HAYATIMIZA FELSEFENİN FENERİNİ TUTMAK
Başlangıcından bu yana, felsefe, insan ve yaşamıyla ilgisini sürdürmekle birlikte, ne yazık ki, bu ilginin ve ilişkinin çoğu insan tarafından gözden kaçırılmasına tanık oluyoruz. Bunun pek çok nedeni bulunabilir. Ama en önemlisi de, sanıyorum felsefe kültüründen yoksunluk, felsefi düşünceyi yeterince tanımamaktır denilebilir. Felsefeyle ilgilenmeye, felsefe kitaplarını okumaya ve filozofları anlamaya yönelen kişilerin de gördüğü gibi, felsefe insan ve yaşamından uzak değildir. Tam tersine felsefe, insan ve yaşam üzerine, bu yaşamda karşılaştığımız durumlar ve problemler üzerine, kısacası inanın varoluşu üzerine yapılan ve kendisi de varoluşsal özellikler taşıyan bir düşünce biçimi ve etkinliktir. İnsan, yaşamının anlam ve değerini araştırdığı ve bu konuda sorular sorduğu her yerde, aslında felsefe iş başındadır. Sokrates’in de söylediği gibi, “Araştırılmayan, sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez.” İşte, hayatımızı sorgulama imkanını, bize veren felsefeden başka bir şey değildir. Bu sorgulama ve araştırma, söz konusu hayatın değerli biçimde yaşanmasının yolunu da açmaktadır. Bu nedenle, yaşama felsefenin ışığında baktığımızda, orada gördüğümüz şey, yalnızca bize sunulan bir yol, bir yaşama zamanı olmayıp, söz konusu hayatı kendi aklımıza ve irademize göre biçimlendirme ve yönlendirme imkanıdır da. Hayatı sorgulamak, aynı zamanda onu yeniden yaratmak ve düzenlemektir. Çünkü hayata yönelik sorgulamalarımız ve sorularımıza yanıt arayışlarımız, hayatın yeniden yorumlanmasına ve değişimine de yol açacaktır. Felsefeyle birlikte insan, kendisine sunulan bir hayatı ezbere yaşamaktan, kendisine çizilen bir yolda düşünmeden yürümekten, kısacası kendisine dayatılan kalıplara ve modellere sıkışmaktan kurtulma imkanı da bulabilir.
Felsefi düşüncenin ışığında hayata baktığımızda, hem kendimiz olma hem de hayatı kendimizin kılma imkanını gerçekleştirebiliriz. Felsefe tarihindeki filozoflar da böyle bir çabanın ve durumun pekçok örneğini sunmaktadırlar bize. İşte bunlardan biri, Seneca, felsefenin yaşamla ilişkisini şöyle ifade eder: “Felsefe ruhu bir kalıba döker, işler, yaşamı düzenler, eylemleri doğru yola koyar, yapılacak, yapılmayacak işleri gösterir; dümenin başına oturup tehlikeli dalgalar arasında çırpınan gemiyi yönetir, yoluna yön verir.”?
Felsefenin yalnızca kişinin yaşamına değil, toplumlara-uluslara da yön verdiğini söyleyebiliriz. Uygarlık tarihinde insanın ve değerlerinin gösterdiği gelişimde, böyle bir şeyden söz edilebilirse, bunda felsefenin büyük bir rolü vardır. Felsefenin uygarlık tarihi boyunca insan ve yaşamına getirdiği aydınlık, yaşamımızın bugününe ve geleceğine ilişkin tutumlarımızı da etkilemiştir. Çünkü yaşamak kadar, yaşama nasıl baktığımız, nasıl bir tutum takındığımız da önemli değil midir? Çoğu insan olabildiğince uzun yaşamak ister. Ne pahasına olursa olsun, ne biçimde olursa olsun, tek başına hayatta olmak ve bu durumun süresi çok önemlidir çoğunluk için. Bu konuda yine Seneca’nın dostu Lucilius’a yazdığı mektubundaki sözlerine kulak verelim: “Biz çok yaşayalım diye değil, yeterince yaşam sürelim diye özen göstermeliyiz. Çok yaşaman kaderle ilgili bir iştir, dolu bir yaşam sürmen, ruhunla ilgili. Eğer doluysa yaşamın, çok yaşadın demektir. Yaşam da, ruh kendi iyiliğine kavuştuğu, kendi iyeliğini eline geçirdiği zaman, dolmuş olur. Seksen yılını hiçbir iş yapmadan geçiren bir insan için yılların ne yararı olmuştur? O adam yaşamış değil, yaşamakta dura kalmıştır; geç ölmüş değil, çoktan ölmüştür.”2
Görüldüğü gibi Seneca, söz konusu mektubunda ve daha başka yazılarında da, yaşamın süresinden, ne kadar uzun yaşandığından çok, nasıl yaşandığından söz etmektedir. İşte burada felsefe, yaşamın iyi bir yaşam olmasının nasıl mümkün olabileceğini sorgulamakta değil midir? Seneca, hayata ilişkin yanlış bir tutuma ve anlayışa getirdiği eleştirilerle, aslında yeni bir yaklaşımın da yolunu açmaya çalışmaktadır. Küçüklük-büyüklük, uzunluk-kısalık, doluluk-boşluk gibi kavramları, hayatı değerlendirirken kullandığımızda nelere dikkat etmemiz gerekir? Bu konuda da Seneca’nın düşüncelerinin izini sürersek: “Nasıl küçücük bir bedenin içinde yetkin bir insan bulunabilirse, çok küçük bir zaman içinde de, yetkin, eksiksiz bir hayat olabilir. Yaşam süresi bizim dışımızdaki olaylara bağlıdır, ne kadar yaşayacağım benim dışımda bir şey, ne kadar zaman gerçekten yaşayacağım da, benimle ilgili bir şey. Benden isteyeceğin şey şu: sanki karanlıklar içinde gibi, adsız bir hayat geçirmeyeyim, hayatımı yöneteyim, gelip geçici bir yolcu olmayayım hep.”3
Seneca’nın bu sözleri de, yaşamına yön verme ve onun gidişini belirleme sorununun ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir. Burada “yaşama sanatı” kavramını hatırlayabiliriz. Gerçekten de yaşamın da bir sanat eseri gibi kurulmasından ya da yaratılmasından söz edilebilir. Ancak bu yaratım etkinliğinin, bilgisiz olamayacağı da açıktır. Bu bağlamda kendini bilmek, hayatın farkında olmak, insan için varoluşsal bir öneme sahiptir. Bu durumla ilgili olarak, modern dönemin başlangıçlarında yer alan bir filozof, Montaigne şöyle demekte: “Dünyada insanlığını bilmekten, insanca yaşamaktan daha güzel, daha doğru bir iş yoktur. Bilimlerin en çetini de bu hayatı iyi yaşamasını bilmektir.”4
Hayatı iyi yaşayabilmek de, insanın kendisini bilmesine, tanımasına bağlı değil midir? Bütün filozoflar gibi Montaigne de, felsefe araştırmalarının başlıca konusu olarak kendini görür: “Her konudan çok kendimi incelerim. Benim metafiziğim de budur, fiziğim de.”5
Felsefenin insanlara, yaşamaya başlarken de, ölüme giderken de söyleyecekleri olduğunu vurgulayan Montaigne, Seneca’da gördüğümüz gibi, yaşamın süresiyle değil nasıl bir hayatın yaşandığıyla ilgilenmekte ve hayatın değerinin araştırılacağı yönü şöyle vurgulamaktadır: “Hayatımız nerede biterse, orada tamam olmuştur. Hayatın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır: öyle uzun yaşamışlar var ki, pek az yaşamışlardır. Şunu anlamakta geç kalmayın: Doya doya yaşamak yılların çokluğuna değil, sizin gücünüze bağlıdır.”6
Hayatına felsefeyle bakan, felsefenin ışığıyla yaşama dünyasını aydınlatan insan, bir bakıma kendi olanaklarının ve gücünün de farkına varabilecektir. Sokrates, Seneca ve Montaigne, farklı dönemlerde ve toplumlarda felsefenin yaşamla ilişkisinin örneklerini vermiş olan filozofların birkaç örneğidir. Onların ve diğer filozofların düşüncelerinden de yararlanarak, hayatımıza felsefenin fenerini tutmak ise, kendimizin başarabileceği bir etkinliktir. Felsefenin aydınlattığı bir yaşam, insana yaraşır bir yaşam olabilecektir. Bu nedenle felsefeyi aradığımızda, yalnızca kitaplarda değil yaşamın kendisinde de bulmamız gereklidir.
Mustafa Günay