Sınıfımın mavi gözlü güzeli, bazen içine kapanık, yaşadıklarının ağırlığını sırtında
taşıyan, dik, korkusuz, akıllı kızı Rezan… Okumayı öğrenmek için masamın dibinden
ayrılmayan, sorduğum problemi anlamak için gözleri kısık tekrar tekrar okuyan, anlamını
bilmediği sözcüklere bu ne ki diye kızgın kızgın bakan ama bir an bile yılmayan vazgeçmeyen
Rezzan…
Ayağında yeni ayakkabılarıyla sevinçten uçarak çıktı okuldan… Çocuk kalbi minnetle
sevinçle, umutla çarpıyordu belli ki… Sığındıkları, yeni evleri olacak ülke sahip çıkıyordu ona
ve ailesine…
Yarı Türkçe, yarı Arapça; sık sık tutukluk yaparak ama heyecanla kıpır kıpır anlatıyordu
bana göç hikayelerini;
Babası üç gündür evde yokmuş, bombaların üst üste atıldığı bir günün sonunda dört
kardeş korkuyla yıkık odanın bir köşesine sığınmış, anneleri aklı yarı yitik halde morarmış
dizlerini hızla canhıraş bir şekilde dövmeye, yüksek sesle figan etmeye devam ediyormuş
günlerdir. Elektrik, su uzun süredir yokmuş evlerinde, yıkıntının içinde buldukları makarnayı
abisinin gizlice çeşmeden getirdiği soğuk suyun içinde yumuşatarak karınlarını doyurmaya
çalışmışlar. Gece sesleri biraz azaldığında yıkık kapının aralanma sesiyle birbirlerine korku
içinde sokulmuşlar. Babaları fısıltıyla isimlerini seslenmiş, araba bulduğunu hemen gitmeleri
gerektiğini söylemiş. Doğdukları, büyüdükleri evlerinden bulabildikleri birkaç parça yiyecek
dışında hiçbir şey alamadan sessizce ayrılmışlar. Arkasına bakmış ama zifir karanlıkta hiçbir
şey görememiş. En çok da nenesinin diktiği bebeği alamadığına üzülmüş ama canlarını
kurtarmışlar ya bin şükür… Babasının bulduğu araçla yolun bir kısmını gitmişler ama benzin
bitince yürüyerek devam etmek zorunda kalmışlar… Açlıktan ağlıyormuş küçük kardeşi ama
yiyecek yok denecek kadar azmış… Göç yolunda onlar gibi bir sürü aile varmış. Yaşlılar ya da
çocuklar yürüyemeyince bırakıp devam ediyorlarmış… Babası küçük kardeşini sırtına almış
arkasında bırakmamış. Yol üstünde gördükleri tek tük eve yemek için yalvarıyorlarmış.
Ayaklarının altı hep yara olmuş ama artık acıyı hissetmiyormuş. Ağlamayı bırakmışlar çünkü
kimse duymuyormuş. Sadece yürüyorlarmış, karşıda onları cennet bahçesi bekler gibi
yürüyorlarmış. Sınıra yaklaştıklarında korkuları artmış çünkü mayınlar varmış etrafta. Bir
kadın karanlıkta mayına basmış. Kadının parçaları dört tarafa dağılmış. Korkudan altına
kaçırmış günlerce. Hâlâ rüyasında o anı görüyor, bağırarak uyanıyormuş. Sınırdan
geçtiklerinde askerler onları yakalamış. Önce korkmuş ama etrafındakilerin sevinç çığlığı
attıklarını gördüğünde rahatlamış. Askerler onları bir kampa yerleştirmiş. Türkçe konuşmayı
kampta öğrenmiş. Kardeşleri onun kadar akıllı değilmiş, onlar öğrenmekte zorluk çekiyormuş.
Babası; kızdır ama hepsinden akıllıdır dediği için çok mutlu olmuş. Kampta ölüm korkusu ve
açlık yokmuş ama gittikçe kalabalıklaşıyormuş kaldıkları çadırlar. Babası inşaatlarda çalışarak
otobüs parası biriktirmiş daha önceleri gelen bir akrabalarının yaşadığı şehre doğru yola
koyulmuşlar. Artık tek göz odadan oluşan bir evleri olduğu için çok mutluymuş. Devletimiz
dünyanın en güzeliymiş…
Bütün umudunu sevgisini bağladığı devletin ona verdiği yeni bir çift ayakkabının
sevinciyle çıktı o gün okuldan… Bir an önce kardeşlerine de gösterebilmenin heyecanıyla
koştu sokakta… Bilemedi ona savaşın yapamadığını bir araba yapacak… Bilemedi ölüm onu
bu kadar kolay bulacak…Bilemedi umudunu bağladığı topraklar ona