AKADEMİSYENLİK VE PİYASA
Akademisyenlik, özerk koşullar altında ve özgür bir bilinç ile sürdürülmesi gerektiği tarihsel süreçte kabul görmüş bir çalışma biçimidir. Bu çalışma biçimi özerk bir insana işaret eder. O’Neill’e (2001, s. 141) göre; “Özerk insan hayatını biçimlendirirken kendi anlayış ve kararlarına güvenebilen kişidir”. Bir çalışma biçimi olarak akademisyenlik belirli çalışma şartlarını taşıdığında otonom bir karaktere sahip olabilir. Eylül 1988 de yayınlanan Lima bildirgesine göre bilimsel ve akademik çalışma özgürlüğü “Devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesini taşımadan… bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinmelerinde ve iletmelerinde özgür” olmaktır (Demirer, 2009, s. 169). Ancak bu çalışma biçimi yapıldığı alandaki üretim ilişkileri, kültürel ve kurumsal yapılar ve diğer ilişkilerden etkilenir. Gök (2013, s. 142) “devlet, sermaye, eğitim sistemi, okul ve üniversite, aile, cinsiyetçi erkek egemen sistem, din ve sivil toplum”’un üniversitelerin işlevlerini ve akademisyenlerin çalışma biçimlerini etkileyen şartlar olarak sıralamaktadır. Üretim araçlarının ve ilişkilerinin özel mülkiyetin elinde/kontrolünde olduğu kapitalist toplumda sermaye birikimi sağlamak üzere gerçekleştirilen üretim ilişkilerinde kurulan hiyerarşik ve otoriter pratiklerle ortaya çıkan araçsalcı sistematik süreç üniversiteleri ve akademisyenleri temelden etkileyen durumlar/sonuçlar yaratır. Piyasa şartları/amaçları doğrultusunda şekillendirilen/işlevlendirilen kurumsal yapılar ve bu kurumsal yapılar içerisinde yer alan bireylerin çalışma koşulları da oluşturulan bu heteronomik piyasa koşulları doğrultusunda gerçekleşir. Piyasaya uygun mülkiyet ilişkiler ile bilimsel pratikler arasındaki ilişkiyi değerlendiren O’Neill’e (2001, s. 248) göre, “(1) piyasa mekanizmaları, bilginin gelişmesi için gerekli bir koşul olan bilimde açık iletişimle uyuşmaz; (2) bilim için bir kurumsal çerçeve olarak piyasa, bilime katkıda bulunan bir kişiye verilen dış ödülleri bilimin gelişmesine katkısının değerinden koparır; (3) bilimde özel mülkiyet bilim pratiğine bağlılığı zedeler”. Görüldüğü üzere piyasa öncelikleri ve bilim pratikleri amaçları ve varoluşsal nedenleri bakımından birbirinden farklı hatta birbirine zıt özellikler taşır. Yukarıda belirtilen piyasa şartlarının geçerli olduğu koşullarda gerçekleştirilecek bilimsel faaliyetler piyasa ihtiyaç ve beklentilerinden bağımsız olamayacaktır. Başka bir deyişle piyasa belirlemesi en azından etkisi altında olacaktır. Bireylerin önceden saptanmış bir örgütlenme tarafından dışarıdan koordine edilen işlevler olarak yerine getirmek zorunda oldukları uzmanlık faaliyetlerini heteronomi alanı olarak adlandırdığını belirten Gorz’a (2007, s. 104) göre “bir çalışma ancak çalışanlar tarafından örgütleniyorsa, çalışan kendine koyduğu hedefi özgürce izliyorsa ve katılan kişinin insanca gelişebileceği nitelikte ise özerk bir faaliyet haline gelebilir”. Akademisyenin etki edemediği kendisi dışındaki süreçlerle ve belirli amaçlara sahip kurumsal örgütlenmeler tarafından belirlenen ve örgütlenen çalışma biçimlerinin özerk olması düşünülemez. Dolayısıyla üniversiteler ve çalışma biçimi olarak akademisyenlik heteronomik bir alandır. Bu heteronomi alanı içerisinde görevlerin doğası, içeriği ve ilişkileri dışarıdan belirlenir; öyle ki kendileri de karmaşık olan bireyleri ve kolektifleri, büyük bir (sınai, bürokratik, askeri) makinenin çarkları gibi işletir veya aynı anlama gelmek üzere, boyutları ve talep ettiği hizmetli sayısı yüzünden, işçileri faaliyetlerini kendi kendini düzenleyen işbirliği yöntemleri (özyönetim) yoluyla eşgüdümleme imkanlarından yoksun bırakan bir makinenin gerektirdiği uzmanlık görevlerini bu birey ve kolektiflere birbirinden habersizce yaptırır (Gorz, 2007). Devletin, müdahil/destek olduğu piyasa ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla siyasal otoritesini kullanarak farklı boyutlarını biçimlendirdiği akademisyenlik, heteronom (dıştan belirlenmiş) bir çalışma alanıdır. Örneğin kapitalizmin ihtiyaç duyduğu değişim değeri yaratmak üzere bilginin metalaştırıldığı bir piyasa ortamında akademisyenin üreteceği bilginin, mülkiyet ilişkilerine mahkum olması kaçınılmazdır. Öte yandan piyasa otoritesi altında akademisyenlerin çalışma şartlarını belirlemek üzere gerçekleştirilen yasal düzenlemeler ve oluşturulan kurumlar belirli standartlaştırmalar yoluyla akademisyenin çalışma yaşamına doğrudan müdahale ederek özerk olma halini ortadan kaldıran durumlar yaratmaktadırlar. Örneğin bilginin metalaştırılması yoluyla elde edilmek istenen sermaye birikimini sağlamak için son otuz yıllık süreçte hızlanan üniversite sanayi (sanayi lehine) işbirliği, Teknokent uygulamaları, uluslar arası alanda gerçekleştirilen Bologna süreci ve Türkiye de yükseköğrenimi de kapsayan TÜSİAD raporları ve kalkınma planlarında yapılan düzenlemeler, özerk çalışma koşullarını gittikçe sınırlayan ve akademisyenlerin çalışma yön ve biçimlerini belirleyerek onların özerkliğini ortadan kaldıran ve önceden belirlenen hedefler doğrultusunda akademisyenlerin araçsallaştırılması /proleterleştirilmesine neden olan, başka bir ifade ile çalışma alanını her boyutuyla gittikçe daha çok dıştan belirlemeye yönelik çalışmalardır.
Doğal ve toplumsal gerçeklikleri anlama ve anlamlandırma çabası olarak tanımlayabileceğimiz bilimsel araştırma faaliyetinin özerk (otonom) bir faaliyet olarak örgütlenebilmesinin ve uygulanabilmesi demek akademisyenlerin kendi çalışma alanını kendisinin belirlediği, çalışma sürecini kendisinin örgütlediği, kendi yaratacağı ürünün kullanım amacını, içeriğini de belirleyeceği, çalışma sürecin akademisyen tarafından özgürce yürütüleceği, çalışma sürecine katılan kişinin kendisine, emeğine ve ürününe yabancılaşmadığı, sürecin ve ürünün kendi doğasından/kararlarından kopmadığı bir durumu ifade eder.
SONUÇ
Bir çalışma biçiminin özerk olabilmesi için çalışma sürecinin örgütlenmesi, çalışma hedefine yönelik sürecin özgürce yürütülebilmesi, katılan kişinin insanca gelişebileceği nitelikte olması gereklidir. Araştırma ve öğretim faaliyetlerini içeren akademisyenlik, çalışma biçimi olarak akademisyen dışından örgütlenişi, çalışmanın hedefleri ve elde edilmesi planlanan ürünle olan ilişki ve ayrıca kişinin yaptığı çalışma ile kendini biçimlendirdiği bir çalışma şeklinde ortaya çıkar. Kapitalist ekonomik sistemde, üretim araçlarını elinde bulunduran özel mülkiyete/sermaye sınıfına, sermaye birikimi sağlamak üzere, piyasa ilişkileri temelinde, otoriter ve hiyerarşik olarak yapılandırılan yükseköğretim kurumlarındaki akademisyenlerin çalışma biçiminin özerk/otonom olmasından söz edilemez.
*Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Politikası Doktora Öğrencisi
Kaynakça
Demirer, T. (2009). Üniversiteler Özgür mü? S. Özbudun, & T. Demirer içinde, Kuşatmayı Yarmak Eğitim, Bilim ve Aydınlar (s. 169-170). İstanbul: Kaldıraç Yayınevi.
Gorz, A. (2007). İktisadi Aklın Eleştirisi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Gök, F. (2013). Türkiye'de Otoriteryen Zihniyet: Devlet, Yök, Üniversite ve Bilim İnsanları.
O'Neill, J. (2001). Piyasa Etik, Bilgi ve Politika. İstanbul: Ayrıntı.
Birol ALĞAN