DEVE KUŞU OLMAYAN ÖĞRETMEN VE YÖNETİCİLER
“Öğretmenlik ömür boyu sürecek bir öğrenciliktir”
Mustafa Kemal Atatürk
Kutup kelimesinin anlamına baktığımızda birbiriyle karşıt olan şeylerin her biri aklımıza gelmektedir. Nitekim coğrafya da yer yuvarlağının kuzey ve güney olmak üzere eşlekten uzak olan yer eksenin geçtiği varsayılan iki noktanın her biri de kutup olarak tanımlanmaktadır. Kutuplaşma kuramına baktığımızda Gunnar Myrdal tarafından geliştirilen bu kuramda gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkelere göre rekabet anlamında önde olmasına neden olan zenginlik durumları ile bu rekabette yoksul olan ülkelerin daha da yoksul olacağı öne sürülmektedir. Bu bağlamda kültür elçiliğini yürüten öğretmenlerin toplum yapısında var olan kutuplaşmaları doğru anlamlandırmaları toplumların huzur değeri açısından önem kazanmaktadır. Prof. Dr. Emre Erdoğan’ın açıklamalarında kutuplaşmanın ilk açılımını yapan ABD’nin kutuplaşmayı 4 farklı tanımına yer verilmiştir ( Kutuplaşma nedir? Kutuplaşmanın topluma zararları nelerdir?):
1. İdeolojik Kutuplaşma ( seçmenlerin ideolojik olarak birbirinden uzaklaşması durumudur)
2. Ayrışma ( insanların bir arada yaşamamaları; yani bir şehir ya da mahalle içinde farklı ortamda yaşamaları)
3. Sahte Kutuplaşma ( "Kutuplaşma Algısı" olarak da tanımlanır. Burada insanlar diğer insanları kendilerinden daha uzakta görmeleridir)
4. Duygusal Kutuplaşma (İnsanların birbirine katlanamamaları durumudur. )Farklı parti ya da inançlarda olan insanlar kendilerinden olmayan görüşe saygı duyamaması ve kendi fikri dışında olan kişilere tahammül edemezler.)
Düşünceleri, görüşleri, sosyal konumları dışında farklı siyasi konum ve tavırların farklı iki grupta yoğunlaşması toplumlarda olumsuz etkilere de neden olabilmektedir. Bu olumsuz etkiler başta iş yerlerinde örgütün amaçlarını yerine getiren bireyler arasında başlarken zamanla bu yapılaşma toplumun tümüne yayılabilmekte ve kültür haline dönüşmesi durumunda toplumsal barış ile ilgili huzursuzluklar çevreye yansıyabilmektedir. Kutuplaşmanın oluşturduğu ayrıştırmalar renk kavramları üzerinden örnek verecek olur isek; süt ak ya da beyaz olarak tanımlanırken arada gri tanımının olabilmesi durumu söz konusu olamamaktadır. Pandemi sürecinde sosyal medyanın da etkisi ile toplumlarda kutuplaşmaların arttığını belirtebiliriz. Bu doğrultuda eğitim kurumlarını ele alacak olur isek; okulöncesi eğitim ve ilköğretim kademeleri de dâhil olmak üzere eğitimin tüm kademelerinde gerek çalışanlar gerekse eğitim hizmetinin verildiği öğrenciler ve ailelerinin durumlarını doğru analiz edebilmek gerekmektedir. Kutuplaşmalar nedeniyle yeniliklere ve farklılıklara açık olmayan işletmelerin zamanla örgüt işlevlerini yerine getirmekte güçlükler yaşadığı, hatta yok olma noktasında kurumsal anlamda entropi ile karşı karşıya kalabileceklerini belirtmemiz gerekmektedir. Örgütsel amaçların yürütülmesinden sorumlu olan yöneticilere özellikle pandemi döneminde büyük görevler düşse de öğretmenlerin de kendi sınıf ortalarında görev ve sorumlukları artmıştır. Öğretmenlerin sınıf ortamında amaçları gerçekleştirme sürecinde öğrencilere liderlik ederken bebeklik dönemi ve erken çocukluk döneminden itibaren yetişkinlik dönemi de dâhil olmak üzere insanın tüm gelişim dönemini bilinçli bir biçimde bilerek eğitim ortamına toplumda kültür olamaya doğru yol almış kutuplaşmalara karşı dikkatli davranmaları gerekmektedir. Bu açıklamaya bir örnek vermek gerekirse kutup ayıları kutuplarda yaşayabilecek biyolojik özellikleri ile dünyada var olsa da kutuplaşmalar onları olumsuz etkilemez. Ancak kutuplaşmalar insanoğlunu ayrıştırmakla birbirinden uzaklaştırabilir. Bu nedenle eğitim kurumlarında sınıflar öğrenciler için bir tehdit alanı olabilirken; öğretmen odası da öğretmenler için tehdit alanı olabilmektedir. Sınıfların, öğretmenler odasının ve hatta hademe odası da dâhil olmak üzere pek çok ortam diğer örgütlerde olduğu gibi kutuplaşma ortamı olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Dünyanın birçok ülkesinde Covid-19 nedeniyle alt üst olan işletmeler son zamanlarda daha huzurlu bir yol almaya başlamış görünüyor. Dünyanın birçok ülkesi para kazanmakla ilgili bu kazancın karşılığını fazlasıyla vermekle uğraş verdikçe insanlığa verilen değerler ne yazık ki herhangi bir ırk, din ya da ülke ayrımı yapmadan bir takım değerlerin derecelendirmesinde farklı sıralamalar oluşmaktadır. değerler sistemine yönelik ortak kaygılarda toplumlar insanlığın bozulmasından endişe duymaktadır. Eğitim hizmetlerini sağlamakla ilgili asıl görevi üstlenen savaşçılar öğretmenler olurken; öğretmenler eğitim programlarında belirlenen kısa süreli amaçların yoğunluğundan uzun süreli amaçlara ne yazık ki fırsat bulup odaklanamamaktadır. Oysa çevre eğitiminde toprağını, doğasını, çevresini ve yaşadığı dünyayı seven insan kendine de başkalarına da zarar vermemeyi öğrenebilmektedir. Peki; çevre eğitimi gibi trafik eğitimi ya da değerler eğitimi gibi başlıklarla eğitimde yeni ders ihtiyaçlarının nedeni bu eğitimlerin tüm derslerde yeterli anlamda öğrencilere kazandırılamaması ya da hissettirilmemesi değil midir? Eğitimde ayrıştırmanın öğretmenlerin sorumlulukları üzerinde etkisi ne olmaktadır? Ya da cumhuriyet döneminde öğrencilere tüm dersleri öğreten öğretmenin niteliklerindeki farklılıkları özlediğimizi ifade eden yeni nesli sürekli eleştiren X Kuşağı’nın tümüyle verdiği tepkiler kuşak çatışması ile mi ilişkilidir? Yoksa her geçen gün parayla satın alınan hizmetlerin zamanla insanlarda sorumluluk üstlenme, ya da bir takım yerlere satın alınamayacak değerlerle erişme gücünü pekiştiren özellikleri midir? Yıllar önce KKTC MEKB Bakanlık Müdürlüğü görevi yapan Adnan Eraslan ile yapmış olduğum bir röportajda öğretmenlik mesleğine dair yeni öğretmenlerin bu mesleği zenginleşmek amacıyla öğrencileri metalaştırarak para kazanma kaynağı görmesini eleştirirken; “Bu mesleği seçen insanlar eğer zenginlik amaçlıyorsa bu mesleği bıraksınlar. Bu meslek metalaştırılmayacak kadar özel bir meslektir. Bu meslek bir öğretmenin yıllar sonra yetiştirdiği öğrencilerin topluma yararlı bireyler olma zenginliğini öğretmene verebilir. Bu mesleğin zenginliği o topluma kazandırılan insanlardır. Bunun ötesinde bu mesleği metalaştırmamak gerekir.” derken; bir taraftan yıllarca Kıbrıs Türk Toplumu tarafından eğitim sendikalarında öncülük eden demokratik duruşu, diğer taraftan da emekliliği yanaşmış tecrübeli bir öğretmenin bozulan değerler ile ilgili ülkemiz adına hatta dünya adına biz öz eleştirisini dinliyordum. Aslında bunlar da adeta kutuplaşmalar olarak karşımıza çıkan sorunlar oluveriyordular kim bilir? Ne yazık ki pandemi sürecinde okulların ve öğretmenlerin değeri toplumlarda hissedilse de ailelerin şu süreçte pandemi sürecinde eğitimden çok kendileri işe giderken çocuklarına bakabilecek güvenli bir ortama çocuklarını teslim etme ihtiyacı daha çok öne çıkmaktadır. Bu açıdan da ne yazık ki bir zamanlar İngiltere’ye göç eden Türklerin çocuklarına, ailelerine zaman ayıramaması, günlerinin büyük bir yoğunluğu trafik ve dışarda geçtiği için çocuklarını kimi zaman yatmadan yatmaya görmelerini eleştirirken şu anki Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de durumun farksız olduğunu görmekteyiz. Peki, eğitim sistemlerimize ilişkin ders saatleri, eğitimin başlama ve bitiş saatlerine ilişkin her iki toplumda da yaşanılan bu değişime ilişkin herhangi bir reform hareketlenmesi ya da uyumsamaya ilişkin bir adım görebiliyor muyuz? Ne yazık ki; olağanüstü durum sebebiyle adanın kuzeyinde birçok devlet ilkokulu kalabalık öğrenci sayısı nedeniyle seyreltilmiş eğitim modeli ile eğitim ve öğretim uygulamalarını sürdürürken; diğer taraftan öğrenci sayısı az olan okullarda normal eğitim pandemi kuralları çerçevesinde devam etmektedir. Bir taraftan seyreltilmiş eğitim uygulaması yapan okullarda normal şartlarda 40 dakikalık olan dersler 45 dakikaya uzatılmıştır ve bu sorun özellikle 1. Sınıf öğrencilerinin Türk Eğitim sistemi müfredatlarında var olan eğitim ve öğretim amaçlarına hizmet veren öğretmenlerin dikkatini çekmektedir. Birçok okulda pandemi kaybı olarak ilkokul dördüncü ya da beşinci sınıfa gelmiş öğrencilerin okuma- yazma ve matematikte dört işlemle ilgili sıkıntıları olan öğrencilerin sorunları çok büyük bir sorunken bu sorunun henüz sorun gibi görülmemesi de dikkat çekicidir. Oysa bu sorun öğretmenlerin sınıf düzeyine ilişkin ortalama düzeyle ilerlemesine de engel olurken; bu olumsuz durum hem öğrencinin hem de öğretmenin motivasyonunu olumsuz etkilemektedir. Diğer taraftan Türkiye’ye baktığımızda ise ders saatleri ile ilgili uygulamaların vaka sayılarına bağlı olarak 40 dakikadan aza indirgenebilmesi ile ilgili haberlerin durumu, ya da öğrenci sayısına yönelik Türkiye’deki okul yapılaşmasındaki sınıf yüzölçümleri durumları da dikkate alındığında bundan bir gün önce TC Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer okullarda vaka sayılarına ilişkin kırmızı alarm gerektirecek bir durum olmadığını dile getirmiştir. Gerek Kıbrıs’ın kuzeyi gerekse Türkiye’nin sağlıklı koşullarda çocuklara eğitim vermekle ilgili aşılama ve hijyen kuralları ile ilgili disiplin tutumları eğitim ve öğretim faaliyetlerinin aksaklıklara rağmen sağlıklı bir biçimde ilerleyebileceğini düşündürtse de kapanan sınıf sayıları ve düzeylerine uygun bu hizmetin sağlanması süreci için sınıf ya da ilgili ders öğretmenlerinin hastalanma durumunun da düşünülerek her okul için ayrı bir kadro ile farklı ülkelerde olduğu gibi kriz durumlarında kullanılabilecek öğretmenleri tedarik edebilmesi gerekmektedir. Elbette bu işlevlerin merkezden alınacak bir kararla her okulun kendi yöneticileri ile sağlayabilmesi takım işbirliği ve sorumluğun pay edilmesi adına daha yararlı olsa da; ne yazık ki bir takım konularda okul yöneticileri ve öğretmenlerin görev ve sorumlulukları yasalar kapsamında sınırlandırıldığı için bu durumun olamaması da bir sorun olarak değerlendirilebilir.
Örnek vermek gerekirse; adanın kuzeyinde de Türkiye’de olduğu gibi merkezi yönetim anlayışı ile yönetilen eğitim kurumlarının sorunları gerçek anlamda okulların açılma tarihinden önce bir takım ön hazırlıkların ihmâl edildiğini ortaya çıkarmaktadır. Özellikle öğrencilerin sınıf düzeylerine ilişkin çıktılarla ilgili öğrencilere merkezi genel bir sınav yapılamasa da her okula kendi vizyonu doğrultusunda öğrenme kaybı fazla olan öğrencilerin tespit edilip bu öğrencilerin yaş grupları farklı olan ama öğrenme birikimleri yani düzeyleri birbirine yakın olan sınıflara yerleştirilmeleri eğitime bir nebze nefes alma kolaylığı sağlayacaktı. Fakat görülmektedir ki; okul yöneticileri merkezi yönetim baskısına bağlı olarak birçok kararın kendilerine bir merkezden verilmesini daha uygun bulmayı merkezle sorun yaşamamak adına tercih edebilmektedirler. Oysa yetkisiz yetkililerin pasifize edilmiş bir biçimde okullarda yönetim ve liderlik yapmaları ile ilgili eğitimde bu sorun yani öğrenci gruplandırmaları ile ilgili sorunlar orada durmaya devam etmektedir. Okulların acilen her zümre kendi içinde başarılı- başarısız öğrenci etiketi yapmadan öğrencileri kazanım derecelerine göre sınıflandırıp pandemi döneminde eğitim ve öğretim hizmetleri aileleri ya da okulları tarafından ihmal edilen çocukların tespitlerinin yapılıp bu öğrencilerin kendi düzeylerine uygun sınıf ortamına erişmeleri sağlanmalıdır. Şu süreçte adanın kuzeyinde 5. Sınıf düzeyine gelmiş birçok öğrencinin 5. sınıf kazanımlarına erişmeden üst sınıfa atlatılmasının ölçme değerlendirmeye ilişkin okullar arası farklılıkların da olması bakımından eğitim programlarının denetim boyutunda ciddi bir sorununu su yüzüne çıkardığını belirtebilmeliyiz. Örneğin merkezi sınavların isteğe bağlı olarak ilkokul sonrası kolej giriş sınavları (KGS), ortaokul sonrası Bülent Ecevit Anadolu Lisesi’nde ya da 20 Temmuz Fen Lisesi’nde eğitim almak isteyenlerin katılması mantığından uzaklaştırılması bu denetimin merkezden temel bazı dersler baz alınarak bölgesel farklılıklar da dikkate alınarak farklı nitelikler kıstas alınarak bir takım ölçme ve değerlendirme sorunları iyileştirme amaçlı sağlanırsa eğitime fayda sağlayabilir.
Bu konuya ilişkin sorumluluk üstlenme sadece bakanlıklara devredilecek bir görev olmamalıdır. Bu aslında her okulun kendi içinde rahatlıkla çözüm bulabileceği bir sorun olurken eğitim ve öğretim uygulamalarımızın öğrenci genelinde en iyi olan öğrenci ile en kötü olan öğrencinin birlikte olduğu bir sınıfta ortalama düzey ile yol alma sorununun da çözümünü sağlayıcı bir yöntem olduğunu kabul etmeliyiz. Bu nedenle bu duruma ilişkin verilebilecek en güzel örnek Atatürk Öğretmen Akademisi’nde öğrencilik yıllarımda bir öğretmenler günü kutlamasının açılış töreninde Akademi başkanımız Osman Cankoy’un bizlere öğretmen olmakla ilgili bu mesleğin hassasiyetini dile getiren ve dün gibi hafızamdan hiç silinmeyen “Deve Kuşu” hikâyesi çok anlamlı bir örnek olacaktır:
24 Kasım Öğretmenler günü için tüm Atatürk Öğretmen Akademisi öğrencileri ve öğretmenleri tören nedeniyle akademi salonunda toplanmıştık. Öğretmen Akademisi Başkanımız Osman Cankoy kürsüye çıkıp bir takım şeylerle bize motivasyon içerek uyarıcı sözler ifade ediyordu. Birçok örnekle öğretmenlik mesleğinin yürek gerektiren bir meslek olduğunu bize içte samimi örneklerle anlatmaya çalışıyordu Osman Hoca. Dün gibi aklımda olan “Deve Kuşu” hikâyesi ile nasıl öğretmen olmamız gerektiğine ilişkin biz uyarı içeren bir hikâye anlatmıştı. Aradan yıllar geçtiğinde kendisine hocam öğretmenler gününde hatırlıyor musunuz biz öğretmenlikle ilgili bir hikâye anlatmıştınız dediğimde öğretmenliği boyunca her ders konusunda bir örnek ilişkilendirmesi ile öğrencilerin hayattan değerler katan o koca yürekli adam “ O kadar çok şey anlatırım ki Nazmiye; hangisi acaba?” dediğinde “ Deve Kuşu" hikâyeniz dediğimde hikâyenin aklımda kalmasına hem şaşırmış gibiydi hem de bu örneği öğretmenliğimi böyle yapıyorum diye öğretmeninden duymak gurur veriyordu.
Deve kuşuna “ Kanatların var; uç” demişler. Deve kuşu ise; “ Ben deveyim, uçamam” demiş. Bunun üzerine deve kuşuna “ Madem deveyim diyorsun, yük taşı”. Deve kuşu bu kez kanatlarını açıvermiş “ Ben kuşum! Yük taşıyamam” demiş ve yükün zahmetinden kurtulmuş.
Koskoca programın içinden okunan nice şiirler, söylenen türküler, konuşma yapan pek çok aydın öğretmen ve aradan yıllar geçmesine rağmen yıllar geçmesine rağmen yükten korkup işine geldiği gibi bahane üreten öğretmen olmamayı kendime ilke edinebilmem vesile olan bu hikâye belki de ömrüm boyunca hafızamdan hiç ama hiç çıkmayacak.
Eğitimle ilgili sorunları ifade etmek ülkemizi ya da vatanımızı sevmemek olarak nitelendirilmemelidir. Türk Milleti olarak dünyada var olabilmeye ilişkin ekonomiden daha etkin silahın eğitim olduğunun bilincinde olan öğretmenler pes etmeden doğruları ifade edebildikleri gibi adanmışlık duygusu ile çözüm önerileri de getirecek biçimde bilimsel çalışmaları ile ülkelerine bilimsel anlamda da üreten öğretmen özelliği ile çalışmalar sergileyebiliyorlar. Pandemi döneminde deve kuşu hikâyesindeki gibi şartları çıkarları doğrultusunda ya da işine geldiği gibi yöneten öğretmenler gibi pek çok kurumda yaşanılan olumsuzlukları bahaneler ve bana ne!’lerle desenlendiren çalışanların yeni kapitalist düzende varlıklarını sürdürebileceklerini sanıyorsak yanılıyoruz. O nedenle öğretmen seçerken hatalı olan vizyonu değiştiremediğimiz bir düzende öğretmen olmaya hak kazanan insanların bu mesleğe ilişkin bir takım becerilerin kazandırılmasına ilişkin hizmet içi eğitimler terfi sınavlarında ölçüt olabilecek bir değer olmamaktadır. Bu eğitimlere aktif katılım ve başarı durumlarına ilişkin özgün bilimsel içerikte değerlendirme raporlarına ihtiyacımız olduğunu artık kabul etmeliyiz. Çünkü üzülerek belirtmek gerekiyor ki, aslında hiç öğretmen olmaması gereken kişilerin bu mesleği icra ettiklerine tanıklık edebilmekteyiz. Az sayıda olsa da öğretme becerisi ile ilgili sorunu olmayan ancak insan ilişkilerinde iletişim ve insana değer vermekle ilgili sıkıntılı olan öğretmenlerin çocuklarla yakın ilişkiler içerisinde olarak çocuklara toplumsal değerleri kazandırmakla ilgili yanlış rol model olabilecek ortamı okul çatısında bulduğunu bilmeliyiz. Çocuk haklarına ilişkin çocuk haklarını bilgi anlamında bilip, yüksek ses ya da bazı davranışları ile öğrencilere duygusal istismar yaşatan öğretmenler olduğunu da bilmeliyiz. Okul yöneticiliği ile ilgili de aynı sorunların olduğunu biliyoruz. Yani öğrencisini duygusal anlamda istismar eden öğretmenlerin zamanla yönetici olduklarında okul çalışanlarını mobbing gücü ile zorbalık yapabildiğini belirtebiliriz. Özünde insana değer vermeyen, pedagoji formasyonu almasına rağmen insanlıkla ilgili sevmenin değerini öğrenci ve o öğrencilerin yanı sıra meslektaşlarına olumsuz yansıtan okul yöneticilerinin eğitimle ilgili işlevleri yerine getirme becerileri de baskı ile sağlanacaktır. Bu anlamda yöneticiler de dahil olmak üzere öğretmenlik becerisi olmadığı gibi öğretme aşkı olmayan kişilerin asıl sorunlarının bulunması ciddi bir sorunu çözme girişimi olabilir. İyi öğretmenlerin değer bulacağı bir sistem dilerken pek çok kişiye ses olmaya feda olacak kadar umut dolu ve asla insanları kaderine teslim olmaya boyun eğmeye de hiç niyet koymamalıyız. Bu nedenle eğitim ve öğretim sürecinin henüz yeni başlamış olduğu şu günlerde eğitim tartışmaları hala devam etmektedir. Bugünkü Türkiye’de yeni eğitim sisteminde de bir takım farklılaşmalar olsa da 2023 Vizyonu ile öğrencilerin notlar baz alınarak değil de gelişim durumları baz alınarak eğitim ve öğretim süreçlerinde duygusal, fiziksel, sosyal ihtiyaçları da dikkate alınarak ortamların oluşturulması amaçlansa da bu amaçların yerine getirilmesine ilişkin sorunları ihmal etmememiz gerekmektedir. Örneğin öğrenciler üzerinde etkisi oldukça fazla olan geleneksel aile yapıları, toplum yapısı ve geleneksel öğretmen imajının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu anlamda deve kuşu hikâyesindeki gibi bahane üreten ya da isine gelmediğinde ve bana ne tavrıyla iş yapmaktan sakınan öğretmenlerin de performanslarının doğru bir ölçüt ile ölçümlenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla genç, dinamik ve girişken öğretmenlerin bir takım sorunları deve kuşu hikâyesindeki bilinçle kendi sınıfları için bilimsel raporlarla sınıflandırıp ilgili bakanlığa ulaştırması, yukarında bahsettiğimiz eğitim kurumlarına kadar sızmış olan kutuplaşma sorunun da giderilmesine etki edebilir. Öğretmenlik mesleği işine geldiği davranacakların barınacağı bir meslek olursa bu mesleğin toplumu cahillikten arındıracak nitelikleri yok edilmiş olur. Nitekim iyi öğretmenlerin yetiştirdiği bir öğretmen her öğretmenin anlattığı hikâyeden kendine bir pay çıkarabilmelidir. “Deve kuşu” olmayan öğretmenler ve yöneticiler birçok zorluğa göğüs gererek toplumda kutuplaşmalara fırsat oluşturmayı engelleyebilir. Paulo Freire’in “ Kültür İşçileri Olarak Öğretmenler” adlı kitabının esintisiyle pedagojik tuzaklara daima deve kuşu olmayı tercih eden yönetici ve öğretmenler esir olabileceğini belirtmeliyiz. Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün makalenin başında yer verdiğimiz sözlerini hak eden öğrenci olmaktan vazgeçmeyen öğretmenler gönüllerde her tutsağa ve tuzağa maruz kalsalar da yaşamaya devam edebileceklerdir.
Kaynakça :
Kutuplaşma nedir? Kutuplaşmanın topluma zararları nelerdir? - YouTube
Kutuplaşma nedir ne demek Kutuplaşma hakkında bilgiler (ileilgili.org)