Kolonya Kokusu
Yoğun bir iş günü sonunda, gri duvarları boş, geniş salonda televizyonun karşısındaki kahverengi eski berjer koltuğuna ağlamaklı gözlerle iş kıyafetini bile değiştirmeden yığıldı kaldı. Yorgunluk ve üzüntü yüzünden okunuyordu. Dokunsanız ağlayacak. Odada televizyon izleyen Elvin, ona bir şeyler soruyordu, duyuyordu ama cevap verecek gücü kendinde bulamıyordu. Anne, dinle! Bu bir aşk şarkısı gibi ama bence bir anne şarkısı sana hediye etmek istiyorum. Televizyonda Redd ’in ‘’Beni Benden Çok Sevdi’’ şarkısı çalmaya başladı.’’Öyle biriydi severken canını yakan’’şarkı sözü tam da bam teline dokunmuştu. Gözyaşları boşandı bir anda. Elvin, yattığı gri uzun koltuktan kalktı, sarıldı, öptü, öptü, öptü… Gözyaşlarını sildi usulca, sehpanın üzerinde duran cam şişedeki limon kolonyasının almaya çalışırken şişe devrildi, yere düştü, çat, odayı kolonya kokusu kapladı bir anda. Bu koku ona annesinin bahçe içerisindeki büyükçe turuncu kaya parçasına çarparak kırdığında doğaya yayılan kokuyu; koku, o günü anımsattı. Beni benden çok sevdi.
Henüz on iki yaşında, ilkokul beşinci sınıfa gidiyordu. Harçlığını biriktirmek, onu gerekli zamanlarda kullanmak, harçlık almaya başladığı ilkokul birinci sınıftan itibaren alışkanlığı olmuştu. Anneler Günü için biriktirdiği hediye almaya on beş lirası vardı. Bu kadar küçük miktardaki parayla alınabilecek hediye çeşidi çok fazla değildi. O sabah oyuna bahçeye çıkacağını söyleyip evden ayrılmıştı. Amacı güzel bir hediye almaktı. Yarın Mayıs ayının ikinci pazarı. Anneciğine, ezberlediği şiiri okuyacaktı. Bahçeden topladığı çiçeklerin yanında küçük de olsa bir hediye verip mutlu etmek istiyordu. Hediye ararken zamanın nasıl geçtiğinin farkında olmamış, nihayet bulduğu çok güzel kalp şeklinde cam bir şişe limon kolonyasını pazarlık sonunda on beş liraya indirip hediye paketi yaptırıp sevinçle evine dönerken parkta annesi ile karşılaşınca paketi ne yapacağını şaşırıp kaçmanın yollarını aramıştı. Annesi öyle sinirliydi ki… Evden ayrılışından ne kadar çok zaman geçtiğinin farkında olmadığından nedenini anlayamadı.
-Bu saate kadar neredesin sen, ne kadar merak ettim seni biliyor musun?
-Ben, ben… sana hediye almıştım, dedi. İsteksizce paketi göstermek zorunda kaldı, elini arkadan çekti beyaz kurdele ile bağlanmış, kırmızı hediye paketi ona doğru uzattı.
Sen beni sevmiyorsun. Oysaki ben sana hediye aldım. Sevgimi göstermek için sana daha ne yapsam ki… Susuyorum, korkuyorum içimden geçenleri söylemeye.
-Ben senin başına bir şey geldiğinden korktum, anlasana! Hediyenin canı cehenneme, dedi ve paketi bahçedeki büyük turuncu kaya parçasına doğru fırlattı. Mis gibi limon kolonyası kokusu sarmıştı etrafı. Beni benden çok sevdi.
Beni sevmiyor, hiç de sevmedi, hep onları sevdi, beni de zaten zorunlu olduğu için dünyaya getirdi.Hediyemi bile kırdı.Sevmiyor yaaa, niye,niye,niye….
Çocuklar küçükken hep yetirince sevilmedik- lerini düşünür, öyle düşünmüştüm ben de. Bu yüzden de yeterince sevgi gösteremezler. Şimdi bir anneyim, şarkıda ‘’Beni benden çok sevdi’’, diyor. Onu herkesten çok seviyorum annemin bana verdiklerini aktarıyorum. Ama biliyorum ki, ona verdiklerimi, o da bana değil ama, çocuğuna verecek. Çünkü o da benim gibi küçük bir çocuk henüz, ta ki anne oluncaya kadar. Ana-babadan çocuğa, çocuktan da onun çocuğuna geçen sevginin ifadesi olan bir şiirinde alman şair Boerries Münchhausen de dile getirdiği gibi,
Nesiller boyu oynanan bir oyun bu
Büyükler küçüklere doğru atacak altın topu
Küçükler dönüp bakmayacak geriye doğru