OKUMAYI SEVMEK / SEVDİRMEK – 2
On iki yaşındaydım, Kars Cılavuz Köy Enstitüsünün parasız yatılı öğrencisi olduğumda. Bana açık olan tek kapı, bu parasız yatılı okuldu. Başka bir okulda okuma olanağım yoktu. Köyümden, okula kamyon üzerinde, bir günde ancak varılıyordu Bu okul, pek çok olanak sunuyordu bize. Günde üç öğün yemek veriliyordu okulda. Her yıl giysimiz dikiliyor, ayakkabımız ve şapkamız alınıyordu. Bir de kitaplığı vardı ki okulun, görülmeye değerdi. Orada kitaba değil; kitap denizine kavuşmuş gibiydim. İstediğim kadar kitap okuma olanağı buluyordum. Türkçe öğretmenimiz Mehmet Dümdar, sürekli, okumaya özendiriyordu bizi. Okul kitaplığında telif, çeviri yirmi bin kadar kitap olduğu söyleniyordu.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Frankfurt Seyahatnamesi, Hayattan Sayfalar, Melek Sanmıştım Şeytanı, Ekmek Kavgası, Baba Evi, Avare Yıllar, Bozkurtların Ölümü, En Güzel Türk Masalları, Harabelerin Çiçeği, Pol ve Virjini, Gulliver’in Gezileri, Gülistan, Bostan, ilk iki yılda okuyabildiğim kitaplardan adları aklımda kalanlar. Çalıkuşu, Sokak Kızı, Victoria, Baragan’ın Devedikenleri, Vahşi Bir Kız Sevdim, Robenson Crusoe, Bizim Köy, Beyaz Zambaklar Memleketinde, Hıçkırık, Bozkırda Günler, ortalarda okuduğum kitaplar. Mai ve Siyah, Hakikat, Ülkücü Öğretmen, Köy Hekimi, Sinekli Bakkal, Tevfik Fikret ve Şiiri, Paydos, Boğaziçi Mehtapları, Yeşil Gece, Kiralık Konak, Kırık Hayatlar, İntibah, Gazoz Ağacı, On İkiye Bir Var, Son Kuşlar da sona doğru okuduğum kitaplar.
Dördüncü sınıfta edebiyat öğretmenimiz Yusuf Ziya Bahadınlı, bir derste Varlık dergisiyle tanıştırmıştı bizi. Bu tanışma, bana Türkçenin gücünü ortaya koyan çağdaş Türk şiir ve düzyazı örnekleriyle beslenmemin yolunu açmıştı. Bu dergi aracılığı ile Varlık Yayınlarıyla da tanışma olanağı bulmuştum. Yirmi beş yıl boyunca okudum Varlık dergisini. Bu derginin ciltleri, yüzlerce Varlık cep kitabı ve Varlık Yıllığı adıyla çıkan yıllıklar, öbür kitap ve dergilerimin yanı başında, vefalı dostlarım olarak kitaplığımda yerlerini koruyorlar hâlâ.
Hep hoşnut kalmışımdır, kitaplarla, dergi ve gazetelerle derinleştirdiğim dostluktan. Bana dünyalarını açan bu dostlara, daha o zamandan, kopmaz bağlarla bağlanmıştım. Nasıl bağlanamazdım ki? İstediğim an, istediğim kadar yanımda oluyorlardı. Alçakgönüllüydüler. Yalansız dolansız, vefalı dostluklarını aralıksız sürdürüyorlardı. Ne iseler, her zaman öyle çıkıyorlardı karşıma. Hiçbiri ne darılıyor ne de kırılıyorlardı bana.
Doğrusunu söylemem gerekirse ben de bir kez bile incitmedim onları. Gözüm hep üzerlerinde oldu; el üstünde tuttum her birini. Masamda, cebimde, çantamda her zaman yer buldular. En az birini yanıma almadan adım atmadım evden dışarı, desem yeridir.
Aramızdaki bu uyum ve yakınlık, her kitabı, kendine özgü özelliklerini göz ardı etmeden okumam sayesinde gerçekleşti. Kimini su içer gibi bir solukta okuyordum. Kimisi ise çetin ceviz olarak çıkıyordu karşıma. Onları ise ağır ağır, sindire sindire okuma gereğini duyuyordum.
Bana sorarsanız, okuma sorununun temelden çözümü, okumayı sevme, okumayı alışkanlık durumuna getirmekten geçiyor. Bir kez alıştınız mı okumaya, gerisini düşünmenize gerek kalmıyor. Bir yolunu bulup her gün birbirinden ilginç kitaplar okuyabiliyorsunuz, ondan sonra. Okudukça kendinizle, başkalarıyla, dünyayla, evrenle daha anlamlı, bilinçli bir ilişkiye giriyorsunuz. Her kitap, yeni bir ışık yakıyor duygu ve düşünce dünyanızda. Gücünüze güç katıyor, okuduğunuz her kitap. Beş duyunuzla algıladığınız varlık, olay ve olgular, bu okuduklarınızın da yardımıyla genelleşip soyutlanarak sağlam kavramlara dönüşüyor. Bir yandan kavramlarınız dolgunlaşırken, bir yandan da sayıları artıyor kavramlarınızın. Görmediğiniz, işitmediğiniz, koklamadığınız, tatmadığınız, dokunmadığınız, düşünmediğiniz şeyleri görmüş, işitmiş, koklamış, tatmış, onlara dokunmuş gibi oluyorsunuz. Okudukça, dağın önü gibi ardı da aydınlanmaya başlıyor, sizin için.
Bir noktayı daha açık bir biçimde vurgulamam gerekiyor: Eğer benim ilk güdüleyici öğretmenim olan annem, “Yazmamı satacağım, oğlumu okutacağım.” tümcesini daha beş yaşımda iken belleğime kalın harflerle yazmamış olsaydı; ilkokulda beni okumaya özendiren öğretmenim Ahmet Üstündağ, Cılavuz Köy Enstitüsü üçüncü sınıf Türkçe öğretmenim Mehmet Dündar, dördüncü sınıf Edebiyat öğretmenim Yusuf Ziya Bahadınlı, beşinci sınıf edebiyat öğretmenim Nevin Göğsal, Din dersi öğretmenim Cahide Kelekçi, kitap satış yeri gözetici öğretmeni matematik öğretmenim Ahmet Sertöz, İstanbul Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünde Edebi Bilgiler öğretmenim Behçet Necatigil, Dilbilgisi öğretmenim Haydar Ediskun, A. Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitimde Psikolojik Hizmetler yüksek lisans Rehberlik ve psikolojik danışma öğretmenim Prof. Dr. Yıldız Kuzgun, Çağdaş İnsanda Normaldışı Davranışlar öğretmenim Prof. Dr. Engin Geçtan, gibi öğretmenlerim ve çok sayıdaki şair, yazar, olmasaydı, bendeki okuma ilgi, sevgi ve alışkanlığı, bugünkü yoğunluğuna erişemezdi.
Giderek bir tutkuya dönüşen bu okuma ilgi ve sevgisi, kendi anlama, düşünme ve düşündüklerini söz ve yazı ile iyi ve doğru biçimde anlatma gücünü geliştirmenin ötesinde ne işe yaradı?” diye soracak olursanız, şunları söyleyebilirim size:
Birincisi, ilgi alanıma giren birçok değerli kitap, dergi ve gazeteyi tanıma, edinme, okuma ve yıllar geçtikçe kitaplığımın raflarına bunlar için yeni raflar ekleme olanağına kavuştum. Böylece, sürekli zenginleşti kitaplığım.
İkincisi, bendeki birikim, bir süre sonra, bir şeyler yazmaya zorladı beni. İpin ucunu sıkı tutabildiğim ölçüde, dişe dokunur bir şeyler yazmaya başladım, düşünsel ve yazınsal alanda.
Üçüncüsü de öğretmen olarak, öğrencilerimden özellikle okuma eğilimi olanları iyi birer okuyucu olmaya ve yazmaya isteklendirdim. Onlardan biri olan Şükrü Gümüş, Hakkâri’de geçen ilkokul öğretmenliğinin ilk yılını romanlaştırdığı defterini kaptığı gibi bana getirdi yaz tatilinde. Okumamı istediği o çalışması üzerinde Şükrü, biraz daha çalıştı ve o çalışmasını Çorum gazetesinde tefrika ettirdik. İki yıl sonra Erzurum’da aldığım Milliyet Sanat dergisinde, Şükrü Gümüş’ün bu ilk romanı olan Zap Boyları’nın, Milliyet Roman Yarışmasında üçüncülük kazandığını gördüm. Eğer o amansız hastalık erken yaşında onu bizden koparmamış olsaydı, bugün, büyük olasılıkla kendini kabul ettirmiş romancılarımızdan biri olacaktı, Şükrü Gümüş.
Şimdilerde, Çorum’da başarılı bir öğretmen avukat olarak çalışmakta olan Mahmut Bayatlı ve emekli eğitim müfettişi Cemal Türkmen de kendilerini Çorum İlköğretmen Okulunun Yaşantılar adlı duvar gazetesinde ve Çorum gazetesinde isteklendirmeye çalıştığım öğrencilerimden ikisi olarak şiirde ve düzyazıda kendilerini kanıtlamış öğrencilerimden ikisidir. Yaşantılar, Şükrü Gümüş’ün, Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığında büyük bir özenle on beş günde bir, okul salonuna astığı gazeteydi. Mahmut Bayatlı’nın, onca yoğun iş yaşamına karşın şiirin yakasını bırakmadığını, Türkiye Barolar Birliğinin açtığı Hukukçular Arası Şiir Yarışması’nda Şimdi başlıklı şiiriyle birincilik ödülünü aldığını, Birliğin yarışmaya katılan şiirleri içeren Hukukçular Arası Şiir Yarışması (Nisan 2014) yayınında görmekten büyük bir mutluluk duydum. Cemal de öyle. Şiirin yanı sıra düzyazıda da ustalığını sürdürdü. Örneğin, bir köy enstitüsü hayranı olarak bu kurumlarla ilgili bir de kitap yazdı.
Bu tutkum, köyde görev yaparken, çok yararlı, güzel bir hizmete daha itmişti beni. Aşağı Irmaklar bucağında, bir yandan öğrencilerimi iyi birer okur durumuna getirmeye çabalarken, bir yandan da köyün dinamik yetişkinleriyle iletişim sağlayarak bir okuma odası yapmış ve açmıştık. Pek çok yoldan sağladığımız kitaplarla bir kitaplık oluşturmuştuk orada. Bu okuma odasında, özellikle kış gecelerinde yetişkinlerle kitaplar okuyor ve okuduklarımızı tartışarak değerlendirmeye çalışıyorduk.
Bütün bu küçük görünümlü çabalarım bugün, eşsiz değerleriyle anılar dünyamdaki ışıklı yerlerini koruyorlar.
Sonuç olarak diyorum ki: Aydınlanmış gelecek kuşakların yetişmesi için her şeyden önce, öğretmen yetiştiren kurumlar, öğretmen adaylarının tümünü iyi birer eleştirel okur durumuna getirebilseler; öğretmen adaylarını görev yerlerindeki öğrencilere ve yetişkinlere okuma sevgi ve alışkanlığı kazandırmaya başta gelen sorumlulukları arasında yer verseler; onları düşünme ve düşündüklerini başkalarıyla paylaşma becerisi ve bilinci ile donatabilseler, toplumumuz, çağdaşlıkla çok daha erkenden buluşabilir.