İnsan Beynini Yüceltmek: Bilişsel Dil Öğrenimi
Dil, dünyayı zihnimizin aklımızın egemenliğine sokan temel araçtır. (Vardar 1982). Düşünce tarafından oluşturulan dil aynı zamanda düşünceyi de şekillendirmektedir. Buradan da açıkça anlaşılabileceği gibi dil ve düşünce bir kağıdın ayrılmaz iki yüzü gibidir. Dilin düşünceyle olan bu ilişkisi bilim insanlarını beyin üzerine araştırmalara yöneltmiştir.
Bloom ve Lahey (1978) tarafından dilin biçim-içerik-kullanım olmak üzere üç bileşenden oluştuğu fikri ortaya atılmış ve bu yapıya bilişsel, sosyolojik ve fizyolojik süreçlerin de eklenmesiyle dil ediniminin gerçekleştiği varsayılmaktadır. Örneğin; bir çocuğun legolarla oynadığını düşünelim. Burada önemli olan çocuğun sahip olduğu legoları (dil birimleri) bilişsel yetisi ile dil geçmişi ve geleceğini de göz önünde bulundurarak sınırsız yapı üretebilmesidir ya da başka bir deyişle Kompetenz’in Performenz’e dönüştürülmesidir.
Savunduğum bu yaklaşım, insan beynini küçümseyen “Davranışçı Dil Edinim Kuramı”na insan beynini yücelten “Bilişsel Dil Edinimi ve Yapılandırmacı Yaklaşımla” karşı gelmektedir. Yapılandırmacı ve Bilişsel yaklaşımdaki anahtar sözcüklerimiz; Piaget ve Brunner’in de vurguladığı gibi kodlama, işleme, depolama ve sıralamadır tabii bu süreç içerisinde akıl yürüterek ya da daha doğrusu var olan bilgilerin kullanılıp yeni bilgilerin de gözle değil dille görülerek çözümlenmesi önemli bir rol oynamaktadır. Yapılandırmacılık öğrencileri dil öğreniminde araştırmaya, eleştirel ve analitik düşünmeye ve dilde yaratıcı oyunlar sergilmeye iter.
Bu noktayı “Öğrenen Özerkliği” kavramı ile bağlayarak duruma netlik kazandırmak mümkündür. Holec'e (1981) göre özerklik, öğrenmenin değil öğrenenin bir özelliğidir; bu yazıda savunduğum fikirle paralel olarak, dil öğrenmenin odak noktasının bilgi değil, öğrenenin bilişsel yetkinliği olması sebebiyle öğrenen özerkliği, bilgiyi kendi emrinin altına alabilmenin öğrencinin kendi elinde olduğunun farkına varması ve bu farkındalığı uygulamaya koymasında yatmaktadır.
Bu konuyla ilgili diğer bir değinmek istediğim yaklaşımlardan birisi ise 1967 yılında ilk olarak Corder tarafından öne sürülen “Ara Dil Varsayımı”dır. Bu kuram, öğrencinin ikinci bir dili öğrenme sürecinde kendine özgü yasaları olan özerk bir dil sistemi oluşturduğunu savunur ve Monitör varsayımının da öngörüğü gibi her öğrenci bu ara dünyada şu ana kadar kazandığı dilsel her türlü ögeyi kontrol ettiği bir denetleyivisi vardır. Ayrıca; iletişim kuramları açısından bakıldığında bu kavram gönderci ile alıcı arasındaki iletişim sürecindeki “ara dünya” kavramıyla benzerlik göstermektedir. Öğrenci bu dil öğrenme yaklaşımında kendi dil öğrene sürecini kontrol eder ve öğrenme sürecini gözden geçirerek kendi stratejilerini oluşturur. Tabii tüm bunlar insan beyninin bilişselliğinin ürünüdür.
Sonuç olarak; dili, diğer insan davranışları gibi bir davranış biçimi olarak gören Davranışçı Kuramın en önemli savunucularından Skinner’ın aksine bu yazı insan beyninin insanın kendisi tarafından emir altına alındığını savunmakta, insanı ve dolayısıyla insan beynini de yüceltmektedir. Bu yazıyı Descartes’ın “düşünüyorum öyleyse varım” sözüne şöyle bir bakış açısı ile bakarak bitirmek istiyorum. Ben düşünüyorum o halde ben varım ama davranışçı kuramın ön gördüğü şekilde benim yerine düşünen, benim yerime benim davranışlarımı şekillendiren başka ögeleri kendime baz aldığım sürece yokum.
Refereanslar;
1. Oflaz A. (2020). Dil, Bellek ve Kelime Öğrenimi (1. Baskı). Ankara. Nobel Yayıncılık