ÖĞRETMENLERİN YASAL HAKLARINA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ ( KKTC ÖRNEĞİ ile)
İnsanın ilk öğretmeni aslında onu doğurup büyüten annesidir. Bir çocuğun sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, merhameti, metaneti, sabrı, güveni öğrendiği ilk ortam aile ortamı olurken; bu ortamda annelerin çocuklarına öğretici bir model olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Anne kucağından sonra çocuğun eğitim ve öğretim dışında bakımının da gerçekleştirildiği kreş ya da okul ortamında çocukla iletişim halinde olan sosyal çevrede elbette öğretmen rol modelinde olan kimi zaman bakıcı ya da yardımcı abla ya da öğretmen yardımcısı adları ile nitelendirilen kişiler de öğretmen değerindedir. Çünkü çocuğun güven duyduğu yetişkinin davranış ve kalıpları aslında çocuğun gelişimine de etki edebilmektedir. Bu çerçevede sosyal bir devlet anlayışında toplumun geleceğini oluşturacak olan bu yavrularla özel ya da kamu bütünlüğü içinde etkileşim hâlinde olan bireylerin ruhsal durumları, eğitim durumları, sosyal yaşam durumlarının yanı sıra yasal haklarının da güvenli olması onların iş verimliliği ve kaliteli personel olmalarına olumlu bir biçimde yansıyacaktır. Hak kavramına ilişkin günümüz dünyasında her ülkenin kendi yasal prosedürleri içinde toplum çıkarları yazılı olarak bir takım güçleri içinde barındırıyor olsa da özellikle kurumlarda çalışanların haklarının ihlâline ilişkin üzücü ve olumsuz hikâyeler olduğuna hepimiz tanıklı etmekteyiz. Kişinin haklı olduğu durumlarda kendisinden daha güçlü kişi ya da kitlelerle mücadele etme sürecinde zaman zaman haklı olduğu mücadelede güç yetersizliğinden ötürü hak arama girişimleri olumsuz sonuçlanabilmektedir. Eşit imkân ve olanaklar içerisinde olmayan her hak arayışı mücadele gerektirmektedir. Bu bağlamda toplumun şekillenmesini ve toplumda adalet kavramının yaşama değer katmasında öğretmenlerin ve eğitim siteminin de etkili olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Öğretmenlerin kendi haklarına ilişkin haklarını bilmesi kadar, görev ve sorumluluklarının ve görevlerine aykırı olan yasakların da bilincinde olmaları elbette meslekte profesyonelliği ortaya çıkarmaktadır. Nitekim patronlarına karşı hakkını aramakla ilgili mücadele eden işçilerin hak mücadelelerinin sonuçsuz kalma durumlarının temel nedeni “hak verilmez, alınır” deyimini de dillerden düşürmemeye etken olmaktadır. Sendikaların işçi haklarına yönelik girişimleri neo- liberalizmin etkisi ile her geçen gün güçsüzleşirken yeni dünyada yazılı olan hakların hak kabul edilmesi daha da değer kazanmaktadır. Ancak bilmek gerekir ki bir toplumda toplumun her bireyinin yaşadığı ve ikamet ettiği ülke yasalarının tümünü bilmesi oldukça zordur. Bu zorlukla ilgili yurttaşların da kendi yurttaşlık haklarını bilmesi, çalışanların kendi haklarını bilmesi yine dönüp dolanıp eğitimin sisteminde vatandaşlık derslerinin örtük müfredat ile değil de açık müfredat ile öğrencilere kazandırılması gerekliliğini gündeme getirmektedir. Eğitim sosyolojisi içinde örtük müfredat ya da gizli müfredat olarak da bilinen bu değerin bilinci eğitim sisteminin niteliğinde kendini göstermektedir. Bu çerçevede sistemin içinde var olan kitaplar, programlar, öğretmen ve öğrenci farkındalık düzeyinin niteliği de bir ülkede yaşanılan hak mücadelelerinde hak arama girişimlerinin çoğalması gibi bir sorunla bizi karşı karşıya getirebilmektedir. Dolayısıyla eğitime sosyolojik boyutta değer kazandırılacak olan örtük müfredatlar ile ilgili yeterli bilgi, beceri ve farkındalık kazanmamış öğretmenlerin de azımsanmayacak kadar çok olabileceğini de bilmeliyiz. Adanın kuzeyinde tüm dünyayı çepeçevre etkisi altına alan pandemi krizinin çocukların eğitim haklarına yönelik ihmallerin, ihlallerin ve çocuk haklarına ilişkin birçok eksikliklerin de su yüzüne çıkmasına vesile olmuştur. bu çerçevede ailesi tarafından ihmale uğrayan ya da istismara uğrayan çocukların devlet tarafından takibinin sağlandığı sosyal hizmetler biriminin güçsüzlüğü, eğitim işlerinden sorumlu bakanlık olarak Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı merkezi hiyerarşik yapısında var olan kadroların yetersizliği de dikkat çekmiştir. Komisyon girişimlerinin gönüllük ilkesi ile yol kat etmesi her ne kadar güzel ve olumlu bir değer olarak düşünülse de profesyonellerin muaf olduğu bu çerçevede uzmanların yetersizliği hedeflenen başarıdan öte olması gerekene ulaşabilmek adına yetersi kalmıştır. Her meslekte olduğu gibi iş stresi ve yoğun çalışma hayatının insanlığa kattığı “ Tükenmişlik Sendromu” na ilişkin herhangi bir insan kaynakları birimi olmasa da toplumun büyük bir çoğunluğunda tükenme sendromu belirtilerini gözlemleyebilmekteyiz. Ancak öğretmenlik mesleğine ilişkin tüm diğer mesleklerden farklı bir yasıma olarak bu olumsuz durumun topluma ve toplumun geleceğine nasıl yansıyacağına ilişkin neler olabileceğini düşünmenizi istiyorum:
Öğretmenlik mesleği ile ilgili 3 Haziran 1985 tarihinde resmi gazetede yayımlanan “25/1985 Öğretmenler Yasası” olarak bilinmekte olan öğretmenler yasası eğitimde öğretmenlerin bir takım şekilci ve kalıp içerikli niteliklerinin oluşması adına yasal bir biçimleyici olmaktadır. Bu çerçevede kamu çalışanları adı altında yer alan öğretmenlerin genel hakları dışında çalışma saatleri ve izinler ile ilgili ciddi 1985 yılından beri değişen dünyaya entegre olmaya ilişkin yasal değişikliklerin ya da düzenlemelerin yetersiz olması eğitim sorunlarına da etken olmaktadır. öğretmenlerin görünürde görevden çekilme hakkı var gibi görülse de mevcut şartlarda özel işletme ve kuruluşlarda beklentilerin yasal anlamda boşluk içermesi kadrolu öğretmen olmayı başarmış bir eğitimci için geri dönüş adına haklarından vazgeçmekle özdeşleşmiş biçimdedir. KKTC’de öğretmenlerin lojman hakları ile ilgili 1974 sonrası evkaf malı olan ya da bölge muhtarının denetim ve kontrolüne bırakılan öğretmen lojmanlarının sivil halk tarafından işgal edilmesine ilişkin ne yazık ki yıllardır KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın herhangi bir şekilde öğretmen haklarına ilişkin yasal tedbir ve önlem alamaması yasal anlamda bir takım sorunlara göz yumulmasından ötürü lojman kültürünün değersizleştirilmesine ve köy öğretmenliği ile ilgili kültürel değerlerin de yozlaştırılmasına etken olmuştur. Bu çerçevede Türkiye’de bu konuya ilişkin sıkıntılara fırsat vermeyen polis- jandarma- muhtar işbirliği bölgedeki vatandaşların da aidiyeti ile güçlü durabilirken; KKTC’de öğretmen lojmanlarının bakım, gözetim ve denetiminden asıl sorumlu olan bakanlığın görevini ihmâl etmesine ilişkin Öğretmenler Yasası’ nda herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Bu anlamda sözde öğretmen lojmanları ile ilgili siyasi irade ve partizan çıkarların bakanlık denetim ve takibine engel bir unsur olabildiğini de kabul etmek gerekmektedir. Küçük toplumlarda insanların birbirini yakından tanıması da elbette bu sorunların zaman zaman etik ve liyakat açısından “kurum ikiyüzlülüğü” sorununu da Ortaya atabilmektedir. “Kurum İkiyüzlülüğü” veya “Örgüt ikiyüzlülüğü” örgütlerin varlığını sağlayan sözler ve kararların yanı sıra örgütlerin eylemsel hareketlerine yönelik tutarsızlık yaratması bakımından kurumları yaralayan bir sorun olmaktadır. nitekim öğretmenlerin bağlı bulundukları kurumlara ilişkin kurumların örgütsel imajlarında yasalar ya da mevzuatlarda yer alan hususların yaşama nasıl katıldığı yönünde görüşlerinin de dikkate alınması bir ihtiyaç olarak değerlendirilebilir. Yasaların var olması bu yasaların yürürlükte olmasına ilişkin çoğunluğun eylem ve söylemlerinin yanlış olmasına rağmen yürürlüğe ilişkin denetim kapısının kısıtlandırılmış ya da denetim mekanizmalarının güçsüzlüğünden kaynaklanabilmektedir. Örgütsel iki yüzlüğün kültür edinildiği okullarda örgütsel değişikliklerin entropi yaratabileceğinin bilincinde olmak örgütsel reformlarda değişimin gelişimsel yönde değil de gerilemeye yön açabilecek süreçleri de beraberinde getirebileceğini bilmek gerekmektedir. Okul çalışanların iş performansına yönelik var olan ölçütler, iş devamlılığı, iş güvenliğinin yanı sıra iş kalitesinde verimliliğini de olumsuz etkileyen bu sorun örgütlerin samimiyetsiz ve dürüstlükten yoksun davranışları üretebilmektedir. Bu yönde denetim içerisinde yasal kapsamda çalışanların görev ve sorumluluklarının yanı sıra mesleklerini sürdürebilmelerine ilişkin yasakların denetlenmesi elbette önem arz etmektedir. Fakat bunlar dışında çalışanların haklarına halel getirecek sorunların örgütlerde sinsi bir sinizm hareketlenmesini doğurabileceğinin de altını çizmekte fayda var. Eğitim kurumlarında örgütsel ikiyüzlülüğe neden olan elbette örgütün amaçlarını yerine getiren kimselerin değer ve tutumlarının yanı sıra fikir ve yaşamlarında kuruma aykırı olabilecek her şey olabilmektedir. Bu olumsuz durumların sadece öğretmenler bazında değerlendirilmesi sosyal bir örgüt olan okullar için okul paydaşlarının bu sorun dışında tutulması okulların doğal özelliği olan sosyal örgüt niteliğine de aykırı olmaktadır. Adanın kuzeyinde öğretmenlerin genel haklarına ilişkin aşağıdaki hakları olduğunu görmekteyiz ( bknz. KKTC Öğretemenler Yasası):
1.Öğretmenlerin emeklilik haklarları
2. Görevden çekilme hakları
3.Ücretsiz tedavi hakları
4. Hayat Pahalılığı Alma Hakkı,
5. Barem İçi Artış Ödeneği Alma Hakkı
6. Onüçüncü Maaş ikramiyesi ,
7.Ek Çalışma Ödeneği
8. Konut Hakkı Ve Lojman Tahsisi
9. Burs Ve Kurs Ödeneği Hakkı
10. Giyecek Yardımı Hakkı
11. Taşınma Ödeneği Hakkı
12. Vekalet Aylığı Alma Hakkı
13.Şikayet Etme Ve Dava Açma Hakkı
14. Uygulamayı İsteme Hakkı
15. Yayın Hakkı
16.Tehlike, İş Güçlüğü Ve Görev Riski Ödeneği hakkı
17.Kurs Gören, Master Veya Doktora Yapan Öğretmenlerin Hakları
18. Öğretmenlerin Bilgilerini Artırmak İçin Dış Ülkelere Gönderilmesi Hakkı
19. Öğretmenlerin Kamu Görevine Başvurma Hakkı
20. Bir Göreve Vekâlet etme hakları olduğunu görebilmekteyiz.
Bu başlıkların öğretmenler yasası içerisinde kapsam ve içeriklerine ilişkin öğretmenlerin kadro alabilmek için ya da terfi alabilmek için yazılı test sınavlarında bilgi becerilerinin değerlendirildiğini de belirtmek gerekmektedir. Bu başlıklarla ilgili öğretmenlerin haklarına yönelik öğretmenlerin çalışma saatleri ve izinleri ile ilgili yeni değişen dünyaya uyumsama ihtiyacı olan birçok katı kuralların olduğunu belirtmekte de fayda var. Özellikle öğretmen mesai saatleri ile ilgili gelişen ve değişen insan yapısı dışında iş stresi ve verimliliğe ilişkin fiziksel ortamların çağdaş ve modern okul yapılaşmasından uzak kaldığı okullarda öğretmen yükünün her geçen gün arttığını görebilmek için toplum içinde duyarlı yurttaş olabilmek gerçekçi değerlendirmeleri yapmaya yardımcı olabilir. Metnin başında da aktarılan tükenmişlik sendromuna mahâl oluşturmayacak bir girişim aslında ciddi bir ihtiyaçtır. Bu kapsamda öğretmenlerin yaz tatili olmasından ötürü kamu çalışanlarından ayrılan bir takım özellikleri toplumda linç kültürünü besleyen öğretmen haklarını zedeleyen farkındalık yetersizliği ile ilgili bir sorun olmaktadır. Toplumda öğretmenin memurlardan farklılığına ilişkin meslek farklılığı dışında toplum geleceğini inşa eden duruşunun ihlal edilmesine de neden olan bazı tutumlar toplum bütünlüğünü de olumsuz etkileyen toplumsal barış yerine toplumda kutuplaşmayı da besleyen bir sorun olarak değerlendirilebilir.
Öğretmenlerin KKTC öğretmenler yasası kapsamında mazeret izinleri, hastalık izinleri, eğitim izinlerini ne derecede sağlıklı kullanabildiği ile ilgili bugüne kadar herhangi bir mevcut durum taramasının yapılmaması da bu soruna ilişkin asıl kalıntıların yetkililerce henüz doğru anlamlandırılmamasından kaynaklıdır. Yani öğretmenlerin mesleki performanslarındaki başarılarının ve güdülenme kaynaklarının terfi sınavları ile sınırlandırıldığı öğretmen yasasının aslında eksik olan boşluklarının doldurulması ciddi bir mevzuat bilgi becerisi dışında öngörü ve gelişmiş ülkelerle ilgili entegrasyon dengesini nötralize etmeyi de gerektireceği için bu yasa kapsamında seçilmiş kişilerin öngörü üretebilmesi aslında sistemsel bir sorunun varlığını ortaya koymaktadır. Öğretmenlerin haklarına ilişkin çoğunluğun kadın olduğu bir öğretmen kitlesinde Kadın Öğretmenlerin annelik süreci ile ilgili haklarının yetersizliği anne olan öğretmenin mesleki gelişimine olumsuz yansıma yaratırken, başarılı olmak adına mesleki görevler dışında anneliği ile ilgili görev ve sorumlulukların dengesizliği son yıllarda öğretmen kitlesinde evlilik müessesesi ile ilgili çiftlerin aile ve yuvalarının da dağılmasına etki etmektedir.
Çocuk hakları deyip çocuğa haklarını bir ders gibi anlatan öğretim sürecinde çocuğun gerçek yaşantısında ailesi ya da devleti tarafından ihmal edilebildiği gerçeğini ifade ettiğimiz anda bu ifadeyi kullanan kişi devletini sevmeyen bir yurttaş mı olmaktadır? Devletini ve ülkesini seven birçok insan toplumda var olan bu linç kültüründen korkup, pasifize edilmiştir . Oysa ve bu da aslında normal olmayan bir durumu normalleştirme sorunu olarak toplum değerlerine ve yargılarına olumsuz yansıyabilmektedir. Özel eğitim alanında öğretmen olup, özel eğitime muhtaç olan çocukların değer bulması adına öğrencileri ile bir klip projesi üreten eğitimciler olduğunu görmekteyiz. Ancak bu eğitimcilerin kendi mesleki alanları ile ilgili asıl muhatap oldukları bu özel çocuklarla ilgili bir takım doğal özellikleri aslında kendilerinin birer eğitimci olarak kabul edemediğini, bir kusur bir ayıpmış gibi ört pas ettiğini hissedebiliyoruz. Öğrencilerin görsel kaynaklarda bir takım davranış kalıpları ile görüntülerinin paylaşıldığı, öğrencinin doğal gerçek durumunu ifade eden ses, görüntü, davranış ve durumların görsellerde yansıtılmadığı birçok görsel kaynak olduğunu bilmekteyiz. Bu kaynakların oluşmasına öncülük eden asıl kaynak üreticisi olan öğretmenlerin bilinç altlarında mesleki becerisine ilişkin koşulsuz sevgi yoksunluğunu, id, ego ve süper ego çatışmalarında kendisinin bile öğrencisinin birçok çocuktan farklı olan özelliklerini bir kusurmuş gibi görebildiği fark edebiliyoruz. Öngörü sahibi izleyiciler bu görüntülerden rahatsız olurken; uykusuz gece gündüz bilimsel çalışmalar üreterek iyi akademisyenlerin olmasına katkı sağlamayı amaçlarken; toplumda sayısız büyük bir kitlenin tüm bu reklamları oldukça çok beğenebilmekte, paylaşım yapabilmekte, farklılıklara saygı çerçevesinde bu tür görsel kaynakları öğrencilerine izletebilmekte ve bu yayılım içinde var olan algı operasyonunda özel eğitimin gerçek niteliğini küçültme operasyonu başarıya ulaşabilmektedir. Kalite demiştik; ölçme değerlendirme demiştik, denetlemeye bağlanan hesap verebilirlik kısmı ile ilgili asıl soru belki de “Kim- kime ne hesabı verecek? Kim- kimi ne bilgi ve beceri ile denetleyecek?” sorusudur. Uzmanlığın sözde olduğu bir düzende elbette bu arz edilen sorunların sorgulanamaması da gayet normaldir. Peki, normal olmayan ama normalleştirilen bu sorunlara çözüm olarak ne üretmemiz gerekmektedir? Tabi ki değerlendirme ve gözlemler yaparak var olan yanlışlara ilişkin çözüm önerileri sunmamız önemlidir. Her şeyin bir bedeli vardır diyoruz fakat geçim derdinin her geçen gün arttığı tüm coğrafyalarda geçmişte kadın ve erkeğin her ikisinin de çalışmak zorunda olduğu diğer coğrafyaların eğitim bütçesi ve yatırımlarını arttırıcı girişimler sergilediğini rol model edinemiyoruz. Bugün İngiltere kozmo- kültür olan toplum niteliği ile bir devlet varlığını oradaki herkese nasıl hissettiriyor hiç düşündük mü? Anayasa ile birlikte birçok yasanın içerisinde eşitlik ve ayrıcalık tanınmamaya ilişkin yazılı maddeler görürken toplumun her kesiminde ayrım ve ayrıcalığa ilişki bir sitem görmekteyiz. Bu nedenle eğitim kurumlarında görev yapacak olan her bireyin niteliğini arttırıcı tedbir ve girişimler politikacılara da rehber olabilir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletinde zorunlu eğitim çağı ile kısıtlayıcı maddelerin kaldırılıp, eğitim çağında gelen her çocuğun bebeklik döneminden itibaren devlet kontrolü ve denetiminde olan sistemle yetiştirilmesi elbette büyük bir bütçe gerektirecektir. Fakat bu girişim toplumda hukuksuzluğu, umutsuzluğu, haksızlıkları ve girişimlerin yanı sıra toplum huzurunu olumlu etkileyecektir. Bu çerçevede öğretmenlerin mağduriyetlerine ilişkin en sık rastlanan sıkıntılardan biri sınıf yüzölçümleri standart bir sisteme konulmamış olmasıdır. 1974 öncesi okulların fiziksel yapılarına bakıldığında nüfus yapısı o dönemlerde tatmin edici olsa da günümüz şartlarında sadece siyah tahta ve sıraların araç gereç olmadığı çağdaş eğitim ihtiyaçlarının da sınıf donanımında olması halinde pek de yeterli olamamaktadır. Öğretmenler yasası kapsamında tek sınıflı olan okullarda 36 öğrenciye kadar tek öğretmenin olması ile ilgili sıkıntıların kişisel alan, mahrem alan, sosyal alan, genel alan ve sosyal alan olarak değerlendirdiğimizde aslında hem çocukların hem de öğretmenlerimizin birçok hakkının ihlâl edildiği bir düzen ile karşılaşabiliriz.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası çerçevesinde demokratik ve laik bir devlet felsefesinin varlığını yasalarla hissetmekteyiz. Farklı meslek gruplarında çalışan bir kadınların bağlı bulundukları kurumların varlığı adına bir takım yasal haklara sahip olabildiklerini görebilmemiz mümkünüdür. Nitekim genel anlamda sorunların yaslara ne derecede etki edebildiğini az çok tahmin edebiliriz. Örneğin kadının anne olma sürecinde 40 gün doğum öncesi 40 gün de doğum sonrası ödenekli izin almaya hakkı olduğunu görmekteyiz. Hatta bu duruma ilişkin değişen yasal düzenlemelerin de olduğunu bilmekteyiz. Fakat kabul etmek gerekir ki çocuğun emzirme sürecinin doğum sonrası 40 gün ( Öğretmenler Yasası, Madde 82/1) ile kısıtlandırıldığı; annenin çalışma hayatı nedeni ile çocuğunu kendi sütü ile besleyememesine neden olan ekonomik anlamda geçim derdine katkı sunan; yani para kazanmak zorunda olan bir varlık olması anneliğin doğal içgüdüsel bir takım özelliklerinin de ihmâline yol açmaktadır. Annenin çalışma hayatı boyunca öğretmenler adına sabah 1 ders saatine, öğleden sonrası dersi olması hâlinde ek 1 ders saatine denk gelecek biçimde emzirme izninin olduğunu yasalar kapsamında var olduğu yönüne belirtebiliriz. Fakat annenin görev yaptığı okul adresi ile ikâmet ettiği ev adresinin uzak olması hâlinde bu hakkını çoğu zaman kullanamamasına yönelik herhangi bir alternatifin olmadığını da belirtmekte fayda var. Aynı durum kamu çalışanları adına sabah 1 saat, öğleden sonra bir saat olacak biçimde ( ÖY, Madde 82/2) ayrılmış olsa da aynı hakka ilişkin sorunların kamu çalışanları adına var olduğunu (Kamu Görevlileri yasası, Madde 108/1, Madde 108/2); ancak bu hakkı zaman zaman onların da kullanamadıklarını belirtebiliriz. Özel sektöre baktığımızda ise; iş kaybetme korkusu nedeniyle birçok annenin var olan hakkını talep bile edemediği bir sorunun hep gündemde susturulduğu bir düzen içerisinde olmak çok üzücü bir durum. Özel sektör çalışanlarının haklarına ilişkin herhangi bir sendika gücünün olmaması da elbette bu haksızlığa mahal veren apayrı bir sorun olarak değerlendirilebilir. Öğretmenlerin hastalık izinleri, mazeret izinleri, görev değişikliği, yükselme, izin hakların ilişkin kamuda bir reform hareketlenmesi her dönem siyasilerin ve politikacıların gündeme aldığı ancak haklara ilişkin temel sorunun toplum yapısında eğitimde vatandaşlık derslerinin yeterli bilgi ve becerileri topluma aşılayamamasından ötürü sonuçsuz sonuçlandığını da belirtebiliriz.
Öğretmenlerin çalışma yaşamlarına yönelik çalışma saatleri belirgin olsa da pandemi koşullarının öğretmenlerin çalışma hayatlarına mesaisi bitmeyen bir süreci yük olarak bindirildiğinin de bir gerçek olduğunu bilmekteyiz. Türkiye’de nöbetçi öğretmenlerin nöbetçilik süreçleri mesai kapsamında çalışma olarak değerlendirildiği için öğretmenler bu süreçte görev almaları halinde nöbetçilik yaptıkları her saatin bedelini maaş karşılığı olarak almaktadırlar. Ancak Kıbrıs’ın kuzeyinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasa’sı kişi hakları ile ilgili Çalışma hakkı ve ödevleri kapsamında kimsenin angarya olarak çalıştırılmayacağı ( KKTC Anayasası, Madde 49/3) belirtiliyor olmasına rağmen bu hakka ilişkin hiçbir sendikal çalışmanın olmaması dikkat çekmektedir. Sendika kurma hakkı ile ilgili anayasa kapsamında çalışanlar ve işverenler bu hakka sahip olabildiği ( KKTC Anayasası, Madde 53/1) belirtilmesine rağmen bu hakkın havada olması da büyük bir eksikliktir. Bu tür konulara ilişkin yaşamın içinde bir takım sorunlar hafif şekilde atlatılmaya çalışırken elbette bu sorunların çözümlerine ilişkin girişimci okul liderliğine her geçen gün daha da bir ihtiyaç duyulmaktadır. Herhangi bir bireyin ya da her hangi bir grubun elinde var olan kaynaklarını değer kazandırmanın yanı sıra var olan değerleri de büyütme amacında benzeri olmayan ya da benzeri olsa da kendine has bir takım özellikleri ile tek olabilen içeriğinde inovasyonu barındıran ihtiyaçları doyurucu fırsatları göz önünde bulundurarak düzenlenen güç ve imkânların kullanım sürecine “girişimcilik” dediğimizde (Coulter ve Robbins, 2003). Kurumları temsil eden çalışanların haklarına ilişkin eksikliklerin giderilmesine yönelik Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde gerçek anlamda özellikle öğretmenler Yasası ile ilgili ne tür girişim eksiklikleri olduğunu yukarıda belirtilen bir takım örnekler ile dile getirmeye çalışan kaç eğitimci yazarımız vardır? her hakkın sendikal hareketlenme ve sendikal girişimlerle gerçekleşmesi kurumları temsil eden üst yönetim kadrosuna ilişkin çalışanların dışında toplumun da güvenini sarsan bir sıkıntıdır. Kişinin hakkını araması bir hak olsa da; özellikle kamusal alan içinde devleti temsil eden kurum veya kuruluşların gerek çalışanların gerekse yurttaşların haklarını arar pozisyona gelmeyecekleri bir düzeni kurumun varlığı ile hissettirmeleri gerekmektedir. Bu çerçevede her geçen gün gelişime çabası içinde olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı başta bakanlık çatısı altında 1983’ten beri güncellenemeyen yasalarını yasal anlamda birçok tüzük ve yasa maddeleride yer alan içindeki teknik kurul ve yüksek danışma kurullarında temsilîyet görevi üstlenen üst yönetim temsilcilerinin donanımı ile yansıtmaktadır. Bu çerçevede sorunların üyeleri temsil eden sendikaların sessiz çığlığı olmasından öte kurumları temsil eden bürokratların duruşunun daha ağır olduğunu unutmamak gerekmektedir. O hâlde genel anlamda bir girişim neticesinde oluşturulan yasaların güncelleşmesinde sendikaların girişimleri üyelerinin haklarını bilinçlendirme, farkındalık oluşturma ve sorunlarını doğru adımlarla takip etme gibi bir süreci gerektiriyorsa burada eğitim sendikalarına da büyük görevler düşmektedir. Eğitim kurumlarının diğer kurum ve kuruluşlara öncülük etmesi ile ilgili temel adımlarda işletme mühendisi gibi düşünerek harekete etmeleri elbette gerçek sorunların çözümünü sağlayacaktır. Ancak haklarından bihaber ya da kısmen haberdar olan bir öğretmen topluluğunun hak mücadelesi verebilmekle ilgili bir girişimini ummak tabi ki olmayacak duaya amin demektir.