Eğitimin Öncelikli Sorunu: Yetkin Öğretmeni Yetiştirmek
1997 yılında gerçekleştirilen yeni yapılandırma ile beklenen çağdaş eğitimi yetkinlikle uygulayacak öğretmeni yetiştirmede eğitim fakültelerinin yaya kaldığı anlaşılıyor. “Akademik düzeyde öğretmen yetiştireceğiz.” derken, bu konudaki geçmiş deneyim ve birikimlerin bile çarçur edildiği, pek çok kez söylendi ve yazıldı. Daha da önemlisi, 2005’te Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi; 2006’da da Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), eğitim fakülteleriyle ilgili birer araştırma yaptı/yaptırdı. Bu araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlar, eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştirmede, amaçlanan düzeyin altında kaldığını gösterdi. Söz konusu araştırmaların sonuçları, Yüksek Öğretim Kurulu’nun 2007’de yayımladığı “Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Fakülteleri (1982-2007)” adlı kitapla da kamuya duyuruldu.
Öğretmen eğitimi, o günden bugüne dek ağırlıklı olarak aynı kadrolarla ve aynı anlayışla sürdürüldüğüne göre, o tarihten sonra da fazlaca bir iyileştirmenin gerçekleştirilmediğini kestirmek zor olmasa gerek. Yapılacak yeni bilimsel araştırmalarla bu kanımızın yanlışlığı ortaya konulursa bundan, fazlasıyla sevinç duyarız.
Kör nokta Nasıl Aşılmalı?
Çağdaş eğitim uygulamalarının yol göstericisi durumundaki bütün bilimsel bilgi ve bulgular, ülkemizde yayımlanmış olan kitaplara tümüyle girmiş bulunuyor. Bu bilgi ve bulgular, eğitim kurumlarımızın kürsülerinde de sürekli okutuluyor, dile getiriliyor. Ne ki çağdaş eğitimin, hâlâ ne okulda ne de evde yaygın olarak uygulandığına tanık olamıyoruz. Bunun en önemli nedeni, çağdaş eğitimin ilke ve yöntemlerinin, öğretmen adaylarına daha çok, çağdışı geleneksel eğitim yöntemleriyle; yani en çok “anlatma-dinletme ve yazılı bir kaynaktan okutma” yoluyla öğretiliyor olmasıdır; daha doğrusu öğretildiğinin sanılmasıdır. Çağdaş eğitime yönelik belledikleri bu bilgiler, öğretmen adaylarının yalnızca sınav sorularını yanıtlayıp sınıf geçmelerinden başka hiçbir işe yaramıyor.
Anlatmakla ve okutulmakla yetinilen bu çağdaş öğrenme-öğretme yöntem ve tekniklerinin nasıl uygulanacağı, öğretmen adaylarına gösterilmiyor. Onlara ileride öğretmeni olacakları sınıflarda, bu yöntem ve tekniklerin gerektiği gibi ve gerektiği kadar uygulaması yaptırılmıyor. Sonuçta, öğretmenlik bilgi ve becerileri, öğretmen adaylarına tam olarak öğretilmediği için öğretmen adayı göreve başladığında, aklında tuttuğu bu kuramsal bilgileri, sınıfının kapısından içeriye bir türlü sokamıyor. O nedenle böyle “sözde bir eğitim” ile yetiştirilen; daha doğrusu, yetiştirildiği sanılan öğretmen, çareyi, kendini yetiştiren öğretmenleri gibi, “anlatma-dinletme, kitaptan okutma ve bu yolla belletme ve belletilenleri yineletme” biçimindeki uygulamayı sürdürmekte buluyor. Öğretmenleri gibi o da öğrencilerinin öğrenme merakını söndürme, onların okulu ve öğrenmeyi sevmemeleri konusunda, başarıdan başarıya koşuyor. Eğer bu kısır çemberi kıramazsak, daha çok yıllar, havanda su döveceğiz, çalıyı tepesinden sürüyeceğiz, demektir.
Bu kısır döngüden çıkmanın tek yolu, öğretmen yetiştiren öğretmenlerin, bir an önce, çağdışı yöntem ve teknikleri bırakarak çağdaş eğitimin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin bilgi ve becerileri, çağdaş eğitimin yöntem ve teknikleriyle öğretmen adaylarına kazandırmayı öğrenmelerini sağlamaktır. Bu girişimle birlikle aynı bilgi ve beceriler, yeterli bir hizmet içi eğitimle iş başındaki öğretmenlere de kazandırılmalıdır. Ülkemizi aydınlık bir geleceğe taşımayı düşleyen bir siyasal erkin, ivedi çözüm bekleyen pek çok temel sorunumuzla birlikte, bu temel sorunumuzu da çözmeye çok iyi hazırlanması gerekmektedir. Öbür sorunların sağlıklı biçimde çözümü için de iyi yetişmiş insan gücüne gereksinim duyulduğuna göre, bu soruna en önlerde yer verilmesinin ne denli önemli olduğu, tartışma götürmeyecek kadar bir gerçeklik taşımaktadır.
Eğitimdeki bu kör noktanın aşılabilmesi için ilk iş, tıpkı köy enstitülerini yaratan kadro gibi aydınlanma ve çağdaşlaşmanın temel aracı olan çağdaş eğitimi yaşama geçirmeye sevdalı, bilinçli ve güçlü bir siyasal erkin yönetime gelebilmesidir. O yönetimin ilk işi de bu eğitim atılımını gerçekleştirecek kadronun başına inançlı, bilinçli ve kapsayıcı uygulama becerisine sahip eğitim öncülerini getirmek olmalıdır. Bu nitelikte güçlü bir siyasal erki, bir an önce iş başına getirmeyi başarmak zorundayız. Bu siyasal erk de, Hasan Ali Yücel gibi güçlü bir Millî Eğitim Bakanına; Tonguç gibi güçlü öğretim Genel Müdürlerine görev vermeli ki onların öncülüğünde gerçekleştirilecek çağdaş eğitim, köy enstitülerindeki gibi daha ergenlik çağını bile tamamlayamadan, karanlık güçlerce yok edilmesin, çağdaş eğitim uygulamaları; o güçlere karşı kendini koruyabilsin.
Çağdaş eğitimin mimarı olan öğretmeni yetiştirmeyi, öncelikli işleri arasına almakta asla duraksamaması gereken söz konusu siyasal erkten beklenen, Atatürk gibi yüce bir önderin eğitime öncelik verme nedenlerini ortaya koyan söz, girişim ve uygulamalarını içselleştirmiş olmasıdır. Söz konusu bu siyasal erk, Atatürk devrimlerinin amaç ve anlayışıyla yola çıkmalı ve o yolu izleyerek toplumun gereksinimlerine uygun biçimde, her çocuk ve gencin yeteneği ve çabası ölçüsünde, istediği alanda, istediği kadar gelişebilmesinin önünü sürekli açık tutmalıdır.
Eğitime öncelik ve önem verilmesinin zorunlu gerekçesini, yalnızca okulda çocukların çağdaş eğitim ilke ve yöntemleriyle yetiştirilmesi oluşturmuyor. Öğretmene, kendi meslek bilgi, beceri ve değer duygularını gerektiği gibi içselleştirmesinin sağlanmış olmasının yanı sıra, anne babalara çağdaş eğitim anlayışını benimsetme sorumluluğunun bulunduğu bilgisinin ve bilincinin de kazandırılması gerekiyor. Çağdaş eğitim, en iyi biçimiyle eve de özellikle öğretmenin bilinçli ve özverili çabasıyla girebilecektir. Çünkü okulda ve ailede ortak bir eğitim anlayışı gerçekleştirilmeden, beklenen mutlu sonuca ulaşmak olası değildir.
Rasim BAKIRCIOĞLU