“DUYGUSAL” ZEKÂ: DUYGULAR ZEKÂ OLABİLİR Mİ?
Adnan ERKUŞ
(Emekli Akademisyen)
Psikolojik özellikler, aynı zamanda ölçülebilir birer kavramdırlar; kavramlar iyi tanımlanamadıklarında, ölçümleri de sorunlu olur. Olmayan bir kavram üretildiğinde ise, ölçme daha başlangıçta çöker; çünkü olmayan bir şey de ölçülemez. Son yıllarda ortaya atılan “duygusal” zekâ denen kavram da bunlardan birisidir. Zekânın ve duygunun ne olduğunu bilmeden ve hangi fizyolojik-biyolojik yapıların ürünü olduklarını kavramadan ortaya atılan uyduruk kavramların ölçülmesi de söz konusu olamaz. Bu “keskin” savımızı temellendirebilmek amacıyla insan davranışlarını kısaca aşağıda ele alalım.
SınırYeterlik(MaksimumPerformans) |
TipikDavranış |
|
Bilişsel (cognitive) |
Zekâ,bellek,derstebaşarıvb |
Hayalkurma,görüşvb |
Duyuşsal (affective) |
Bireylemeodaklıgüdü |
Tutum,duygu,kişilik,ilgivb |
Psikomotor |
Daktiloyazmavbsınav,sportifyarışmalar |
Yürüyüş-oturuşbiçimigibibedendili |
Yukarıdaki özelliklerimizin tümü elbette aynı insanda gerçekleşmekte ve bu nedenle de birbirleriyle ilişkileri bulunmaktadır, ama aralarında da yapı-organ, işleyiş ve davranışa dönüşmeleri açısından da ciddi farklılıklar vardır. Üç genel sınıf ve tümünün de sınır yeterlik ve tipik davranış şeklinde ikiye ayrıldığı bu özelliklerimizi kısaca ele alalım. Biliş, içsel ve dışsal uyaranların reseptörler tarafından alınıp (duyum) beyine ulaştıktan sonra bellekteki önceki bilgilere dayanarak ve onlarla karşılaştırılıp anlamlandırılması (algı), işlenmesi, karar verilip davranışa yönelinmesine kadarki her türlü bilgi işleme süreçlerini (informationprocessing) ifade eder ve bu özelliklerimizin tümü beyin kabuğunda (cerebralcortex) gerçekleştirilir. Bunların bir kısmı ilk satırda verilmiştir. İkinci ana özellikler grubu ise duyuşsal (affective) özelliklerimizdir ve mutluluk, öfke vb tüm duygularımız (feelings) ile tutumlarımız, kişilik ve ilgilerimizi vd kapsarlar ve bunlar da beynin limbik sisteminin işleyişinin ürünüdürler. Bunlardan sadece amigdala beyincik (cerebellum) bağlantılı da çalışır ve o da zaten en eski ve ilkel beyin parçasıdır, “savaş ya da kaç” işlevini üstlenir; insan gibi üst hayvan gruplarına doğru gidildikçe beyin kabuğundaki işlemler sonucunda limbik sistem ve beyin kabuğundan gelen emre uygun hormonlar devreye sokulur. En son özelliklerimiz ise yine beyin kabuğunun emirlerine uygun işleyen ve kassal sistemimizle oluşturulan psikomotor davranışlarımızdır.
Bu üç ana özellik (psikologlara göre hepsi ‘davranış’tır) grubumuz, kendi içlerinde iki ana gruba ayrılırlar; sınır yeterlikler ve tipik davranışlar. Bir kişinin, herhangi bir zorluk karşısında kaldığında yapabileceğinin en iyisini en hızlı şekilde gerçekleştirmeye çalıştığı davranışlar sınır yeterlikler (maksimum performans) olarak adlandırılır. Bu durumda kişi kendisiyle ve/veya başkalarıyla yarış halindedir ve -e bilmek (ability) için çaba sarf eder. Oysa bir de herhangi bir zorlama olmaksızın bireyin yaptığı, onu başkalarından ayıran ve niteleyen özellikler de vardır ki bunlar da tipik (‘performans’ değil) davranışlarımızdır. Yukarıdaki tabloda da örnekleri verildiği gibi, zekâ, bir başarı testindeki performans, bellek testivsbilişsel sınır yeterlik iken, hayal kurma, herhangi bir konuda varolan görüşlerimiz vsbilişsel tipik davranışlarımızdır. Duyuşsal özelliklerimizden (yazarın saptayabildiği) sadece bir hedefe yönelik güdü (örneğin sporcunun hedefe ulaşmak için güdülenmesi gibi) sınır yeterlik, diğerleri ise (tüm duygularımız, tutumlarımız, kişilik özelliklerimiz gibi) tipik davranışlardır. Güdü, bir hedefe yönelik ve geçici değil de yaşamımızın her alanındaki bir hırsa dönüşmüşse bizi niteleyen kişilik özelliğimiz olur ve tipik davranış sınıfına girer. Psikomotor davranışlarımızın da bir kısmı sınır yeterlik bir kısmı da tipik davranışımızdır. Örneğin, bir elbecerisi testindeki performans sınır yeterlik olurken, paytak yürüyüşümüz bize özgü tipik davranışımız olur.
Bu ayrımları bilmezsek, hem kavramsallaştırmada hem de onları ölçmede ciddi karmaşalarla karşı karşıya kalabiliriz. Her üç temel özelliğimizin sınır yeterlik olan değişkenlerini “test” (sınama anlamında) edebilirken, tipik davranışlarımızı test etmekten söz edemeyiz. Örneğin, zekâ ya da bir dersteki başarıyı ölçmek için bireyleri bazı güçlüklerle karşı karşıya bırakırız ve bireyler de bunların üstesinden gelebilmek için maksimum performanslarını sergilerler, yani onları test ederiz. Ancak, hiç kimsenin kişiliğini “test” edemezsiniz, çünkü kişilik zaten, bireyin kendine özgü olma durumudur ve test etmek kimsenin haddi de değildir, test denilen araçla da ölçülemez, birey neyse-nasılsa öyle davranır. Kimsenin mesleki ilgilerini test edemezsiniz, ancak ölçebilirsiniz. Bu bakımdan, test, ölçek, envanter arasında çok önemli farklılıklar vardır. Başarı testlerinin ve maddelerinin güçlük düzeyleri varken, diğerlerinin yoktur, olamaz; onların onaylama oranları vardır. İnsanların duyguları da tipik davranıştır ve “test” edilemez, sadece ölçülerek saptanır.
Bu kısa açıklamadan sonra, bir de insan fizyolojisi-biyolojisi açısından “duygusal” zekâ konusuna kısaca eğilelim. Herhangi bir dış uyaranla karşılaştığımızda, ne gibi duygusal tepkiler göstereceğimizi belirleyen bilişin ta kendisidir; bu, biyolojik yapısal işleyiş nedeniyle böyledir. Aşağıda, insan beyninin anatomik yapısı ve işleyiş akışı sırasıyla verilmiştir: Beyin kabuğu (biliş) – limbik sistem ve hormonlar – gözlenen davranış!
https://sites.google.com/site/yaseminonlem/beynin-hafiza-boelgeleri 10.03.2016
https://slideplayer.biz.tr/slide/2789720/ 08.03.2016
Bu işleyişi bir örnek üzerinde açıklayalım. Örneğin, iki arkadaş yürürlerken sahipsiz bir köpekle (Uyarıcı) karşılaşsın, bunlardan birisi köpeği sevmeye (Duygu) giderken (Yaklaşma davranışı), diğeri de korkup (Duygu) köpekten uzaklaşmış (Davranış) olsun. Buna benzer, gerçek yaşamda karşılaşılacak pek çok örnek üretebiliriz. Köpek (uyaran) aynı olmasına rağmen, niye farklı duygular ve davranışlar gösteririz, buna yol açan nedir? Uyaran-Duygu-Davranış-Düşünce zincirinin nasıl işlediğini kişilere sorun, pek çok kişi yanlış bir sıra verecektir. Pek çok kişi “korktum, kaçmam gerektiğini düşündüm ve kaçtım” diyecektir, ancak bu doğru değildir. Oysa, hepsi önce düşünceyle (biliş-beyin kabuğu) başlar, düşünceye dayanır; o nedenle, köpek aynı olmasına rağmen farklı duygu ve davranışlar sergileriz. Köpeği sevmeye gideningeçmişinde köpeklerle ilgili güzel-olumlu anıları vardır, korkup kaçanın olumsuz bilgi ve anıları vardır; köpek aynı olmasına rağmen, iki kişinin bilişi bu uyaranı farklı işler; birinin ‘sevilecek’, diğerinin ‘korkup kaçılacak bir hayvan’ olarak beyin kabuğunda (çok hızlı bir şekilde işlenip) yorumlanması, limbik sistemde iki farklı duyguya ve davranışa yol açar. Olay budur!Limbik sistem, aminoasit türevi, yağ asidi türevi ve protein türevi hormonlarımızı tetikleyerek duygu ve davranışlarımızı şekillendirir; ancak kaynağı ilk ve son tahlilde hep bilişin (düşüncenin) ta kendisidir. Kimse, bir diğerini “yürekten” sevmez, beyinden dolayı sever; yürek çizgili kaslardan oluşan ve otonom sinir sistemiyle çalışan “duygusuz” bir organdır sadece! Kimse, “duygularının esiri” değil, beyninin (düşüncelerinin) esiridir! “Duyguları kontrol etmek” derseniz, ben de “neresi, hangi yapı, ne kontrol ediyor” diye karşılık veririm; elbette biliş/zekâ, limbik sistem değil;limbik sistem beyin kabuğunun emrindedir. Öyleyse, duyguların ayrı bir zekâ olduğunun öne sürülmesi, her şeyden önce biyolojik/sinirsel işleyiş gereği bir safsatadan ibarettir. Duygularımız (özellikle olumsuz olanları) bilişimizin işleyişini bozmaz mı, elbette bozar, ancak yine buna göre bilişin sonucunda davranışlarımız şekillenir.
Peki zekâ nedir? Zekâ, üst beyin kabuğunun bir işlevidir ve bir sınır yeterliktir.Denemelik bir tanım yapalım: Herhangi bir zorluk karşısında, insanın doğuştan getirdiği ve sonradan kazandığı her türlü yaşantıya (bilgi-beceri) ilişkin bilgi işleme süreçlerini onu aşmak (çözmek) için, kullanıp sergilemesi (-e bilmek)zekâdır.Performans, edinilenin “e bilerek”ortaya konulan, sergilenen kısmıdır.Bilgileri depolama ve geri getirme, benzerleri gruplama, farklı olanı ayırt etme, olasılıkları dikkate alma, benzerleri gruplama, varolan ilişki ve bilgilerden çıkarım yapma, … gibitemel yetenekler (WISC’teki sayı dizisi, sözcük dağarcığı gibi -minör-özel) kendi aralarında ortak özelliklere göre gruplanabilir (WISC’teki sözel, sayısal zekâ gibi), tüm yetenekler de toplanabilir bileşke olduğundan (ayrık faktör olmadığından) bir genel faktör (G) altında yer alırlar; işte zekâ (geleneksel terimle IQ) denilen şey de kısaca budur. Temel yetenekler birçok farklı “işi” yapmada kullanılabilir. Örneğin, “farklı olanı ayırt etmek” futboldan müziğe kadar pek çok özel yetenekte ve yerde kullanılan bir yetenektir. Bu yapı Spearman’dan başlayarak, Thorndike, Thurstone, Guilford, Vernon, Wechslervd pek çok bilimci tarafından olduğu gibi bugün de kanıtlanmaya devam etmektedir. İçinde bir sürü çorba terimin bulunduğu “çoklu” zekâ (Gardnervd) “taraftarlarına duyurulur.Neyse şimdilik bu konuyu sonraki yazılara bırakalım. Elbette bilişin; nöronal bağlantılar, glia hücreleri, DNA/RNA benzeri kodlanan protein sentezi, uzmanlaşmış loblar ve alanlar arası bağlantılar gibi biyolojik-fizyolojik temelleri de vardır, ancak bunlar da bu yazının konusu değildir. Kişiler arası ilişkiler ve duyguları yönetmenin, öteden beri zekânın bir parçası olduğu öne sürülmekte ve bilinmektedir, ancak ayrı bir “duygusal zekâ” görüşü yenidir.
“Duygusal” zekâ terimi ilk kez Salovey ve Mayer tarafından (1990) “duyguları kontrol etme” anlamında ortaya atılmış, Goleman(1995) denen bir gazeteci de sansasyonel “EmotionalIntelligence” (EI) adlı kitabı yazınca popüler olmuştur. EI (EQ)’cıların temel çıkış noktası, “pis davranışçıların-bilişselcilerin insanın duygularını yok saymaları, IQ gibi bir tek puanla insan başarısının yordanamayacağı, oysa EI ile insan başarısının/mutluluğunun daha iyi yordanacağı” gibi argümanlarıdır. Bunlar doğru argümanlar değildir. Bu konuda, herkes bu yeni modanın peşine takılırken, bu satırların yazarı (Erkuş, 1998) ile Davies, Stankov ve Roberts’ın (1998) yayınlarına bakılabilir. 1) Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir klinik psikolog, endüstri psikoloğu, psikometrist“bir tek puanla veya ölçekle/testle karar verin” demez, diyemez. Karar vermek/tanı koymak için bireysel görüşme teknikleri, gözlem, aralarında yapılandırılmamış uyarıcı ve tepkilerin kullanıldığı (Rorscach Mürekkep Lekesi, TAT gibi) bireyi tanıma teknikleri gibi daha pek çok yol/yöntem ve tekniğin kullanılması gerektiğini psikoloji lisans öğrencileri bile bilir. 2) İnsanın yaşam ve hatta eğitimdeki başarısı tek başına IQ düzeyine bağlı olabilir mi? Bunda rol oynayan çocuğun doğduğu coğrafya, kültür, aile, ailenin ekonomik durumu, eğitim düzeyi, oturulan semt, azınlık bir kültürden olup olmadığı, beslenme, hatta kaçıncı çocuk olduğuna kadar o kadar çok değişken vardır ki, kim demiş IQ tek başına belirleyicidir diye? 3) EI denilen “şey” içinde kişilik özellikleri, empati, duygular, kişiler arası ilişkiler vb olan bir “çorba” şeklindedir. Üstelik “içine soktukları” her türlü değişken, üstelik bağımsız bir bilim olduğundan bu yana psikolojide o kadar ayrıntılı incelenmiş ve incelenmektedir, her biri için ayrı ayrı o kadar ölçme aracı bulunmaktadır ki… bu iddiayı ancak psikoloji biliminden “bi haber” olanlar ileri sürebilir. Bu “bi haber” olanların arasında, azgelişmiş ülkelerin bazı azgelişmiş psikologlarının bulunması bile beklenmelidir! 4) Efendim, “Einstein’ın IQ’su yüksekmiş ama EQ’sü düşükmüş”, göstergesi de “yaşamında bir tek kadınla uzun süre birlikte olamamasıymış!” Valla, bunu (poligami/monogami) dünyadaki tüm evli erkeklere (hatta kadınlara) bir sorun bakalım ne bulacaksınız? Eğitim düzeyi gittikçe düşen, cahil genç sayısı hızla artan ve her türlü işe/okula girişte test ve ölçeklerin kullanıldığı ABD’de “merak etme, senin IQ’un düşük ama EQ’un yüksek” demek epey duygusal çekim gücü sağlamıştır. Ama, kolay ve nitelikli yayın yapmakta zorlanan azgelişmiş ülkelerin azgelişmiş bazı akademisyenleri için de bu epey cazip gelmiş ve bir moda halini alıvermiştir: “İşyerinde duygusal zekâ”, “kadınlarda duygusal zekâ”vb tezler, yayınlar gırla gitti ve iyi puan ve para da getirdi! 5) “Duygusal” zekânın temeli duyguları kontrol ise (EQ “testlerinin” doğru olduğunu varsayarak) soralım, kimlerin EQ puanı (duygusal kontrolü) yüksektir? Bunu tüm psikoloji öğrencileri rahatlıkla bilir: Elbette psikopatların! Bir psikopat biraz önce gözünü bile kırpmadan birisini öldürmüştür, ama gelip seninle masada Okey oyunu bile oynar. Ne olacak şimdi?
Öne sürülen bir kavramın asıl turnusol kağıdı, onu ölçme aşamasında ortaya çıkar. Bu satırların yazarı, daha 21.03.20016 tarihinde “Google amca”ya Türkçe “duygusal zeka ölçekleri” yazdığında 51000, İngilizce “emotionalintelligencescales” yazdığında ise 781000 sonuç çıkmıştı, şimdi durum daha da dehşet bir sayı içerir herhalde… Yine bu satırların yazarı, bir psikometrist olarak yıllarca ulusal ve uluslararası dergilere alanında hakemlik yaptı ve bu konudaki makalelerin büyük çoğunluğunu birinci elden okuma fırsatı buldu. “Ölçülemezliği” ve “bir tek puanla insanlar hakkında karar verilemeyeceği”ni savunanların uluslararası ve ulusal (sözde uyarlama; uyarlama konusunda bkz, Erkuş ve Selvi, 2019) pek çok “ölçeği”ne (“test” mi deseydik?) tanık oldu. Bunların isimleri, yayın künyeleri vb burada verilmeyecektir, ilgili okuyucu rahatlıkla bulabilir; ancak, hemen tümünde ölçme açısından görülen ortak “sıkıntıları” aktarmakta yarar var. Öyle ya, ölçme her şeyin meydana çıkacağı bir turnusol kağıdıdır; çünkü, ölçme/ölçek, kavramın işevuruk (operational) tanımıdır. Madem ki EI birçok alt kavram ve değişkenden oluşmaktadır, öyleyse ölçek de analizler sonucunda çok faktörlü (ya da haydi onların bilmediği bir kavram daha söyleyelim, “bileşenli”) bir yapı ortaya çıkarmalı değil mi? Öyle öne sürülmesine rağmen, ne yazık ki bulgular öyle değildir! Açıklayıcı faktör analizi sonuçları ağırlıkla tek faktör (ya da bazı bileşenlerin olduğu) bir yapı ortaya çıkarıyor; ölçeğin tüm maddelerinin içtutarlığı 0.80-0.90 ve üstü çıkıyorsa öne sürülen kavram çok faktörlü (empatiden-sempatiye, kişiler arası ilişkilerden-duyguları kontrole…) değil demektir. Kimin umrunda ki!? Bir hakem ret etse de diğer hakemler kabul etmiş, bir dergi basmasa da diğer dergilerde hemen hepsi basılmıştır herhalde… Peki neden tek faktör ve tüm maddelerin içtutarlığı bu kadar yüksek çıkabilir diye bakıldığında, ilginç bir şeyle karşılaşılıyor: Zekâ bir sınır yeterlik olması gerekirken ve de maddeleri bireyin bu sınır yeterliğini ortaya çıkaracak zorluklar (çözülmesi gereken task’ler sorular vb) içermesi gerekirken (yani ölçme aracı “test” olması gerekirken), yerli-yabancı tüm ölçek ve maddelerinin self-report şeklinde ve bireyin kendisini değerlendirmesi (self-perception/evaluation) şeklinde olduğu görülmektedir! Bir sınır yeterlik böyle uyarılabilir-ölçülebilir mi, elbette hayır! Bu, eşyanın doğasına aykırıdır. Bu ölçeklerin hepsinde ne ölçüldüğünü hemen baştan belirtelim: Kişinin “kendini beğenmişlik” düzeyi! İşte kanıtı: İsim vermeden (internetten rahatlıkla bulabilirsiniz ve bu bilgilerin geçerliğini test edebilirsiniz) bazı “ölçekler”den(!) bazı maddeler…
“Duygusal sorunlarımı başkaları ile ne zaman paylaşacağımı bilirim”
“Duygusal sorunlarımı başkaları ile ne zaman paylaşacağımı bilirim”
“Birisi konuşurken ima etmek istediğini anlayabiliyorum”
“Hayal kırıklığı sonrası çabuk toparlanabiliyorum”
“Zorluklar karşısında olumlu, sakin ve dikkatli davranıyorum”
“Duygularımı tanıyorum. Üzüntümün ve korkumun farkındayım. Üzüldüğüm zaman sinirlendiğimin, korkunca saldırganlaştığımın farkındayım”
…
Sanırız, bu kadar örnek yeterlidir.Test etmeden, senin gerçekten bildiğini, farkında olduğunu nereden bileceğiz? Madde yazma tekniği, tepki kategorileri vb gibi ölçme tekniği açısından ciddi sorunları bir yana bıraksak bile, birinci tekil şahıslı uyarıcılarla ve hiçbir test edici görev vb olmadan kişinin kendisini değerlendirmesinin, benlik saygısı (self-esteem) açısından ortaya “nalıncı keseri” çıkaracağı açıktır.İşte kanıt: Tüm maddeler toplam puanla yüksek ve pozitif korelasyon gösteriyor, içtutarlığı çok yüksek çıkıyor (yani, aynı şeyi -ama neyi- ölçüyorlar)! Bu şimdi zekâyı mı uyarıyor, bunlarla zekâ mı ölçülür, zekâ böyle mi ölçülür? Bu tür maddelerle ölçeğin tek faktör çıkması doğal değil mi? Aslında yazar bir psikometrist/ölçme-değerlendirmeci olarak, benlik saygısını ölçen ve ölçecek olanlar için bu abuk “duygusal zekâ” ölçeklerinin bu açıdan dikkate alınmasını, hiç değilse var olan benlik saygısı ölçekleri ile ilişkilerinin incelenmesini önermektedir. Peki, ölçekler böyleyse, “duygusal zekâ ile …arasında” bilmem neyi araştırdığını iddia eden çalışmalar ne olacak?
Çok kısa da olsa bu yazıda “duygusal zekâ” denen uydurma kavramın, biyolojik işleyiş ve ölçme açısından ne olup olmadığı ele alınmıştır. Sanırız bu kadarı bile eleştirel düşünebilenler için yeterlidir. Ancak, sadece “duygusal zekâ” ile kalınsa sorun bu kadar büyük olmazdı; ne yazık ki aynı zaman diliminde ve aynı anda, “alternatif ölçme”, “alternatif tıp”, “çoklu zekâlar”, “nitel araştırmalar” gibi başka normal olmayan kavramların ortaya çıkarılması hiç de masum bir olay olarak görülmemelidir. Bunları da sonraki yazılarda irdeleyelim.
Yazıktır, yazıktır, yazıktır; bilime kıymayın efendiler! Bilgi sahibi olmadan fikir üretmeyin efendiler!
Dipnot:Bu akademik bir makale olmaktan çok, konunun muhataplarına yönelik içsel konuşmaları içermektedir.
Kaynaklar
Davies, M.,Stankov, L. ve Roberts, R. D. (1998). EmotionalIntelligence: Insearch of an
elusiveconstruct. Journal of PersonalityandSocialPsycholog, 75(4), 989-1015.
Erkuş, A. (1998). Goleman’ın “duygusal zeka” görüşünün psikometrik açıdan eleştirisi ve
dinamik etkileşimsel model önerisi. Türk Psikoloji Yazıları, 1(1), 31-40.
Erkuş, A. ve Selvi, H. (2019). Psikolojide ölçme ve ölçek geliştirme III: Ölçek uyarlama ve
“norm” geliştirme. Ankara: Pegem Akademi.
Goleman, D. (1995). Emotionalintelligence. New York: Random House USA Inc.
Salovey, P.,&Mayer, J. D. (1990). Emotionalintelligence. Imagination, Cognition, and
Personality, 9, 185–211.
Bilimsel Makaleler12 Ekim 2023 21:31
Bilimsel Makaleler05 Haziran 2022 16:16