Prof.Dr.Binnur Yeşilyaprak yazdı: Annemin Kara Kaplı Defteri
2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülen ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Orhan Pamuk, kendisine bu yolu açan ilk edebî tecrübelerini babasının kütüphanesine borçlu olduğunu anlatır. 7 Aralık 2006 tarihindeİsveç Akademisinde gerçekleşen ödül töreninde Türkçe yaptığı konuşmasına“Babamın Bavulu”başlığını vermişti(1). Şimdi nereden aklıma geldi bu konuşma? Dün akşam ajansında onun evlendiği haberini duyunca değil elbette. Benim çağrışım nedenim çok farklı!
İstanbul’da, 25 Nisan 2008 tarihinde gerçekleştirilen “Uluslararası Psikolojik Danışma Kongresi”nde açış konuşması yapmam istenmişti(2). Türkiye’de alanımızın gelişimi ve sorunlarına ilişkin üç sayfalık bir konuşma metni hazırlamıştım. Ancak son akşam, Ankara’dan İstanbul’a kongre için gidip konakladığım otel odamda, içimden gelen bir duygu ile, daha kişisel bir şeyler paylaşmak istedim. Kaldığım odamdaki otelin isminin basılı olduğu bloknota birkaç sayfa bir şey yazdım ve ertesi sabah açılışta bunu okudum.
İçten ve samimi bir paylaşım olan bu konuşmam çok etkileyici bulundu. Otel bloknotundan koparılmış birkaç sayfaya yazılmış bu notlar, Ankara’ya dönünce kongre dosyası ile birlikte kütüphanemdeki dolapların içine kaldırılmıştı. Günlük telaşelerin içinde unutulan bu kağıtlar, iki hafta önce eski bir proje raporunu ararken karşıma çıktı. Aradan geçen on dört yıldan sonra tekrar okuduğumda, orada yazılanların beni yaşam boyu etkileyen bir gerçeğin yürek sızlatan izlerini fark ettim bir kez daha.
İşte o akşam otel odasında yazıp kongre açılışında paylaştığım o konuşma metni:
“..Orhan Pamuk’un babasının bavulundan söz ettiği ünlü konuşması bana annemin KARA KAPLI DEFTERİ’ni çağrıştırdı. Bütün çocukluğuma damgasını vuran kara kaplı defteri hiç görmedim ama onun etkisi, yaşamımı biçimlendirdi.
Bizim evdeki kurallar, yapılması ve yapılmaması gerekenler, annemin kara kaplı defterinde yazılmıştı. Evde bir karar verileceği ya da bir konuda değerlendirme yapılacağı zaman bu defterde yazılanlar belirleyici olurdu. Annem; “Benim kara kaplı defterimde böyle bir şey yok!” dediyse onu yapmak olanaksızdı. Ya da “Kara kaplı defterde böyle yazıyor” dediğinde başka türlüsünü yapmaya kimsenin (babamın dahi) gücü yetmezdi!. Kara kaplı defterde yazılı olan kuralların dışına çıkmaya asla kimse cesaret edemezdi.
Bu defteri içimizde gören olmasa da varlığından hiç birimizin kuşkusu yoktu.. Gerçi ben aklıma koymuştum; okula başlayıp okumayı yazmayı öğrendiğimde kara kaplı defteri bulup içindekileri değiştirecektim; yasakları kaldıracak, ruhumu özgür bırakacaktım!
İşte ben, o kara kaplı defteri yeniden yazmak için psikolojik danışman oldum! Ömrümü, kara kaplı defteri temize çekmeye adadım. Çünkü büyüdükçe anladım ki bizim toplumumuzda her evde bir “Kara Kaplı Defter” var!. Yasaklarla, toplumsal baskı ile yetişen kuşakların kendini gerçekleştirmelerinin ne kadar güç olduğunu ben, kendi yaşamımda deneyimleyerek öğrendim.
İşte biz psikolojik danışmanların misyonu; varoluşsal bir yaşam için sorumluluk almak ve kendi yazgımızı kendi istencimizle oluştururken başkalarına da bu konuda yardımcı olabilmek!.
Bu yolda hepinize başarılar diliyor, çıktığımız ‘özgürleşme’ yolunda birbirimize destek olarak el ele, omuz omuza, geleceğin aydınlık, ak defterlerine sevinçle yazılan mutlu yaşam öyküleri bırakmayı umut ediyorum.”
Sosyal Yazılım
Bu konuşma metninden yıllar sonra, pandemi döneminde yani ‘Hayat eve sığar’ söylemiyle evlere kapandığımız süreçte, artık kara kaplı deftere sığmayan gerçeklerimle somut olarak yüzleşme cesareti buldum. Orada söz ettiğim annemin kara kaplı defterinde yazılı kuralların, benim ve kardeşlerimin yaşam öyküsüne nasıl yansıdığını, içimizde yarattığı prangaları, kendimle yaptığım terapi sürecinde daha derinden farkına varıp analiz edebildim. Bu süreçte yüzleştiklerim, bizim toplumda özellikle kadınların yaşamlarını kısıtlayan ‘sosyal yazılım’ın yıkıcı ve engelleyici etkilerini tüm açıklığı ile görmemi ve kendi hayatımdaki etkilerini gözyaşları ve öfke haykırışları ile deneyimlememi sağladı.
Bu yazıyı kaleme almadan önce, Orhan Pamuk’un konuşma metnini yeniden okumak istedim. Kütüphanemde olduğuna emin olsam da bu adı taşıyan kitabını, raflarda bulamayınca metni internetten indirdim dün sabah.. Metni okumaya başlar başlamaz o satırların getirdiği çağrışımların etkisini yine bedenimde hissettim. İçimde yükselen hüzün duygusu boğazıma bir yumruk gibi oturdu. Önce gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı usul usul.. Derken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
Şöyle diyordu yazar;
“… Bu bavul benim için geçmişten ve çocukluk hatıralarımdan çok şey taşıyan tanıdık ve çekici bir eşyaydı, ama şimdi ona dokunamıyordum bile. Niye? Elbette ki bavulun içindeki gizli yükün esrarengiz ağırlığı yüzünden. Bu ağırlığın anlamından söz edeceğim şimdi. Bir odaya kapanıp, bir masaya oturup, bir köşeye çekilip kağıtla kalemle kendini ifade eden insanın yaptığı şeyin, yani edebiyatın anlamı demek bu. Babamın bavuluna dokunup onu bir türlü açamıyordum, ama içindeki defterlerin bazılarını biliyordum.
Edebiyatın insanoğlunun kendini anlamak için yarattığı en değerli birikim olduğuna inanıyorum.
Benim için yazar olmak demek, içimizde taşıdığımız, en fazla taşıdığımızı biraz bildiğimiz gizli yaralarımızın üzerinde durmak, onları sabırla keşfetmek, tanımak, iyice ortaya çıkarmak ve bu yaraları ve acıları yazımızın ve kimliğimizin bilinçle sahiplendiğimiz bir parçası haline getirmektir.”
Evet, işte böyle; bu satırları okurken kendimle terapi sürecinde tek başına bir eve/bir odaya kapanıp uzun aylar boyunca yaşadıklarım ve yazdıklarımın hüznünü yaşadım yeniden.
Babaların bavulları ve annelerin kara kaplı defterlerinin yükünü çocuklar nasıl taşıyor ve onların yaşamlarına nasıl yansıyor? Bu sorulara bir yanıt bulmak için, vaktiniz varsa, edebiyat Nobel ödülü sahibi Orhan Pamuk’un “Babamın Bavulu” isimli konuşma metnini bir kez daha okuyun lütfen. Ve eğer daha çok vaktiniz varsa, kendini yazarlıkta ve yaşam ustalığında bir ‘çırak’ olarak gören, bu satırların yazarının Öz Terapi adlı kitabını okuyabilirsiniz efendim(3).
Ankara, 8 Nisan 2022.
Referanslar: