Algının Panoraması
Türk siyasal yaşamında politik olanın yetersizliğinde topluma içkin değer yargılarının payı yadsınamaz düzeyde olduğu bilinen bir gerçekliktir. Aynı zamanda, politik alandaki aktörler geldikleri toplumsal kesimle paylaştıkları değer yargılarını politik alana taşımıştır. Ayrıca bu paralelliğin bir başka bütünleyeni ise Türk siyasetindeki demokratik sürecin modern toplumun gereklerinden ziyade geleneksel topluma içkin toplumsal sermaye üzerinden somutlaşmasıdır. Bu üç sacayağının doğal sonucu ise politik alanı şekillendiren değer yargılarının gereğinden fazla hafife alınması veya gereğinden fazla önemsenerek değerlendirilmesidir.
Modern toplum ve devlet tahayyülünün toplumsal formasyonunu yani toplumun gelişim seviyesini belirleyen niteliği ve bu niteliğin siyasal partilerce somutlaştırılmasıyla yaratılan tehdit, tehdit edilmese bile aktörler aracılığıyla edilebilir olarak araçsallaştırılması algının mahiyetini belirli bir yöne çekebilmektedir. Özellikle rejim ve irtica arasındaki tarihsel gel-git durumu, politik alanın olabildiğince stabil olması(belirli kimlikler bağlamında parçalanmışlığın sürdürülmesi), yani statükonun korunması üzerine kurulmuştur. Böylesi bir taktiksellik parçalı toplumsal yapıya süreklilik kazandırdığı gibi düşünsel alanın dönüşümünü zorlaştırmıştır. Netice de belirli kabullerin kültürel kod olarak politik alanda bulunmasına kaynaklık etmesi, mevzi kaybetmemek adına politik adımları frenlemiştir. Sonrasında kısır döngü halini alan bu etiketleme tarzı, Türk siyasetinde güçlü birer siyasal argüman olarak toplumsal kamplaşmanın, ön yargıların oluşmasıyla sonuçlanmıştır. Algının yerleşik bir tezahür haline dönüşmüş olmasının örneklemleri içerisinde Kürt siyasal hareketinin varlığı, Fethullah Gülen ve hareketinin ele alınma tarzı, laik-demokratik toplum, siyasal İslam düşüncesinin politik alana yansıma şekli, kadın kimliği ve erillik arasındaki çatışmanın yer aldığı onlarcası toplumun farklı katmanlarında farklılaşan boyutlarda yer almaktadır.
Siyasal boyutlarıyla toplumsal ayrışmanın önemli parçalarından ikisi kimlik ve rejim sorunsalıdır. Buradaki negatifliğin yerleşik algının kimlik boyutu terörizmle bütünleşirken rejimsel olan irticayla etiketlenmiştir. Özellikle bu iki olgu (Kürt siyasal hareketi ve Fethullah Gülenle hareketi) siyasal kültürde belirli politik yaklaşımlarla sınırlı olacak şekilde tezahür edilmiştir. Gereğinden fazla hafife alınan veya gereğinden fazla iyimserlikle tezahür edilerek yerleşik bir algının oluşması sağlanmış olmakla beraber nihai aşamada algıyla toplumun refleksi arasındaki geniş uçurum netleşmiştir. Ulus-devlet ve Kürt sorunu, rejim ve muhafazakârlığın(irtica/siyasal İslam) birbiriyle olan illiyetinin mübalağa ve küçümsemeye indirgenen kamusal algısının altında toplumsal konsolidasyon ve hegemonya düşüncesi vardır. Keza, irtica sorunsalı kurumsal düzeye sıkıştırılmış laik demokratik işleyişle aşılmaya çalışılmıştır. Başka bir ifadeyle aşılamayan(aşılmak istenmemesi de muhtemel olmakla beraber) ve giderek kısır bir döngüye dönüşen rejim kimliği siyasal iktidar ve devlet mekanizmasının işleyişteki görüntüsüyle kapatılmaya veya sürdürülmeye çalışılan bir tezahürle sonuçlanmıştır.
Cumhuriyetin, modern toplum unsurundan yoksun olması ve dolayısıyla geleneksel algı ve değerlere yaslanmakta olan bir kitle üzerinden demokratik siyasal düzen tahayyül etmiş olmasının (bunun zaruri boyutları dikkate alınmak kaydıyla) kaçınılmazlığını(!!!) yansıtan bu algılar, günümüz politik düzlemine yansımaktadır. Keza toplumsal yapıda ortaya çıkan sosyal ve kültürel kırılmaların kamusal alanda daha fazla görünür olması ve kaybedecek bir şeyi olmayanların kaybedecek düzeye erişmişliği gibi birçok husus toplumun farklı katmanlarında süregelen önyargıları ve yaklaşımları bertaraf etmektedir. Algıdaki dönüşüm ve kopuşun toplumsal açıdan kazandığı anlam politik olanın dayanaklarını ortadan kaldırdığından tarihsel politik yöntem, kabul ve yaklaşımları da mülga etmesi kaçınılmazdır. Bu tedavülden kaldırılma durumu bir dönemin kapanışı olduğu kadar bir başlangıçtır. Bu başlangıç politik alanın süregelen algılarıyla şekillenen siyasal kimliklerin sahip olduğu her türlü önyargının (olumlu olup olumsuz yönü dikkate alınmayan veya olumsuz değerlendirmenin olumlu boyuttan baskın olması gibi) yarattığı toplumsal kamplaşmaların yerini farkındalık ve eleştirellik barındıran düşünselliğin bulunacağı yurttaşlığa evrilebilmesi açısından kıymetlidir.