlar sistemden uzaklaşırlar. Niceliğe ağırlık verilir. Çıkarcı, düzenbaz, yalaka, asalak, niteliksiz kişiler toplumda yaygınlaşır.


Tersine Dönmüş Uygarlık Konisi ve Eğitim

Uygarlık konisi tersine çevrilirse, toplum yozlaşır. Değerler ve inanç gerçek neliklerini kaybeder. Tarikatlara, cemaatlara, etnisitelere bölünür. Güçlü uygarlıkların uşağı, kölesi, savunucusu olur. Bu bağlamda diğer güçlü toplumlar tarafından sömürge edilir. Zamanla yıkılabilir.

Çok yakın bir gelecekte eğitim beyin mühendisliği olabilir. Bugünkü veriler tüm öğrenmelerin beyinde olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda yakın bir gelecekte yalnız eğitim değil tüm meslekler beyin mühendisliği sonucu oluşturulabilir. Nitekim yapay zekâ ve genetik mühendisliği ile ilgili çalışmaları bunun habercisi olabilir. İnsan anne ve babasını, doğacağı yeri ve zamanı, yeteneklerini seçme özgürlüklerine sahip olabilir.
Nazmiye Hazar: Hocam, çok teşekkür ederim. Bu cevaplarınızı heyecanla okuyacak sayısız öğretmenimiz, hatta öğretmen adayımız olduğunu bilmenizi isterim. Ellerinizden öperek, sağlıcakla kalmanızı dilerim.

Yorumlar (1)

Cemil KURT - 07 Mayıs 2022 21:43

Emeğinize sağlık... Eğitim ufkumuzu açan tespit ve öneriler...
SON EKLENENLER
ÇOK OKUNANLAR
DAHA ÇOK Eğitim Bilimleri
EĞİTİM KAMPÜSÜ OKULLARI

Eğitim Bilimleri17 Kasım 2024 19:20

EĞİTİM KAMPÜSÜ OKULLARI

Kasım Ara Dönem Önerileri

Eğitim Bilimleri05 Kasım 2024 20:23

Kasım Ara Dönem Önerileri

Gelecekte Eğitim Sistemine Yönelik Stratejiler ve Öneriler-2

Eğitim Bilimleri01 Kasım 2024 14:01

Gelecekte Eğitim Sistemine Yönelik Stratejiler ve Öneriler-2

ÖĞRETİM SİSTEMLERİNİ YENİDEN Mİ PLANLAYALIM?

Eğitim Bilimleri31 Ekim 2024 11:46

ÖĞRETİM SİSTEMLERİNİ YENİDEN Mİ PLANLAYALIM?

OKULLARIMIZDAN ÖĞRENCİLERİ SOĞUTMA YÖNTEMİ OLARAK ÖDEVLER

Eğitim Bilimleri26 Ekim 2024 15:50

OKULLARIMIZDAN ÖĞRENCİLERİ SOĞUTMA YÖNTEMİ OLARAK ÖDEVLER

Milli Eğitim (Öğretmen Yetiştirme) Akademisi ve Sistem Yaklaşımı

Eğitim Bilimleri24 Ekim 2024 13:53

Milli Eğitim (Öğretmen Yetiştirme) Akademisi ve Sistem Yaklaşımı

Mesleki Ortaokulların Açılmasının Hukuki Bir Analizi

Eğitim Bilimleri22 Ekim 2024 01:48

Mesleki Ortaokulların Açılmasının Hukuki Bir Analizi

MEB, o konuda öğretmenlerin özgün fikirlerini sordu...

Eğitim Bilimleri09 Ekim 2024 10:39

MEB, o konuda öğretmenlerin özgün fikirlerini sordu...

Gelecek Eğitim Sistemine Yönelik Öneriler ve Stratejiler-1

Eğitim Bilimleri09 Ekim 2024 01:01

Gelecek Eğitim Sistemine Yönelik Öneriler ve Stratejiler-1

Ebeveynlerin Endişeleri

Eğitim Bilimleri01 Ekim 2024 22:48

Ebeveynlerin Endişeleri