ZULÜM KANDA DOLAŞIR…
Kötülük bulaşıcıdır, çabuk yayılır ve kalıcıdır…
Değişmez çünkü çoğu insan, kolay kolay değişemez, iyiyse iyidir, kötüyse kötü. Değişmeyi, başaranlar da elbet olmuştur, Ama genel olarak baktığımızda “yedisinde ne ise yetmişinde de odur insan”
-Osman ne olur yapma, ne istiyorsun küçükcük kediden,
-Ne olur Osman bırak hayvanı,
-Çek git kız başımdan, defol git karışma işime bu kedi artık benim, canım ne isterse onu yaparım.
-Osman o benim kedim bırak onu, ne olur ver bana
-Çek git lan başımdan! benim kedim artık diyorum anlamıyor musun?
-Osman kurban olayım ver kedimi, ben senin ablanım dinle sözümü , ne olur Osman…
-Ölsen de vermeyeceğim kalsan da benim lan bu kedi artık !..
-Osman! Aylardır ben bakıyorum, büyüttüm onu, annesini de öldürdüler bak, hani kör kedi varya işte onun yavrusu bu, hadi Osman yazık kötülük etme kediye, yapma bana ver kedimi!
-Lan vermeyeceğim dedim ya… Şimdi senin varyaaaaa !..
-Osman gözünü seveyim, o benim için çok kıymetli, ne olur ver kedimi.
-Hayır vermeyeceğim işte vermeyeceğim…
Osman, kendinden iki yaş büyük, kızların en küçüğü ablasını inim inim inletmişti karşısında. Küçük kız yalvarmış yakarmış ama bir türlü başaramamıştı. Osman’ın elinden bir türlü kedisini alamamıştı. Aylarca, Osman görmesin diye, saklamıştı da kediyi. Biliyordu çünkü evin tek erkek çocuğu Osman’ın şımarıklıklarını ve kötülüklerini… O sebeple kedisine zarar vermesin diye saklıyordu anaları ile ayrı yaşadıkları bir odanın içinde. Akşam olduğu zaman anaları ve kızlar kendilerine ait odalarına çekildiklerinde hepsinin mutluluk kaynağı olmuştu bu kedi haftalardır. Küçük bir bebek gibi onunla hepsi ilgilenirlerdi. Kedicikte hepsini ayrı ayrı sever en son kimin kucağında kalmış, kim sırtını daha çok okşamışsa onunla da uyurdu. Ama en küçük kız için bambaşkaydı bu kedicik. Oyuncak nedir bilmediğinden ve kendinden küçük başka kardeşi de olmadığından hem en sevdiği bebeği, hem de en sevdiği kardeşi bu kedicik olmuştu.
Ama esirgediğin göze çöp batar misali; o gün küçük kedi bir anda odanın kapısının açık kalmasını fırsat bilip var gücüyle avluya doğru koşmuştu; ve o an dışarıdan içeri giren Osman’ın ayaklarının dibinde durmuştu.
Osman bir an sıçrayıp tedirgin olmuş, ama daha sonra kedinin uysal bir kedi olduğunu anlamıştı. Kapıverdi hemen kediyi yerden, bir an gözleri parıldadı kedinin kucağına uysalca gelmesinden.
Çünkü Osman, yalnız bir çocuktu köyde. Evinde alışık olduğu otoriter düzenini arkadaş grubunda da uygulamaya çalışmış ama hiçbir Arkadaşı Osman’ın bu tavırlarını umursamamış, bu huysuzluklarına ve şımarıklıklarına devam eden Osman ile bir süre sonrada kimse onunla oynamak istememişti.
Çocuklar için para ve güç önemli olamamıştır çoğu zaman… Onlar arkadaşlıklarında samimiyet ve mutluluk aramışalardır daima. Bu büyükler içinde geçerlidir ama insanlar büyüdükçe rol yapmayı ve samimiyetsizliği öğrendikleri için bunu itiraf edemez ve mutsuzluklarına mutsuzluk katarlar hayatlarının büyük bir kısmında.
Ama Çocuklar öyle değildir. Net bir şekilde yapılan haksızlığı ya da kötülüğü, yapanın yüzüne söyleme cesaretinde bulunurlar daima. Köyün çocukları da bunu Osman’a gayet net bir şekilde hissettirdiler; hatta yüzüne karşı da söylediler. “Çek git lan oyunumuzdan, senin işin gücün pislik yapmak” diye de kaç kere buna benzer sözlerle Osman’a gereken dersi vermişlerdi zaman zaman... Bir süre sonra da onu hiç takmamaya başlamış, varlığını yokluğunu görmez olmuşlardı. Hiçbir oyunda oynatmıyorlardı Osman’ı. Çünkü katıldığı bütün oyunlarda muhakkak bir huysuzluk, bir kötülük, bir can yakma derdindeydİ daima…
Onların, bu umursamaz tavırları Osman’ı daha da hırçınlaştırmış, köyün bütün çocuklarına elinden gelen bütün kötülükleri yapmaya çalışmış ve zamanla da çocuklar arasından dışlanmış, yapayalnız kalmıştı. Bütün eğlencesi zorbalığıydı, hangi çocuğu görse ya küfür eder, ya iter, ya kavga eder, ya da kavga etmelerini sağlardı. Hiçbir şey yapmasa bile birilerine tükürüp, tüm hızıyla evlerine doğru kaçardı…
Köyün daha büyük çocuklarının elinde de bir oyuncak gibiydi Osman. Davut Ağa’nın tarlada ki zulmünün karşılığını küçük Osman’dan çıkartırlardı köyün yeni yetme ergenleri…
“İti tut, kuşu vur, ağacı kır, çiçeği, kopar, köyün yaşlılarıyla uğraş, şu çocuğu döv, git şu ağaçtan falanca meyveyi kopar…” gibi ne kadar saçmalık ve kötü davranış varsa Osman’a yaptırır sonra da kahkahalarla gülerlerdi. Kendi yaşıtlarını bezdiren Osman, bu ergenlerin yanında da kendini onlardan birisi sanır bununla güya aklınca gururlanırdı.
O gün, köyün çocukları tarafından yine bir oyuna alınmamıştı Osman. Kalabalık oldukları içinde küfür etme cesaretini gösterememiş ve içinden saya saya evin yolunu tutmuştu. İşte tam bu dalgınlık anında çıkmıştı küçük kedi yine karşısına. Hemen kucağına almış ve sahiplenmişti kediyi. Küçük ablası evin damını süpürmüş, elinde ki çalı süpürgesiyle aşağıya iniyordu ki Osman’ın elinde kedisini görünce, süllümün ortasında kalakaldı. “Osman, o benim kedim ! “dedi ve panikle aşağıya indi.
-Osman o kediyi nerden buldun sen o kedi benim ver kedimi bana dedi.
- Ama Osman ağzının kenarıyla yan yan gülümseyip
-He yaaaa! He senin kedin ya!.. Diye alaycı bir tonlamayla gıcık gıcık güldü küçük kızın gözlerine bakarak.
-Ben buldum onu o artık benim…
-Yapma Osman ver kedimi !.. Küçük abla ağlamaklı bir sesle hatta gözleri dolu dolu yalvarıyordu . Ama ne dediyse de bir tek kendi duyuyordu söylediklerini… Kim dinlerdi küçük ablasını? Osman mı?
-Kız bütün gün yalvardı Osman’a ama kedisini vermedi Osman.
Seni Babama söylerim ver kedimi dedi ablası en son tehditkar ve birazda öfkeli bir sesle.
Osman:
-Söyle de dayağını ye babamdan dedi kendinden emin bir şekilde.
Ne yapsa olmadı. Osman’ın elinden kedisini alamadı.
-Osman kedi falan da sevmezdi zaten, çünkü Osman’ın anası kedi sevmezdi bir kere…
Ve bu tür davranışlar kalıtsalmış gibi çocuklara geçerdi. Anasının elinden tutup dolandığı yaşlarda anası nerede bir kedi, nerede bir köpek görse, kendi hallerinde yürüyüp giden hayvanlara bile yerde ilk gördüğü en büyük taşı fırlatır ve bir şekilde başararak karın boşluğuna isabet ettirir, hayvanı acı acı bağırtarak koştururdu. Evin avlusuna çerçöp dökülüyor, duvarları deliyorlar diye az kuş yuvası bozmamıştı Osman’ın yanında. Osman’da anasının yolunda daha da ustalaşarak bu görevi kendine borç bilmişti zamanla ve nerede bir hayvan görse canını yakmadan bırakmamıştı daha küçücük yaşında…
Çelimsiz bir çocuktu Osman, çok hareketli olduğundan vücudu et tutmuyordu hiç. Osman’a ne kadar yedirseler de hep zayıftı hiç kilo alamazdı. Yemek de seçerdi. Yalvar yakar yedirtirlerdi her şeyi. Yemek isteği varsa bile bazen sırf dil döksünler diye şımarıklığından bile yemezdi Osman. Kasabadan Osman için getirtilen nişastalı cevizli sucuğu çok severdi. Eline aldığı kol kalınlığında cevizli şeker sucuğunu evdeki herkesin gözünün önünde yer; ve hatta hiçbir kardeşine de vermezdi. Küçük ablasının da canı çeker ama istemeye çekinir, sadece bakardı Osman’ın elindeki cevizli dışı beyaz nişastalı sucuğa… Osman bunu köyde ki çocuklara da yapardı… Seviyordu insanların çaresiz dolu bakışlarını daha o yaşta…
Anası da güzel değildi zaten ve ona çekmişti genleri. Kara- sarı suratının tam ortasında birbirine yakın küçük iki göz, toparlak bir burun, kıvırcık siyah saçlar ve selli bir ağzı vardı Osman’ın.
İnsan yaşadığı evde kimi otorite görürse ona benzeme eğiliminde oluyordu. Osman’da yıllarca evdekilere kök söktüren anasının her halini örnek aldığı gibi hayvanlara karşı tutumunu da kendisine yine örnek olarak almıştı.
Küçük ablası ne kadar dil döktüyse alamamıştı Osman’ın elinden kedisini.
Babaları Davut Ağa geldiğinde küçük kız konuyu açmış ve daha cümlesini tamamlayamadan küfürü yemişti.
-Ulan piç kuruları !.. Gün boyu işçilerle uğraştığım yetmiyor evde bir de sizin derdinizle mi uğraşayım!
-Başlarım lan kedinize! Kedi köpek dinlemem öldürürüm şimdi haberiniz olsun demiş ve usulca 3. karısı Fatma’nın odasına girmişti.
Küçük abla, sabaha kadar ağlamıştı. Çünkü biliyordu Osman’ı, kediye zarar vermeden rahat etmezdi…
Anası ve ablaları ne yapsa küçük kızı teselli edemiyorlardı.
Sabaha kadar hıçkıra hıçkıra ağlamış, uyuyup uyanıp yine ağlamaya kaldığı yerden devam etmişti.
Sarı ve beyaz karışımı upuzun tüyleri, yemyeşil gözleri vardı kedisinin. Adı da kediler arasında ki en bilinen isimdi Minnoş… “Minnoşum, Minnoşum…” diye sayıkladı bütün gece küçük kız.
Sabah, Osman uyuyordu. Kediyi avluda görünce hemen davrandı küçük abla ve kediye ismiyle seslendiği anda kedi fırlayıp kızın kucağına geldi. Kız canına sokarcasına sarıldı kedisine, kahkahalar içinde gülüp oynamaya başlamıştı ki Osman arkadan saçlarına yapıştı küçük ablanın. Tıpkı babasının annesini sürüklediği gibi avlunun ortasında sürüklemeye başladı küçük kızı. Sesi duyan ablaları yetişti ama hemen, kendinden yaş olarak da cüsse olarak da büyük ablaları dahi onu Osman’ın elinden bir türlü alamıyordu. Çok sürmedi ki Osman suratının ortasına okkalı bir tokat yedi. Ablalardan en büyük olanı dayanamamış ve basmıştı tokatı suratının ortasına…
Osman bu tokattan sonra daha da zaptedilmez hale gelmişti. Küçücük bedeniyle küfürler, gücünün yettiğince saldırmalar sağa sola, bağırmalar, çağırmalar…
Anası yetişti Osman’ın ve geçmişe nazaran arası daha iyi olan evde ki kızlardan o da rasgele birisine attı tokatı. Derken ortalık iyice karıştı; ve bütün kızlar aynı anda tek hedefleri olan ikinci kadının kafasına üşüştüler. Yılların vermiş olduğu bütün kini kadının neresine denk gelirse orasına bir yumruk olarak indirdiler. Sabahın köründe bu hengameye uyanan Davut Ağa gördüğü manzara karşısında şaşırıp kalmıştı. Ama yatağından fırladığı gibi avluya koşmuş ve önüne geleni devirmişti kim kimdir diye ayırt etmeden. Büyük kadın kenardaydı karışmamıştı hiçbir olaya, ama müdahale de etmemişti. Bu defa durun, yapmayın diye! izlemişti sadece…
-Sen bunu yıllardır hak ettin kadın diye geçirmişti.
Yeni gelin Fatma’da kaldığı odanın penceresinden izliyordu olanları. Konuşmuyordu zaten eve adım attığı günden bu yana ağzını açmamıştı daha, kimse sesini duymamıştı. Sadece izliyor ve gün boyu yerde iki dizini karnına çekip başı üzerinde sessiz sessiz kaderine ağlıyordu… Gülünce yüzünde güller açan Fatma’nın yüzü bir kez olsun gülmemişti bu eve girdiği günden beri, başı dizlerinde ağlarken de sadece Yusuf’um, Yusuf’um diye kendi kendine sayıklayıp duruyordu…
Ortalık Davut Ağa’nın, bağırıp çağırıp hepsini bir sopadan geçirmesinden sonra yatışmıştı. Üç karılı Davut Ağa her sabah gözünü açar açmaz başucunda hazır bekleyen çayını, bile içmeden kafasını dinlemek için kendini dışarı zor atmıştı. Pişmanlıklarla doluydu beyni… Şu Fatma ne zaman alacaktı onu yatağına, ne zaman ikna olacaktı, keşke diyordu keşke tarlada yanımda kalsaydı da bana gülüp sadece bana baksaydı. Evime getirdiğimden beri yüzüme bakmadığı gibi güldüğünü de gören olmadı. Ben ona yapacağı bilirim ama ahh iştee ahhh istiyorum ki kendi sevsin beni… Kocamış gönlü, kadına doymamış hala aşk istiyordu hayatında. Hem de 16 yaşında ki Fatma’dan… Yusuf’un Fatmasından…
Osman’ın yüzünden bu noktaya gelmişti olaylar. Osman içinse tek sebep bu lanet olası küçük kediydi. Bilirdi ama Osman ona yapacağını, görecekti o kedi gününü…
Osman bunca olaydan sonra bağıra çağıra kendini yerlere ata ata kedinin sahibi olmayı başarmıştı. Küçük abla avluda bir duvar dibine çökmüş sadece ağlıyordu içini çeke çeke… minnoşum diye diye
Osman, kediyi aldığı gibi dama çıktı. Eline geçen bir iple kedinin önce ağzını, sonra ön ayaklarını ve daha sonra arka ayaklarını bağladı. Çok kolay olmadı tabii bunu yapmak, elinden kaçmak için mücadele eden kedi ellerinin hemen her yerine tırnaklarını geçirmişti. Bir türlü zapt edememişti kediyi ve kaldırıp var gücüyle yere fırlatmıştı. Başını yere çarpan kedinin, başı döndüyse de kaçmaya yeltenmiş ama Osman son anda kuyruğundan yakalamıştı kediyi. Ve her yerini bağlamıştı. Kedi korkudan tir tir titriyordu Osman’ın gözlerini gözlerine dikmiş. Osman kaçamayacağı kesinleşen kediyi damda bıraktı ve koşup aşağıya indi. Ben sana göstereceğim şimdi uyuz kedi diye diye…
Babası Davut Ağa’nın, Askerlikten kalma traş olma alışkanlığı hala devam ediyordu bu yaşına rağmen. Her hafta bir kerede olsa traş olurdu usturasıyla. Ve traş olduğu usturasını avlunun kenarında ki bir deliğe koyardı kimse alıp oynamasın, kaybolmasın diye. Osman koşarak gitti avluya ve ayağının altına bir kürsü alıp çıkıp aldı o delikten babasının usturasını. Sonra bir tasa su oydu ve yukarı dama fırladı. Kedicik, Osman’ı görür görmez yine çırpınmaya başladı. Osman elinde tuttuğu usturayı yere bıraktı ve tasın içindeki suyu kedinin üzerine döktü. Küçük kedinin uzun tüyleri sırılsıklam olmuştu. Usturayı eline, kedinin başını da ayağının altına aldı. Ve başladı kediciğin tüylerini kazımaya,
- Demek beni istemiyorsun ha!
Al sana güzelik, al sana kıl, al sana minnoşluk
Diye saçma sapan konuşmalarla kedinin tüylerini kazımaya başlamıştı.
- Birazdan cardın olacaksın lanet kedi…
-Birazdan sıçan olacaksın…
Kedi çırpınıyor çırpınıyordu… çırpındıkça ustura değdiği yeri kesiyor kedi can acısıyla daha da çırpınıyordu. Osman’ın elleri kan içinde kalmıştı bir eliyle kediyi tutmak zorunda kaldığı için. Kedi canı pahasına çırpınıyordu diz çökmüş Osman’ın ayağı ve eli altında. inliyordu ama boşunaydı çabaları. Osman kediye usturayı sürdükçe kanlı kılları kazıyordu…
İniltileri duyan küçük abla fırladı dama.
Gördüğü manzara karşısında çığlığı bastı.
Elinden almaya çalıştı kediyi ama nafile Osman’a yaklaştıkça Osman usturayı kıza doğru sallıyordu. Zavallı kedi, ayağının dibinde çırpınmaktan ağzının ipi çözülmüş acı acı miyavlıyor, çırpınıyor çırpınıyordu…
-Osman ne olur yapma, ne istiyorsun küçücük kediden,
-Ne olur Osman bırak hayvanı,
-Çek git kız başımdan, defol git karışma işime bu kedi artık benim, canım ne isterse onu yaparım.
-Osman o benim kedim bırak onu, ne olur ver bana
-Çek git lan başımdan! benim kedim artık diyorum anlamıyor musun?
-Osman kurban olayım ver kedimi, ben senin ablanım dinle sözümü , ne olur Osman…
-Ölsen de vermeyeceğim kalsan da benim lan bu kedi artık
-Osman! Aylardır ben bakıyorum, büyüttüm onu, annesini de öldürdüler bak, hani kör kedi varya işte onun yavrusu bu, hadi Osman yazık kötülük etme kediye, yapma bana ver kedimi!
-lan vermeyeceğim dedim ya… şimdi senin varyaaaaa
-Osman gözünü seveyim, o benim için çok kıymetli, ne olur ver kedimi
-Hayır vermeyeceğim işte vermeyeceğim…
Eğer gitmezsen buradan elimde ki usturayı boğazına çalarım dedi.
Hatta tam kaldırdı bozağını kesecekti ki
Ablası tamam tamam ne olur Osman yapma tamam gidiyorum diye yalvarmaya başladı.
-Defolll siktir git diye bağırdı Osman kıza
Kız çaresiz kediden gözlerini ayırmadan ağlaya ağlaya indi süllümden…
Osman yorulmuştu kedi ile mücadele etmekten. Hayvan kan revan içindeydi.
Her tarafı kesik kesikti, o da pes etmiş yattığı yerde karnı hızlı hızlı atmaya başlamıştı.
Senle işimiz bitmedi dedi…
Ve tekrar koşa koşa aşağıya indi. Bir kova aradı gözleri ve az ileride kendisinin işini görecek kovayı buldu.
Kovayı aldığı gibi dışarı koştu ve içini yarısına kadar kum doldurdu. Taşımakta zorlandı çelimsiz Osman kovayı ama ite çeke içeri sokup, süllümden yukarı zorda olsa başardı çıkarmayı. Bir an kova ile tepe taklak aşağıya uçuyordu ama son an da dengesini korudu.
Ev ahalisi, yaşanan olaylardan ötürü kendi işlerinin, başına dönmüşlerdi. Kimsenin Osman’ın saçmalıklarıyla uğraşacak, onun şımarıklıklarıyla uğraşacak vakti yoktu. Bu da Osman’ın işine gelmişti ve istediği gibi at koşturmaya başlamıştı damda… Bir kişi hariç o da küçük abla…
Osman yarısına kadar kum doldurduğu kovayı damın tam ortasına güneşin altına koydu. Her tarafı yara bere olan kediyi de içine koyup ağzını bulduğu bir kapakla kapatıp onunda üstüne kocaman bir taş yerleştirdi. Kedi küçük kovanın içinde çırıpınıyor, miyavlıyor, tenekeyi devirmeye çalışıyor ama nafile kedinin kendinden on katı ağırlığında ki kumla dolu kovaya gücü yetmiyordu.
Kedi, avaz avaz bağırıyor ama kimse sesini duymuyordu.
Osman yorulmuştu ama kedi pes etmiyordu kovanın içinde.
Bir süre sonra güneşin kızgınlığı ile kova iyice ısınmış tepeden vuran güneş kediyi terden sırılsıklam etmiş ve küçük kediciğin miyavlamaktan ve sıcaktan nefesi kesilmişti.
Ses seviyesi yarı yarıya zayıflamaya başlamıştı kedinin…
Küçük abla şansını yeniden denemek istedi ve süllümün en üst basamağında oturan Osman’a yine ağlaya ağlaya yalvarmaya başladı aşağıdan
Osman sadece küfür ediyor kızı dinlemiyordu bile, kız süllüme çıkmaya çalıştıkça da ayağıyla itekliyordu üstelik…
Damda güneşin altında ki Kedinin sesi bir iniltiye dönüşmüş artık zar zor duyuluyordu.
Kızcağız ağlıyordu…
ne kedinin ne de küçük ablanın sesini kimse duymuyordu…
Zulmün yaşı yoktu, zulüm kanda dolaşırdı. Osman’ın kanında olduğu gibi…
Kötülük genetiktir…
Kötülük Irsidir…
Kötülük kimileri için beslenme, büyüme gelişmedir…
Kötülüğün yaşı yoktur…
Küçük abla ağlamaktan, küçük kedi bağırmaktan yorgun düştü
Ve etraf ıssız bir sessizliğe büründü…
Ölmeden toprağına kavuşmuştu MİNNOŞ…
Usulca bir daha uyanmamak üzere uyudu küçük kedi…
Anasının oğlu Osman da dışardan birinin adını seslenmesi üzerine fırlayıp sokağa doğru koştu gitti. Ne tenekede ki ölü yavru kedi umrundaydı, ne de iki gündür yalvarta yalvarta ağlattığı ablası… Vicdansızlığın ve kötülüğün ilk kuralı da umursamaz olmaktı aslında… umursamamak ve hemen unutmak…
Küçük abla dama çıkmadı…
Anlamıştı yavru kedinin can verdiğini… oturduğu yerde hıçkıra hıçkıra ağladı dakikalarca yine yenilmişti Osman’ın kanında dolaşan zulmüne…
Artık bu yaşanılanlar sadece hafızaya kazanacak ve bir daha asla unutmayacaktı küçük kız…
Yaşadığım sürece Senden NEFRET edeceğim Osman…
Senden nefret edeceğim Osman dedi ve hıçkırmaya devam etti.
22.05.2021
Cuma’dan cumartesiye